( Kapitalizmin Büyük Gerekli –zorunlu- Uygunluk Yasası) Eczane eczacılığı (bağımsız işletme) işleyişinde genel bir memnuniyetsizlik hepimize hâkim olmuş. Gidişattan kimse hoşnut değil. İşleyişin iyiye gitmediğini, sonun kötü olacağını herkes söylüyor. Ama neden böyle olduğunu kimse analiz etmiyor. Eğer bir işleyişi değiştirmek istiyorsak önce onu anlamalıyız. Yaşananları karşılıklı etkileri ve bütünlüğü içinde incelemeli ve onu çevreleyen dış koşullardan ayırmadan, iç çelişkileri ile birlikte gerçek bir analiz yaparak işe başlamalıyız. Yani diyalektik analiz yapmaya çalışmalıyız.. Değerli Meslektaşlarım, bu analiz 1980 de uygulanmaya konan Ekonomik liberalizasyon (ticaretin serbestleşmesi) ve 1989 daki finansal liberalizasyon ( paranın serbest dolaşımına izin verilesi) süreçleri ve sonrasında yaşanan nicel ve nitel toplumsal dönüşümlere bakış ve bu dönemin mesleğimize ve bireysel olarak bize yansıması kapsamında olacaktır. Bu süreçte örgütlerin yok edilişi, işlevsizleştirilmesi ve sonuçları incelenecektir. Sevgili meslektaşlarım bugün yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımızın temeli 24 Ocak kararları diye bilinen küresel sermayenin dayattığı yapısal dönüşümleri hedefleyen kararlarla atılmıştır. Bu süreci kısaca hatırlatırsak; devletin küçülmesi, sübvansiyonların kaldırılması, dış ticaretin serbestleştirilmesi ithalatın liberalizasyonu ve paranın serbest dolaşımı diye özetlenebilir. Bu kararlar ile niteliksel toplumsal dönüşüm hedeflenmiş ve sermayenin birikim sürecine hizmet edecek yeni toplumsal yapının inşası süreci başlatılmıştır. Niteliksel dönüşümler bir takım niceliksel değişimlerin sonucunda ortaya çıkar, onun için bu değişimleri birbirinden ayırmadan incelemek gerekir. Nitelik ve nicelik değişimini anlaşılır bir şekilde Georges Politzer anlatısı ile sunalım; Sıvı halde suyu ele alalım. Suyu bir ısı kaynağıyla ısıttığımızı varsayalım. Geçen süre içinde su faklı farklı ısılarda olacaktır. Ancak dış görünüş itibarıyla suda hiçbir değişim fark edilemez. Aslında görünürde fark edilmeyen bir takım değişiklikler olmuştur, su zamanla 20 -30-50-70 -100 derece olmuştur.. Bu değişimlere nicel değişim diyoruz. Süreç devam ettiğinde su kaynayıp buharlaşacaktır. Buharlaşma anı niteliksel değişim anıdır. Toplumsal yaşayışta niteliksel dönüşümler bugünden yarına olmayıp bir takım niceliksel dönüşümler sürecinde gerçekleşir. Niteliksel dönüşüm süregelen birikim sonucunda bir anda ortaya çıkar. Böylesine bir dönüşümün demokratik şartlarda gerçekleşemeyeceği toplumsal ve örgütlü kitlesel muhalefetin engeller çıkaracağı çok açıktı.. 1980 lerden bahsediyorum O günleri yaşayanlar çok iyi bilir örgütlü kitle eylemlerinde milyonları aşan katılımların olduğu, toplumsal duyarlılığın ve muhalefetin üst düzeyde olduğu bir dönemdi. Derin bir toplum mühendisliği çalışmasıyla ülke enflasyon, işsizlik ve terör ortamına sürüklendi. Sıradan insanın bakışıyla ‘’kurtarıcı rolünde ordu’’ görevi başına çağrıldı. Yani 12 Eylül, ya da büyük abinin deyişiyle ‘’bizim çocuklar’’... Bizim çocuklar işe toplumda belleği silmekle başladı. Toplumsal hafızayı silmek için işsizlik, pahalılık ve mutlaka ölüm