Refah toplumu İsviçre bize hep peynirlerini ve çikolatasını hatırlatır-kahvaltının olduğu gibi çikolatanın da mutlulukla bir ilgisi olmalı- oysa İsviçre’nin meşhur yemeği fondü kıtlık zamanında insanların bir kapta peyniri eritip buna ekmek banmasıyla ortaya çıkmıştır. Refah paylaşınca oluşmaktadır. Paylaşınca bereket artar mı derler bizde de?
Refah bize çekirdek aileyi, gerçek hayatta köyden gelip 5-10 kişi yer sofrası kurmayı, filmlerde de pembe panjurlu evi hatırlatırdı eskiden, daha sonra Amerikan rüyasını hatırlatır oldu, artık mutlu azınlık için rezidansları, Amerikan arabalarını, mutsuz çoğunluk içinse akşama yiyecek ekmek bulabilmeyi hatırlatıyor. Ve insanlar sadece oruç tutarken aç kalırlarmış gibi iftar çadırları kuruluyor artık.
Çoğu zaman da devlet dolaylı dolaysız vergileri ile aldıklarını geri verirken hak değil, lütuf olarak sunuyor vatandaşına. Sosyal güvenlik sistemi çerçevesinde yapması gerekenleri sadakalaştırıyor. Emekçilere verilen bir rüşvet olsa da ehven-i şer olan sosyal devlet vatandaşının sağlığını korumakla yükümlüdür. Sağlık, insana bağlı, vazgeçilmez en temel haktır. İkinci kalitesi yoktur. Bilgi asimetrisi içindeki biz zavallı hastalar, hekim ne derse inanmak ve dediklerini uygulamak zorunda olduğumuzdan devlet bizim risklerimizi üzerine almalıdır.
Dünyanın en pahalı benzinini kullandığını arabalarının arkasına protesto amaçlı yazdıran toplum, sağlık sisteminde olan bitenden habersizdir. Acı ilaç şekere katılmaktadır. Devletin hastaneleri işletmeye dönüştürülmüş, hekimleri performans sistemi ile çalışan çıkarcılar olarak damgalanmış, sağlık sigortası kapsamında ödenen bedeller sürdürülebilir bir sistem oluşturmayı imkansız hale getirmiş, bir yandan ilaç fiyatı düşerken, hizmet fiyatı artmıştır. Meslek örgütlerini ele geçirerek sağlık meslek mensuplarını örgütsüzleştirme politikaları da bu dönüşümün birer parçasıdır. Vatandaş her hastaneye gidebilme olanağını göklere çıkarırken cebinden ödediği bedeller ve maaşından kesilen tutarlarla, ilaçlarının ödedikleri muayene katkı payları nedeniyle fiilen geri ödeme listesinin dışına çıkmış olduğunu fark edememektedir. Büyümede dünya birincisi olan devlet, vatandaşının hulus ve saffetinden mi yararlanmaktadır?
Son yıllarda sağlığın sektörleşmesi ve pembe dizileşmesi-ki neredeyse her kanalda sabah kuşağında bir doktorum programı vardır- evinde oturan belki okuma yazması dahi olmayan tonton teyzeleri bile her gün kendilerine başka bir teşhis koyabilecek donanıma sahip hale getirmiş, içimizden nice alaylı halk hekimleri çıkmaya başlamıştır. Aslında bu yeni bir gelişme değildir. Tıbbın halka mal edilmesi, sağlığın bireyselleştirilmesini beraberinde getirmiş, halk sağlığı politikaları ortadan kalkmış, Nusret FİŞEK’in 60’lı yılların sol coşkusu ile ortaya koyduğu sağlık hizmetlerinin sosyalizasyonu meselesi sadece konuyla ilgili panellerde anılan nostaljik bir öğeye dönüşmüştür. 61 anayasası gibi, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalizasyonu Hakkında Kanun da bize bol gelmiştir. Devlet, kendisini devlet yapan her alandan olduğu gibi sağlık alanından da usulca elini eteğini çekmektedir.
Oysa sağlık sektörü de diğer sektörler gibi kar amacı dışında bir amaç gütmemeye, önce hastalığı sonra ilacı pazarlamaya devam etmektedir ve “refah toplumu”nun üyeleri olan vatandaşlar savunmasızdırlar.
Her konuda idealize edilen Amerika’nın örnek aldığımız sağlık sistemi de “Tonton”un Houston’da bypass olması ile gözümüzde büyüdükçe büyümüştür. Oysa bundan iki sene önce ABD’de bir adam (muhtemelen sağlık reformu vaadi nedeniyle Obama’ya oy vermiştir) 1 dolarlık bir banka soygunu yaptı. Gerekçesi ancak hapishanede kronik hastalığını tedavi ettirebileceğini düşünmesi. Amerika hapishanelerindeki insani yaşam koşullarıyla övünür. Suçluyu koruyan “adalet”, dışarıda yeni suçlular üretmektedir. Hanimiş Amerikan rüyası? Vatandaşına ilk dolardan başlayarak (first-dollarcoverage) katkı payı dahi olmaksızın sağlık sigortası sunacağını iddia eden ABD’nin vatandaşı 1 dolar çalarak tedavi olmaya çalışmaktadır. 1 dolar sana, 1 milyon dolar bana, Davaro filminde Hıyarto’nun dediği gibi “bu nasıl üleşmek ula?”
Türkiye’de de sokak arasında “ne alırsan bir milyona” diyen milyoncular gibi günde 1 dolara özel sağlık sigortası pompalanmakta, özel sigorta şirketleri yıllık ve hastalık bazında sınırlamalar getirmekte, kronik bir hastalığınız varsa sizi sigortalamayı reddetmektedir. Sigortacılığın temeli olan risklerin devralınması ilkesi, “Paran yoksa hasta olma, limitin doldu hasta olma” zihniyetine evrilmekte ve devletin elini çekerek, sermayeye ama onun da yandaş olanına terk ettiği alanı doldurmaktadır.
Michael MooreSicko’da (Hasta) çökmüş durumdaki “hasta adam”, Amerikan sağlık sistemi nedeniyle tedavi olamayan hastaları Küba’ya götürüp tedavi ettiriyordu. Her şeyin üleşildiği, doktorun da şoförün de aynı maaşı aldığı sosyalist Küba’ya uygulanan Amerikan ambargosu ironikleşiyordu. Refah her şeyin başı olan sağlıkla doğrudan ilintiliydi ve ona ayrılan “kıt kaynakların” ne ölçüde adaletli paylaşıldığı ile.
Yüce Rabbim Cleveland dememişti bu defa ve hikayenin kahramanı, tedavi olmak için 1 dolar çalan adam şöyle demişti: “sistemi manipüle etmek zorundaydım” Yarin yanağından gayrı her şeyi paylaşanların ayak sesleri daha da yakından duyulmaktaydı. Çünkü Amerikan usulü fondü artık tadından yenmiyordu.