Ecz. Reha Deniz ARDA
Aydın Eczacı Odası Delegesi
Merhaba, TEB 39. Olağan Dönem Kongresini mesleğine ve cumhuriyet değerlerine sahip çıkan eczacılar adına selamlıyorum.
Ülkemizin son 10 yılına baktığımızda hayatımızın bütün alanlarının bir dönüşümden geçtiğini görürüz. Gördüğümüz diğer bir şey ise insana dair bütün bu alanlarda yaşanan dönüşümlerin hiçte insani olmadığıdır.
Çünkü bu dönüşümlerin temel felsefesi kamuculuğun tasfiyesi, piyasacılık, ülkemizi cumhuriyet değerlerinin gerisine götürme ve emperyalist ülkelerle işbirliği olmuştur.
Bütün bu dönüşümler topluma ileri demokrasi ambalajıyla sunulmuş, bolca yalan söylenerek ve bitmek bilmeyen bir mağduriyet edebiyatı yapılarak gerçekleştirilmiştir.
İnsani olmayan bu dönüşümler sonucunda halkımız zarar görmüş, zamanında mücadele edilerek kazanılan hakları elinden alınmış, toplumsal yaşam gericileştirilmiş ve ülkemiz tamamıyla yabancı güçlerin kontrolüne girmiştir.
Bu dönüşümlere itiraz eden muhalefet odakları ya yok sayılmış ya da baskı altına alınmıştır. Baş edilemeyenler ise sahte deliller ve meczup gizli sanıklar kullanarak hapse atılmıştır.
Yaşanan bu dönüşümlere şöyle bir göz attığımızda;
- TOKİ’nin dere yatağına yaptığı konutlarda 5’i çocuk 9 kişinin öldüğünü, Van depreminin ardından çadırlarda yanarak can veren çocukları, deprem vergilerinin yol yapımına harcanmasını, zamanında “kumu denizden demiri hurdadan çektiğini” itiraf eden müteahhide verilen devlet ihalelerini,
-ucube denilerek yıkılan heykelleri, dünyaca ünlü sanatçımız Fazıl Say’a verilen hapis cezasını, tarihi eserlere çanak-çömlek denilmesini,
-şifreci ÖSYM ve başındaki Cin Ali’yi, yandaşlara dağıtılan sınav sorularını, ataması yapılmadığı için bunalıma girip intihar eden öğretmenleri ve onları yem bekleyen güvercine benzeten eğitim bakanını, bozuk sütlerle zehirlenen ilkokul çocuklarını,
- samanın ithal edilmesini, dışarıdan getirilen angusları, hepimizin yakından bildiği Ethem Bey’in “tarımı köylünün elinden almak için” bakan beyle yaptığı telefon görüşmesini, helal sertifikalarını, çiftçiye söylenen ananı da al git lafını,
- insanlık suçu olan Sivas katliamı davasının zamanaşımına uğramasını ve duruma başbakanın hayırlı olsun demesini, suçu olmayan insanların sahte deliller, gizli tanıklar kullanılarak suçlanıp haksız yere hapse atılmalarını, tecavüzcülerin serbest bırakılmalarını,
-ben bu ülkeyi pazarlamakla mükellefin diyen başbakanı, babalar gibi satılan kamu mallarını, satacak bir şeyimiz kalmadı diyen maliye bakanının itirafını, açlık sınırının altındaki asgari ücreti ve onun kat be katı milletvekili maaşlarını, bir emekçinin ömür boyu çalışsa biriktiremeyeceği parayı bir tv programcısının ya da Fatih Terim’in 1 ayda kazanmasını, dışarıdan getirilen kaynağı belirsiz karaparaları, işsizliği, üretime dayanmayan rant ekonomisini, gelir adaletsizliğini, yüzlerce işçinin iş cinayetlerine kurban gitmesini, emekliliğin hayal olmasını, 2 yılda emekli olan milletvekillerini, nereye gittiği bilinmeyen ve onlarca kat artan örtülü ödeneği, kıdem tazminatına göz konulan sigortasız, iş güvencesi olmadan çalışan işçi ve emekçileri,
-nükleer santralin küçük tüpe benzetilmesini, doğalgaz-elektrik zamlarını, kurutulan dereleri, katledilen ormanları, ağır metal içeren sağlıksız şehir şebeke sularını, devlet babanın yurtlarında- cezaevlerinde, işkence edilen- tecavüze uğrayan çocukları, kadının toplumsal yaşamın dışına itilmesini, kürtaj-sezaryen yasaklarını, başbakanın kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum lafını, yüzlerce katına çıkan kadına şiddet ve kadın cinayeti vakalarını, mahalle baskılarını, içki yasaklarını,
- Pamukova’da hızlandırılmış tren kazasında ölen insanları, bitmek bilmeyen trafik kazalarını, İstanbul’un cehenneme dönmüş trafiğini, dünyanın en pahalı internetini ve benzinini kullandığımızı,
- komşularımıza yönelik üretilen düşmanlık politikalarını, Suriye’deki insan boğazlayıp kalplerini yiyen cihatçı çetelere sağlanan destekleri ve karşılığında bir cihatçının “başbakan bizim babamız” demesini, Reyhanlı’da, Kızılay’da, Ulusta, Güngören’de , Antep’te , İstanbul’da, patlayan bombaları ve ölen, yaralanan onlarca insanı, görürüz.