gerekiyordu. Bu yapıldı. Bu dönemde resmi rakamla milyonlarca tutuklu, 700- 800 binlerle ifade edilen hükümlü, binleri aşan kayıp, cezaevlerinde ölümle sonuçlanacak işkenceler ve yüzleri aşan idamlarla tarihimizin en kanlı darbesi yaşandı. Örgütlü yapıların bir daha kendisini kolay kolay doğrultamayacağı şekilde tasfiye edilmesi gerekiyordu, buda yapıldı. Örgütlenmeyi bırakın 2-3 kişinin yan yana gezmesi, piknik için bile insanların bir araya gelmesi engellendi. Örgütlülük öcü gibi işlendi belleklere. İlerde oluşacak örgütlenmeleri yozlaştıracak ‘’ kanarya sevenler’’ veya ‘’papatyalar’’ gibi örgütlenmelerin önü açıldı. Neden örgütlenme üzerinde bu kadar duruluyor du ? Çünkü Türkiye ve Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde uygulanmaya konan ve konacak neoliberal ekonomik programlara muhalefet edecek, toplumsal tepkiyi harekete geçirecek örgütlü tek bir odak noktası kalmamalıydı. Oluşacak örgütler ise işlevsiz ve niteliksiz olmalıydı. İnsanlarda günü kurtarma telaşından bir adım ötesini düşünmeyen, bireyselliği ve bencilliği ön plana çıkaran bir yapı oluşturulmalıydı. Başarıldı maalesef. Belirli bir meslek politikası ve planlaması olmayan örgütler oluştu. Omurgasız duruşlarıyla niteliksel dönüşüm anına yani üyelerini emek işçisine dönüştürecek sürece adım adım yaklaşıldığı dönemde hiçbir meslek politikası, planlaması ve duruşu olmayan örgütlerle geldik. Mevcut örgütler baskı grubu olmak veya örgütünün haklarını savunmak bir yana edilgen, işbirlikçi bir yapıya büründüler. Böylece iç çelişki kaynaklı gelişecek nitelikli örgüsel muhalefet ber taraf edildi. Bu durum sade eczacılar için değil tüm serbest meslek örgütleri için geçerlidir. Zaten Küreselleşme hedefiyle yola çıkanlar tek mesleği, bir örgütü değil hatta bir ulusu değil planı tüm dünya için yapmaktadır. İzmir Eczacı Odası Başkanı bir mesajında eksen kaymasından bahsetmişti, ben bir ilave yapayım hangi eksen kayması? Eksen kayması omurgalı bir yapıda, duruş sergileyen bir yapıda olur. Günü kurtarma ve yaranmadan başka bir duruş mu var? Varda biz mi göremedik ya da bizde algılama eksikliğimi var? Tekrar sürecin işlemesine dönersek; Mesleğimizi ve birey olarak kamusal haklarımızı ilgilendiren demeç 1987 yılında geldi.. Bu tarih eğitim ve sağlığın ülkemizde temel insan hakkı olmaktan çıkıp metalaşma yani ticarileşme sürecine geçmesi tarihidir. Dönemin başbakanı Sn. Turgut Özal bu tarihteki demecinde Eğitim ve sağlık harcamaları devletin başındaki yüklerdir derken, bu dönemde bütçedeki payları % 8.5 olan eğitim ve % 2.7 olan sağlığı devletin sırtındaki yük olarak tanımlanmaktaydı. Bütçeden aldığı pay % 30’ların üzerinde olan savunma için herhangi bir kısıtlama getirme gereği görmüyordu. Böylece temel hakları yük, militaristleşmeyi ise gereklilik olarak görüyor ve yeni dönemin tohumlarını atıyordu. Yeni yapılanma o dönemde başladı. Sağlık ve eğitim için kamusal hizmet, insani hak olma hedefi yerine, ticaret ve şirket mantığı ile yürütülme hedefi kondu. Buna uygun olarak yasal düzenlemeler ve yapısal uyum reformları hazırlandı. Ülkede uygulanmaya başlanan Ekonomik Liberalizasyonun bir gereği; Bu alanlar şirket mantığıyla kar zarar