Ecz. Süleyman ARSLANTÜRK

 

 

“Eczacılığı tanıtmak, saygınlaştırmak, yüceltmek için bir günümüz olsun” çalışmalarını sonuçlandıran İ Ü Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Kasım Cemal Güven, Talebe Cemiyeti Başkanı Azmi Kerman, İstanbul Valisi Vefa Poyraz’ın da katıldığı Büyük Anfi’deki toplantıda birer konuşma yaparak, bayramımızı, günümüzü ilan ettiler. (14 Mayıs 1968). Taksim Anıtına çelenk koyarak, Spor ve Sergi Sarayında kutlamalar yaparak kamuoyuna duyuruldu.


“Tanrı cezası” kabul edilen hastalıklar, büyü, dövme, muska ile tedavi edilmiş.  M.Ö. 3000’lerde Mezopotamya’da Sümer tabletlerine ilaç tarifleri yazılmış. M.S 130-200 de eczacılığın babası Galenos ilaç tertipleri hazırlayarak bu işi ciddileştirmiş. 700’lerde Bağdat’ta eczane açılmış. 14 Mayıs 1839’da Mekteb-i Tıbbıye’deki “Eczacı Sınıfı” ile eczacılık serüveni başlamış. Çoğu zaman tıp, bazen de fen fakültesine bağlı okul olarak eğitim görülmüş. Uzun, yorucu uğraşlardan sonra, İstanbul ve Ankara’da fakülte olma hakkı kazanılmış (1964); eğitim rayına oturmuş. 1861’de bağımsız sanat ve meslek kabul edilen eczacılıkta Türk ve Müslüman olarak ilk eczane açma cesaretini, Ecz. Hamdi Bey, 1880’de İstanbul’da göstermiş. Şimdi ise, bir araya gelsek İnönü Stadı’nı dolduracak kadar, bir tezahürat yapsak sağır sultanı uyandıracak kadar çoğaldık, güçlendik.


46.sını kutlamakta olduğumuz her 14 Mayıs’ta, çıkacak yasadan, son iki yılda da çıkacak yönetmelikten medet umduk. Yönetmelikle belirlenecek, işe yarayabilecek biricik madde (2. Eczacı: Reçete sayısı ve/veya ciro gibi kriterlere göre çalıştırılması zorunlu olan….) de kitabına uyduruldu. Yasayı net anlayamadan, şimdi de yönetmeliği yorumlamaya çalışacağız. Çıka çıka, sadece 180 civarında eczacıyı ilgilendirecek, üç milyondan sonra ikinci eczacı (Bence ikinci diploma) gerekliliği çıktı. Yasada önce yazılan reçete sayısı değil, ciro üzerinden yola çıkılarak, eczacıya yer açma girişimi, akılların, fikirlerin hep para’da olduğunun açık göstergesi. Yetersiz, kalitesiz eğitime karşı en küçük bir tedbir alınmamış; küçük bir ilaç bulunmamış.


Eczacılar, “Üretim Yılı” kabul edilen 1900-60 yıllarında ilaç üreticisi olarak rahatı, keyfi, geliri iyi kimselerdi; “Dağıtım Yılı” olan 1960-90’da işi el yordamı ile idare ettiler.1990-2010 “Bilgi Devri”nde bocaladılar; sınıfta kaldılar. 2010’dan sonraki “Müşteri Devri”nde ise sararmış, solmuş, ölmüş yapraklar gibi tutunamayıp savruldular, saçıldılar; çok genç yaşta sonbahar’ı yaşamaya başladılar.

 
Hangi bilgi nereden, nasıl toplanacak, kime, nerede, nasıl, kaça sunulacak konularında kafa yormadan, kuru birer diploma, küçük küçük sermaye ile ortalıkta geziniyoruz. Bu ülkenin misafiri imişiz gibi umduğumuzu değil bulduğumuzu yiyoruz; her şeyin, herkesin değişmesini bekliyoruz; “Anladım ki dünya değişmeyecek, ben değişmedikçe” şarkısını söyleyemiyoruz.


Günlük vıdı vıdılarla, üç kuruşluk, beş kuruşluk suyunun suyu çıkarılmış hesaplarla günü kurtarmaya, kaytarmaya çalışıyoruz sürekli. Bu kadar çok oda, bu kadar zengin ve güçlü TEB yarım asra yaklaşan süreçte yeterli, gerekli yol yapamadı, işleri yoluna koyamadı. Ben daha iyi yaparım diyenler çok, ama, neresinden tutup, nasıl, ne yapacağını söyleyen neredeyse yok.

  
Günümüzde, dünyamızda eczacının namusu, şerefi, haysiyeti, görevi, ipi, can simidi “reçete”dir. Bilim yapanlar, bir reçetede eczacı neler yapacaksa madde madde sıralamalı. TEB, bu işler ne kadar zamanda yapılır, sekiz saatte kaç reçete hazırlanır belirlemeli. Çalışma uzmanları, değer tespitçileri dünya ortalamasına, ülkemiz şartlarına göre bu işin bedelini bulmalı. Noterler gibi, eczacı bu işi ayrı, sessiz, moral verici bir odada yapmalı. “Eczacı Hakkı” reçetenin kapsamına, bölgeye, bayrama, pazara, nöbete göre kullanıcı, devlet, ilaç üreticisi tarafından belli oranlarda karşılanmalı. “İlaç kullanıcıya, gerekli kontroller yapılarak, ilaç sorumluluğu, eczacı hakkı alınarak eczacı tarafından teslim edilir” cümlesi ile işi toparlayıp bir yere sağlam bağlayamazsak daha çok yıllar, anlamsız tariflerden anlam çıkarmaya çalışırız. “Yasa, kısa, öz, anlaşılır olmalı” ana kuralına uymadık; cezasını çekeceğiz.

 
Para kazanmak, ya başkalarının akılsızlığından, ya da kendi aklımızdan olurmuş. Başkalarının akılsızlığı devri kapandı.

 
Amerikalı, Alman, Japon eczacı kadar bilgili, Türk eczacıları kadar cesaretli, muhabbetli, Müslüman eczacılar kadar yardımsever, hayırsever, merhametli olmak, bilgi paylaşımını önümüze, gözümüze getiren teknoloji sayesinde hiç zor olmasa gerek.


Para ile uğraşmaktan vazgeçelim. Topumuzun parasını sol cebinden nakit çıkaracak çok insan var ülkemizde. Prof. Dr. Ahmet İnam, “Bilgi güzelleştirmelidir insanı” diyor. Bilgilenmek, güzelleşmek, keyiflenmek kirli para saymak kadar zor ve stresli değil.

Yaşı çok genç eczacılığa gönül koymadan gönül verenlere, emeği geçenlere, bu yollarda yürüyenlere yeni bilimsel bilgiler, bunları uygulayacak reçeteler, yeni güzellikler dilerim…
 

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat