Dr. Ecz. Hilal Bardakcı
Farmakognozi Anabilim Dalı
Eczacılık Fakültesi
Acıbadem Üniversitesi
E-posta: hilal.bardakci@acibadem.edu.tr
Bağışıklık Sistemi Güçlendirici Doğal Ürünler Hakkında:
1.Bölüm
Çağlar boyunca insan ırkı tıbbi amaç başta olmak üzere çok çeşitli sebeplerden ötürü bitkilerden yararlanmıştır. Bitkiler binlerce yıldır var olan geleneksel tıp sistemlerini oluşturmakla kalmamış, günümüzün konvansiyonel tıbbının da temelini oluşturmuştur. Doğal kaynaklı ürünler ve bitkiler ilaç geliştirilmesi için ilham kaynağıdır. Bu oran dünya çapında klinikte kullanılan tüm ilaçların neredeyse %50’sini oluşturmaktadır. Bugün bile, bir tür RNA virüsü olan koronavirüs 2 (Covid-19) adı verilen yeni virüsün tedavisi için bitkiler ve doğal moleküller kullanarak ilaç geliştirme çalışmaları yapılmaktadır. Doğal bileşiklerle yapılan in silico (bilgisayar destekli), in vitro, in vivo ve klinik çalışmalar umut vaat edici sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Çin’in Wuhan kenti menşeili olan bu virüs tüm dünyayı etkileyerek 2020 pandemisine sebep olmuştur. Yeni karşılaştığımız bu virüs esas olarak solunum sistemini etkileyerek, hızla ağır pnömoniye yol açmaktadır. Yayılma hızı ve yüksek mortaliteye sebep olması nedeni ile, tüm sağlık çalışanları bu virüse karşı tedavi bulmak için zamanla yarışmaktadır. Bu amaçla, bitkiler ve doğal moleküller dahil olmak üzere Covid-19'a karşı çeşitli farmakolojik aktiviteleri olan çok sayıda ajan test edilmiştir. Yapılan klinik çalışmaların çelişen sonuçlar vermesi nedeni ile henüz söz konusu hastalığa karşı bir tedavi yöntemi geliştirilebilmiş değildir. Benzer şekilde önleyici bir aşının varlığından da bahsedemiyoruz. Bu noktada hepimizin öğrendiği en önemli şeylerden bir tanesi kuşkusuz ki aşıların önemi olmuştur. Aşı ve bağışıklama sayesinde hastalıkların ve ölümlerin önlenmesi en önemli halk sağlık müdahaleleri arasındadır. Geldiğimiz şu günde herhangi bir bağışıklama ve tedaviden söz edemediğimiz için kendi bağışıklığımızı eczacılarımız ve doktorlarımızdan yardım alarak korumamız gerekmektedir. Biz eczacılar bilimsel kanıta dayalı tıbba inanırız. Herhangi bir bitki, bitkisel metabolit veya doğal molekülün herhangi bir semptom veyahut hastalık için kullanılmasını önermeden önce bilimsel çalışmaları görmemiz gerekir. Konvansiyonel tıpta kullanılan ilaçlar ile bilimsel çalışma yürütmek ve değerlendirmek ile bitkiler ile ilgili bilimsel çalışma yürütmek ve değerlendirmek çok farklıdır. Çünkü ortodoks tıbbında kullandığımız ilaçlarda genellikle tek etken madde bulunurken, tek bir bitkinin içerisinde 100’den fazla bileşik bulunabilmektedir. Bu bileşiklerin birbirleri ile sinerjistik veyahut antagonistik etkileri görülebilmektedir. Çoğu zaman etkiden sorumlu tek bir bileşiğin varlığından söz edememekte, birden fazla bileşiğin bir araya gelerek etkiyi ortaya çıkardığına şahit olmaktayız. Ve daha da önemlisi bu bileşiklerin oranlarının pek çok etkene bağlı olarak değiştiğini görmekteyiz. Kanıta dayalı fitoterapi bizim için olmazsa olmazdır. Dolayısı ile biz eczacılar üzerinde yeterince bilimsel çalışma yapılmış takviyeler ile ilgileniriz.