hesabına göre yürütülmeli, gerekirse satılmalı veya taşeronlaştırılmalıydı. İtirazlar tam bu noktada yapılması gerekirdi. Bunu yapacak nitelikli örgüt ve örgütler yoktu. Kültür emperyalizmi uzantısı kirli medya bombardımanı sayesinde yanlış bilgilendirme ve göz boyamalarla, suni gündemler oluşturularak örgütsüz ya da işleyişe uyumlu örgütler sayesinde, bireysellik ve benciliği şiar edinmiş tüm kitleler uyutuldu. Daha sonraki bütün iktidarların küçük büyük katkıları ile bu günlere gelindi. Bugün uygulanmakta olan Sağlıkta Dönüşüm Planı Türkiye de 1983 lerden bu yana uygulanmakta olan neoliberal sağlık politikalarının uzantısı niteliğindedir. Yoksa Bakan Recep Akdağ ın ifade ettiği gibi kendi icraatı değildir. Sağlıkta Dönüşüm Projesi 2003 Sağlık Bakanlığı sitesinde inceleyecek olursanız 37 sayfalık programın giriş bölümünde şu ifadeler yer almaktadır. ‘’1983 sonrası sağlık politikalarında önemli değişmelerin yaşandığı reform çalışmaları hız kazanmıştır 1990 yılı sonunda Dünya Bankası desteğinde yürütülen temel olarak sağlıkta reform çalışmaları konu edinmiş ve bu dönemde bu projeler Sağlık Projelerine dönüşmüştür. Sağlıkta reform hedefinin arayışının hedefi sadece hasta memnuniyetini artırmaya yönelik ‘’olmamalı’’, daha uygun maliyetle sunmak veya satın almak temel hedeflerinden biri olmalıdır.’’diye yazıyor. Yani planın 1983 ten bugüne süregeldiği SDP giriş yazısında itiraf edilmektedir. Neoliberalizmin hüküm sürdüğü Türkiye gibi ülkelerde SDP ile hizmeti satın alan ile hizmeti sunanın ayrılması (Bu amaçla 2006 16 Mayısında Ulusal ilaç kurumu, Tıbbi cihaz Kurumu kurulmuştur), rekabet, destek hizmetlerinin taşeronlaşması, hastanelerin şirketleştirilmesi, kullanıcı katkıları artırılması hedeflenmektedir. Bu reformlar sağlık sisteminin gereksiniminden değil ekonomik ve ideolojik etkenlerden kaynaklanmaktadır. Bu reformlar sağlıkta sorunları çözmek yerine sağlık harcamalarında kamusal harcamaların yanlış dağılımına sebep olmaktadır. SDP ile Devletin kamusal hak dediğimiz alanlarda rolünü azaltmak, devlet tekelini kırmak, devleti hizmet sunum noktasından satın alma ve düzenleyici noktasına taşımak, sağlık hizmet sunumunu ise özele devretmek hedeflenmektedir. Kanun hükmünde kararname ile Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Türkiye İlaç ve Tıbbi Ürünler Kurumu, Türkiye Hastane Birlikleri, Türkiye Sağlık hizmetleri Kurumu kurulması çalışmaları başlatılmıştır. Sosyal sorumlulukların devlet dışı aktörlere devredilmesi bu sayede Ulus devletin rolünün değiştirilmesi çalışmaları, piyasa işleyişi için gereklidir. Zaten neoliberal politikaların uygulandığı ülkelerde temel hedef, özerkleştirme sonrasında özelleştirme ile sermayenin toplulaştırılması sürecidir. Mevcut işleyiş toplumun çoğunluğunun aleyhine çalışmaktadır. Bazı çarpıcı verileri paylaşmak istiyorum. Veriler TUİK in harcamalara göre Milli gelir verilerinden alınmıştır. Ailelerin tüketim harcamaları içinde sağlığa yaptıkları harcama 1998 yılında % 2.6 iken sonraki yıllarda sırasıyla 2003 te% 3, 2006 da % 4.4 ve 2009 da % 5.4 şeklinde artarak gerçekleşmiştir. Yine Tüik verilerine göre ailelerin cepten sağlık harcamaları hem miktar hem de oran olarak artmıştır. 1999 yılında 3.77 milyar dolar civarında olan cepten sağlık harcaması 2007 yılında 8.53 milyar dolara ulaşmıştır. 2003 yılında % 18,5 Olan ailelerin cepten toplam sağlık harcamalarındaki oran 2007 yılında % 21,8 e çıkmıştır. Sağlığın bütçeden aldığı pay hala 2010 yılında bile % 5,4 düzeyinde olup GSYH % 1,4 düzeyindedir Küçük Amerika olma yolunda atılan bu adımların bütçesinin % 18 ini sağlık harcamalarına ayırdığı halde nüfusunun % 15-20 sine sağlık hizmeti hiç veremediği ( Obama nın Seçim çalışmalarında bu kozu kullanarak seçim kazandığı söylenir.) kalan nüfusa inanılmaz rakamlarda katılım ile hizmet verdiği bilinen gerçek olmakla beraber ısrarla bu yolda yürünmektedir. Sermayenin daha belirgin toplulaştığı Emperyalist Amerika da çokuluslu dev ilaç firmaları, medikal ve tıbbi cihaz firmaları, özel hastaneler ve doktorlar elbirliğiyle harcamaları tırmandırmaktadır. Sağlık sisteminin işleyişinden memnun olmayan çoğunluk sistemi ve sermayenin toplulaşmasını çaresizce izlemektedir. Ülkemizde harcamaların bu düzeylerin çok üzerine çıkacağı hesabıyla Sermayenin toplulaşma sürecine yönelik ciddi planlar ve yatırımlar yapılmaktadır. Koruyucu sağlık hizmetlerinin genel sağlık hizmetleri içindeki payına bakınca tablonun böyle devam edeceğini rahatlıkla görebiliriz. Koruyucu sağlık hizmetlerinin sağlık harcamalarındaki payı 2004 yılında % 5.05 iken 2007 yılında % 3.32 ye düşmüştür.( TUİK). Birazda mesleğimizdeki son dönem gelişmeleri bir gözden geçirmek istiyorum. Eczane işletmeciliğinde oluşturulan şartlar sonucunda artık 8000 in üzerinde ilacın 15000 i aşan ürünlerin ( reçete dışı ilaçlar, bitkisel ilaçlar, kozmetik preparat, homeopatik ürünler, performans destekleyiciler, diyet preparatları, besin takviyeleri, mamaların, hatta ortopedik cihazların, varis çoraplarının, diyabetliler için hazırlanan ürünler, kişisel sağlık ürünlerinin) 35 metrekare fiziki mekânda 1953 miatlı bir yasa ve buna bağlı çıkarılan sayısını sayamadığım yönetmelikle sürdürülemez bir gidişatta olduğu ortadır. Sürdürülemez diyorum çünkü mevcut eczaneler- çok az bir kısmı hariç - fiziki ve ekonomik olarak sürdürülemez dediğim noktada… İlaç fiyat ve karlılığı, ilaç tüketiminde ithal ve karlılığı düşük ürünlerin piyasa hacminin çok büyük kısmını kaplaması mevcut eczaneleri rasyonel işletme olmaktan çıkarmaktadır. Kaldı ki hizmet satın alan ve düzenleyicilerin yakın dönemde eczanelerden beklentilerini, mevcut eczanelerin tamamına yakının karşılayamayacağı açıktır. Çok yakın bir dönemde SGK nın ve tüketicilerin, ( müşterilerin, hastaların) Eczanelerden beklentilerinin sayacağım maddeler olması sürpriz olmamalıdır. Farmasötik bakım ve diğer hasta odaklı eczacılık kavramları I. interaktif hasta eğitimi, dozaj formları ve kullanım şekli uygulamaları II. İlaç danışmanlık hizmeti III. Klinik eczacılık uygulamasında hasta takibi IV. Hamilelerde ve emzirenlerde kronik hastalıklar V. Hasta dosyalarının incelenmesi VI. Kontraseptifler ve uygulamaları VII. Besin ve doğal ürünlerle ilaç etkileşimleri VIII. Kemoterapinin yan etkilerini izleme ve bildirimler IX. Kozmetik preparatlar X. Diyet preparatları ve diyet