Bağışıklık sistemimiz ile vücudumuzun antioksidan mekanizması birbiri ile bağlantılıdır. Çeşitli kaynaklardan serbest radikallere (lipit peroksit, hidrojen peroksit, tekli oksijen atomları vb.) yani eşlenmemiş elektronlara sahip olan moleküllere maruz kalan vücudumuz bir dizi savunma mekanizması geliştirmiştir. Bu radikalleri vücudumuzun kendi antioksidan sistemi [(enzimatik: superoksit dismutaz, katalaz, glutatyon peroksidaz) ve (enzmatik olmayan: glutatyon, L-arjinin, CoQ10, melatonin vb)] etkisiz hale getirir. Normal koşullar altında insan vücudu oksidatif hasara karşı kendini koruyacak bir denge içerisindedir. Bu denge, organizmaların hayatta kalmaları ve sağlıklı olmaları için gereklidir. Ancak içinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle (stres, çevresel koşullar, yetersiz ve dengesiz beslenme, sigara, çeşitli hastalıklar vb) vücutta normal giden bu oksidan-antioksidan dengesi bozulur. Söz konusu denge bozulduğunda da bahsettiğimiz kararsız yapıdaki serbest radikaller, kararlı hale gelmek için dokulara ve organlara saldırarak kalp damar hastalıkları, kanser, nörodejeneratif hastalıklar gibi çok ciddi hastalıklara neden olur. Bu noktada dışarıdan alacağımız antioksidanlar serbest radikallerin nötralize edilmesinde ve bu radikallerin yol açtığı hastalıkların önlenmesinde rol almaktadır.
Peki bu antioksidanlar neden önemlidir ve nelerdir?
Bağışıklık sistemimiz yabancı patojenleri ve tümörlü hücreleri tanıyıp yok ederek vücudumuzu hastalıklara karşı korur. Normal koşullar altında (dengeli beslenme, sağlıklı yaşam), vücumuz bu durumlara etkili bir immun cevap verebilmektedir. Vücudumuzun normal faaliyetleri sonucu oluşan serbest radikallerin miktarı arttığında ise bağışıklık sistemimiz baskılanır. İmmun sistemimiz oksidatif hasara oldukça hassas olmakla beraber, yeterli yanıtı gösterebilmesi için de antioksidanlar tarafından mutlaka korunmalıdır.
A, C ve E vitaminleri, çinko, selenyum, bitkilerde yaygın olarak bulunan fenolik maddeler (fenolik asitler, proantosiyanidinler, flavonoitler, antosiyaninler vb), çinko, selenyum, omega 3 ve 6 yağ asitleri, karotenoitler, ve elbette ki bu bileşikleri taşıyan bitkiler hepimizin bildiği antioksidan ve bağışıklık güçlendiricilere örneklerdendir.
C vitamini (Askorbik asit):
Bağışıklık denildiğinde ilk akla gelen takviyelerden birisi C vitaminidir. İnsanlar evrim sürecinde C vitamini sentezleme kapasitelerini kaybetmiştir. Bu yüzden ilk olarak C vitamini eksikliğininde ortaya çıkan diş eti kanamaları, yara iyileşmesinde gecikme, yaygın morluklar gibi klinik tablosu olan skorbüt hastalığının önlenmesi için dışarıdan C vitamini takviyesi mutlaka alınmalıdır. Yapılan bilimsel çalışmalar özellikle yüksek dozlarda C vitamininin antimiktobiyal ve immunmodülatör etkilerinin olduğunu göstermiştir. C vitamini, T-lenfosit çoğalmasına müdahale ederek immun sistemini uyarır. Aynı zamanda serbest radikallerle savaşarak antioksidan görevi görür. Aynı zamanda vücudumuzun temel yapı proteini olan kollajen yapımında görev almaktadır.
C vitamini aynı zamanda kolajen biyosentezinde rol alır. Askorbik asit eksikliği membran bütünlüğünün, mukozal epitelin ve bağ dokularda bozulmaya yol açarak özellikle skorbütte görülen diş eti hastalıklarının sebebidir. Benzer şekilde düzgün yara iyileşmesi ve kemik gelişimi için önemi de kolajen biyosentezinde rol almasındandır. Bunun dışında karnitin sentezi, redoks reaksiyonları, adrenal steroid ve kateşolamin üretimi, amino asit ve kolesterol metabolizması ve demirin bağırsaklar tarafından emilmesinde rol almaktadır. Metabolizmamızın sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için yetişkinler günlük 80-90 mg, çocuklar ise 35-80 mg C vitamini tüketmelidir. Günlük sebze-meyve (narenciyeler, kivi, kuşburnu, çilek, mango, brokoli, domates, patates, maydanoz, marul, ıspanak gibi) tüketimimizle C vitamini ihtiyacımızı karşılarız. C vitamini suda çözünebilen bir vitamin olduğu için fazlası böbrekler tarafından atılmaktadır, ancak 2000 mg üzerinde C vitamininin toksik olabileceğine dair çalışmalar mevcuttur.
Greyfurt, narenciyeler içinde en yüksek C vitamini oranına sahip olan meyvedir. Ancak greyfurt suyu karaciğerimizde bulunan sitokrom enzimlerden pek çok ilacın metabolizmasından sorumlu olan CYP3A4 enzimini baskılar. Benzer şekilde baskılama nar suyunda da görülmüştür, dikkatli tüketilmelidir. Bu enzim tarafından metabolize olan ilaçlar metabolize olamadan yüksek miktarda emilerek hasara yol açabilir. Bu durum narenciyelerden portakal veya limon meyve suları için geçerli değildir. C vitamini alayım derken vücudumuza zarar verebiliriz.