endüstrisi XI. Homeopatik ilaçlar XII. Bitkisel ilaç ve ürünler XIII. Sigara bıraktırmaya yardımcı çalışmalar XIV. Tüm bu çalışmaların doküman haline getirilmesi XV. Son olarak ta ilaç güvenilirliğinde eczacıya düşen roller SGK eczanelerden bu maddelere uyum isteyecek ve uyum derecesine göre farklı anlaşmalar dayatacaktır. İngiltere de İlaç alım ve sosyal güvenlik kurumu NHS( bizdeki karşılığı SGK olarak düşünülebilir) eczane açma kontratlarında eczaneleri aşağıda sayacağım şekilde sınıflandırdığını paylaşmak istiyorum. Temel hizmetleri veren eczaneler; Satış danışmanlığı, tekrar reçeteleri, atık yönetimi, klinik denetim, hasta memnuniyeti anketi düzenleme İleri hizmet veren eczane; Temel hizmetlerde yapılan hizmetlerin doküman haline bir ücret karşılığı yaptırılması Gelişmiş hizmetleri veren eczaneler; Birinci basamak sağlık hizmetleri organizasyonu, sigara bıraktırılması, grip aşılama hizmetleri, alkolle mücadele, cinsel sağlık hizmetleri… Şeklinde sıralanabilir. Bu hizmetler için ayrı müzakereler yapılarak anlaşma yapılıyor. Bizde SGK nın benzer çalışmaları başlattığı haberlerde yer aldı. SGK’ Kronik rahatsızlığı olan hastaları incelemeye aldığı, Hastaların izlenmesine yönelik teknik altyapı tamamlandığı duyuruldu. Amaç organ nakli, diyabet, KOAH, gibi kronik rahatsızlığı olan hastaların ilaca uyumu, ilaç alım saatlerinin düzenlenmesi, ilaçtan en üst düzeyde yarar görme v.s. Farmasötik bakım, iyi eczacılık uygulamaları, klinik eczacılık, mesleki hak… Derken sonuçlarla uğraşan bir yapıya ve bizlere geçmiş olsun demek düşecek Neoliberal piyasa işleyişi bu şartları yakında bizlere dayatacak. Serbest piyasa işleyişinin kimlere yarayacağını, eşitsiz gelişme yasası belirleyecek. İşletme sermayesi çok güçlü küçük azınlık eczanelerin bu yapıya uyum sağlayacağı kalanların karlılık ve verimlilik olarak sürdürülemez duruma geleceği açıktır. İşte bu noktada mevcut yasal zemini de hazırlamış olarak sermaye harekete geçecektir. Yeni yapılanma için lazım olan ucuz emek işçisi eczacı hızla hazırlanmaktadır. Eczacılık fakültelerinin hızla açılması arz talepten mi? yoksa derin niyetlerden mi? O zaman daha net görülecektir. Türk Ticaret Yasasında( 13.01.2011 6102 sayılı yasa ) kişisel şirketlerin açılmasına izin verilmesi tesadüf olmasa gerekir. Yakında işyerlerinde ücretli hale gelecek serbest meslek sahipleri beni çok şaşırtmayacak. Bu süreç Küçük burjuvanın sisteme entegrasyonu ya da emek işçisine dönüş sürecidir.( Zorunlu Uygunluk Yasası) Bu işleyiş bireylerin önceden düşünüp hesaplamaları sonucunda oluşmayacak, mevcut işleyişin bir sonucu olarak bir anda gelişecektir.. Kozadan kelebek çıkışı ya da bitkideki tomurcuğun çiçek açması gibi bir anda. Ancak bu anın gerisinde bir takım değişimlerin o anı hazırladığı unutulmamalıdır. Konuşacak konular sınırsız. İlaçta reklam, ilaçların kayda değer kısmının ödeme dışına çıkarılması, ilaç fiyat indirimleri, Kamu kurum ıskontoları, ilaç tanımı ve satış noktası karmaşası, muvazaa, Eczacılık fakültelerinin anlamsızca artırılması, Eczacılığın Ekonomik ve Sosyal örgütlenmeleri… Yok, edilmek istenen mevcut işleyişimiz ve konumumuz bizleri her konuda hassas ve titiz düşünme ve araştırmaya itiyor. Durum analizinden sonra denir ki çözüm ne? Çözüm başlangıçta örgütlülük derim. Örgütlenme ihtiyacı tarihsel süreçte çıkar çatışmalarının başladığı günden bugüne var olmuştur. Oluşan çıkar ilişkilerini düzenleyen en büyük örgütlenme devlet örgütlenmesidir. Yeni düzen kurucuları devlet örgütlenmesinin üzerinde bir örgütlenme yani küreselleşme hedefi ile dünya çıkar ilişkilerini düzenlemeyi hedeflemektedir. Bu süreçte iyi örgütlenemeyen bağımsız bireysel işletmeler hedef olacaktır. Bakkalları, hırdavatçıları, kırtasiyeleri… yok olan, zincire veya büyük sermayeye teslim olan bütün bağımsız bireysel işletmeleri düşünün.( Sermayenin toplulaşma süreci) Bu sistemde yaşamamız için tek şansımız, ciddi örgütlü yapıyla karar alma ve paylaşım süreçlerinde yer almamızdan geçer. Örgütlü yapının önemine yapılan bu atıftan sonra nasıl örgütlenme yi açmak gerekecek. Kolektif bilinci ve demokrasiyi özümsemiş, bireyselliği ve bencilliği aşmış üyelerden, demokratik işleyişi içine sindiren ve bürokratik yapılanmaya izin vermeyen, üyelerini geliştiren, belirli bir meslek politikası ve planlaması olan bir yönetimden oluşmuş ekonomik ve sosyal örgütlülük. Yani omurgalı cinsinden… Eczacılığın yasal örgütlülüğü yanında gönüllülük ve dayanışma ruhuna dayanan ekonomik örgütlülüğü olmazsa olmazıdır. Doğru işleyen kollektif bilinci özümsemiş, yön verici eleştirilere açık, bürokratik yapılanmayı reddeden, hiyerarşik işleyişi reddeden, paydaşları ile iç içe, paydaşlarına hesap veren, paydaşlarından hesap soran, geleceği planlayan, karar alma mekanizmalarında yer alan şeffaf bir örgütlülük. Bu örgütlenmeler meslektaşlarını geliştirerek olumlu değişimlere hazırlayacağı gibi olumsuzlukta da firesiz dik duruş sergileyecektir. 21 Aralık 2008 sürecini hatırlamanızı istiyorum.. Planlaması, hedeflemesi ne kadar gerçek örgüt anlayışından uzak olsa da, maddi kayıpların ön plana çıkarılması geniş kitlelerin desteğini sınırlasa da, bu örgütlü hareketimiz ülkede ses getirmiş ve eczacılığın birlikteliği takdirle karşılanmıştır. Aynı zamanda toplumsal saygınlığı maddi servet birikiminde arayan eczacı için de saygınlığını araması gereken noktayı göstermiştir. Örgütlü hareketlerin çıkar çatışmalarında mahrum olan çoğunluk la aynı duyguları yaşayacağı ortaya çıkmıştır. Örgütlü yapıların yerel ve ulusal organlarını oluşturacak seçimlerinde, işlevsel ve bahsettiğimiz ideallerle örtüşen yapıyı oluşturacak seçim süreçlerini hedeflemeleri yaşamsal zorunluluk halini almıştır. Aksi takdirde kurgulanan senaryo yaşam şeklimiz olacaktır. Şu anda burada ve Türkiye deki yaşanan seçim süreçleri değişimi belirleyecek süreçlere gebedir. Görünen o ki süreç hızla aleyhimize değişmektedir. Değişim sürecini dayatan dış şartların yanında iç faktör olarak bireysellik ve bencillik, niteliksiz örgütlülük aleyhimize işleyişin devam edeceği işaretini vermektedir. Örgütleri oluşturan bireylerin işleyiş algılaması ve duyarsızlığı göz önüne alınarak yakın bir süreçte mevcut işleyişi lehimize değiştirebilecek zıt hareketin gelişemeyeceği ve mevcut durumun aleyhimize gelişeceği kesin gibi görünmektedir. ….. Ecz. Mahmut Okuyucu İZMİR 24.09.2011