C vitamini için dikkat etmemiz gereken bir diğer nokta çok çabuk bozulduğudur. Bu nedenle C vitamini içeren meyvelerin kabuklarını tüketmeden hemen önce soymalı ve bekletmeden tüketmeliyiz. Aynı şekilde C vitamini içeren preparatları hazırladığımızda da yine bekletmeden tüketmeliyiz.
A vitamini:
A vitamini, göz sağlığı, epitel ve mukoza dokusunun bütünlüğü, hücresel farklılaşma ve hücre çoğalması ve en önemlisi bağışıklık sistemimiz için oldukça önemli bir vitamindir. C vitamininin tersine suda değil yağda çözünen bir vitamindir. T hücrelerinin çoğalmasını ve interlökin-2 salgılanmasını artırır. Çalışmalar A vitamininin normal bağışıklık sistemmizin çalışmasında merkezi rol oynadığını göstermiştir. Epitel doku hücre başkalaşmasından ve çoğalmasından sorumlu bileşiklerden olduğu için kanser oluşumu ile ilişkilendirilmektedir.
Genel olarak A vitamini eksikliğinin ana klinik belirtileri göz hastalıkları ile ilişkilendirilse de (gece körlüğü vb), bugün bu vitaminin eksikliğinin bağışıklık sisteminin düzgün çalışmamasına, anemiye ve artmış bulaşıcı hastalık morbiditesi ve mortalitesine yol açtığı bilinmektedir. A vitamini ihtiyacımızı karaciğer, böbrek, tereyağı, yumurta, böbrek, süt, somon gibi hayvansal kaynaklardan sağlamaktayız. Provitamin A ise A vitamininin başka bir türü olmakla karotenoitler formundadır. Karotenoitler ise bitkisel kaynaklardan elde edilir. β-karoten ve diğer karotenoit türleri, vücutta A vitaminin aktif formu olan retinole dönüştürülür. β-karoten, koyu yeşil yapraklı, açık sarı, turuncu veya kırmızı sebze ve meyvelerde (ıspanak, marul, portakal, havuç, kavun vb) bulunur. Retinol için önerilen günlük doz yetişkinler için 800-1000 μg, emzirenler için 1200-1300 μg, çocuklar için 400-1000 μg olmakla beraber, β-karoten için önerilen günlük doz yetişkinler için 5.4 mg, çocuklar için 2.4 mg’dır.
E vitamini (Tokoferoller):
E vitaminin bağışıklık sistemi üzerine etkisi antioksidan aktivitesi ile doğrudan ilişkilidir. Tıpkı A vitamini gibi yağda çözünen bir vitamindir. Hücre zarında bulunan çoklu doymamış yağ asitlerini oksidasyondan korur ve serbest radikal üretimini kontrol eder. E vitamini aslında dört tip tokoferol (α-, β-, γ- ve δ-tokoferoller) ve dört tip tokotrienol (α-, β-, γ- ve δ-tokotrienoller) için kullanılan kolektif terimdir. Bu formların tamamının antioksidan aktivitesi mevcut olmasına ragmen sadece α-tokoferol insan E vitamini gereksinimini karşılar. E vitaminin kuvvetli bağışıklık güçlendirici (T hücrelerinin çoğalmasını artırır, interlökn-2 üretimini artırırken, interlökin 4 ve 6 üretimini azaltır, COX-2 aktivitesini inhibe eder vb.). Vücuttaki yağ asitleri, kaslar ve kırmızı kan hücrelerinin korunmasında rol alır. E vitamini ihtiyacımızı yumurta, bitkisel yağlar (özellikle ayçiçek ve aspir yağı), margarin, mayonez, fındık, ceviz gibi besinlerden karşılayabiliriz. α-tokoferol için önerilen günlük doz yetişkinler için 12-15 mg, çocuklar için ise 5-12 mg’dır.
Proantosiyanidinler:
Flavonoit türevi bir bileşik grubudur, prosiyanidinler olarak da bilinir. Kateşin ve epikateşin oligomerleri bu grup bileşiklere örnektir. Proantosiyanidinlerin en kuvvetli antioksidan aktiviteleridir. Kalp ve damar işlevleri üzerinde özellikle etkilidir. Bitkilerde yaygın olarak bulunurlar. Üzüm çekirdeği başlıca proantosiyanidin kaynağıdır. Yaban mersini, kara mürver, frenk üzümü, trabzon hurması, keçi boynuzu, muz, fut, erik, kayısı, ceviz, nar, çam kabuğu, elma, yer fıstığı, badem proantosiyanidin kaynaklarından bazılarıdır.
Devam edecek…