Konu sağlığa geldiğinde gerekli önlemler alınmadığı için enfeksiyondan ölen ve bisküvi kolisinde ailesine teslim edilen bebekleri, özel hastanelerde uygulanmaya başlanan %200’e varan fiyat farklarını, yandaşlara, özel hastaneler üzerinden aktarılan paraları, eczaneler üzerinden alınan muayene ücretlerini, acil reçetelerinden dahi alınmaya başlanan reçete katılım paylarını, hastaya ödetilen ilaç fiyat farklarını, geri ödeme kapsamı dışına alınan ve alınması planlanan ilaç ve tedavi giderlerini, Kasko sigortasını andıran ve paran kadar sağlık anlamına gelen tamamlayıcı sağlık sigortasını, piyasada bulunmadığı için hastaların mağdur olduğu ve de yurtdışından daha yüksek ücretlerle getirtilen ilaçların varlığını (örneğin deposilin), kuş gribi yaşanırken kapatılan aşı üretim enstitüsünü ve dışarıdan tonla para verilip alınan ve de elde kalan aşıları, dışa bağımlı ilaç sanayisini , yeniden görülmeye başlanan kızamık, çocuk felci , verem vb bulaşıcı hastalıkları, namaz molası verilen ameliyatları, sağlık personeline uygulanan şiddet ve cinayetleri, ithal doktor getirme planlarını kısacası hastanı da al git anlamına gelen sağlık politikalarını görürüz
Ve eczacılık özelinde ise yoksulluk sınırının altında gelire sahip binlerce eczacıyı, potansiyel işsiz olarak okulunu bitirecek binlerce eczacılık öğrencisini, mantar gibi açılan ve işsizliğin de nedeni olan eğitim kalitesi düşük tabela fakültelerini, geleceğimizi tehdit eten zincir eczane ve marketlerde ilaç satma projelerini, bizleri zarara uğratarak yapılan fiyat düşüşlerini, hastayla bizi karşı karşıya getiren muayene ücreti tahsilatlarını ve bunun karşılığıymış gibi sunulan ve de bir şişe su bile gelmeyen meslek hakkını görürüz.
İşte size kısa bir özet. İsteyen uzatabilir ek yapabilir.
Dönüşümlerin bizlere ve halka yansımaları bunlardır. Yandaşlara ise başka yansımaları olduğu muhakkak.
Bütün bu dönüşümlerin kendisine karşı yapıldığını bilen, iktidar tarafından ihmal edilen, yok sayılan, zarar gören halkımız gerekli cevabı, 31 Mayıs’ta başlayan ve geçtiğimiz yaza damgasını vuran Gezi Direnişiyle vermiş oldu. Hepimizin moralinin bozuk olduğu, kimimizin “bu ülkede yaşanmaz artık” dediği bir dönemde milyonlarca insan isyan etti. Bütün her yer taksim oldu, direniş oldu. İktidara senin giydireceğin kıyafet bana dar gelir dendi.
Ne organik olduğu iddia edilen on binlerce biber gazı fişeğine, ne on binlerce litre kimyasallı suya nede plastik mermilere aldırmadan hakkını aradı. İnsana dair bütün alanları bir bir rantsal alanlara dönüştüren, gericileştiren iktidarın politikalarına dur dedi. Kendisini padişah, halkı da tebaası gören zihniyete meydan okudu. Boyun eğmeyeceğini haykırdı.
Boyun eğmeyeceğini haykıran halkımızın yanında bir çok meslek örgütü de tehditlere kulak asmadan, tabanına güvenerek ve sahip çıkarak yerlerini aldılar. Topluma olan mesleki sorumluluk bilinciyle hareket ettiler. Hem onurlarına hem ülkelerine, hem de mesleklerine sahip çıkmış oldular.
Tüm toplumsal kesimlerin kendini var ettiği, bu gerici dönüşüme artık yeter dediği bu hareketlilikte baştan beri toplumsal hiçbir harekette kendini göstermeme çizgisini en başından beri koruyan meslek örgütümüz TEB maalesef ki yoktu.
Suya sabuna dokunmayan bir açıklamayla yetinen, üç maymunu başarıyla oynayan, yandaş basında yayınlanan penguen belgeselinin etkisinde kaldığını düşündüğümüz örgütümüz TEB sanki her şey normalmiş gibi davranmayı tercih etti.
Örgütümüzün, direnişin simgelerinden olan duran adamdan esinlenerek hareket etmemeyi tercih ettiğini maalesef ki düşünmüyoruz.
Örgütümüz, mesleğimiz ve ülkemiz bir uçurumun eşiğine getiriliken susmayı, meslektaşlarına sahip çıkmamayı maalesef bir örgüt politikası haline getirmiştir.
Maalesef durum budur .
Halkın bütün ülkede sokağa döküldüğü, parklardan tutunda mezuniyet törenlerine kadar her yerde direnişi sürdürdüğü, onca insanın gözünü kaybettiği ama gözüm üzerinizde demeyi bildiği, binlercesinin yaralandığı, altı evladımızın polis tarafından öldürülmesine rağmen korkusuzca, yılmadan müthiş bir enerjiyle iktidara boyun eğmeyeceğini gösterdiği yeter artık dediği bir sürece örgütümüz kulaklarını tıkamış, gözlerini kapatmıştır.
Kendini kapalı kapılar ardında pazarlıklara alıştırmış, tabanından kopuk, kişisel hırsların ön planda olduğu ve üyelerinin ve de ülkesinin gerçek gündemlerine yoğunlaşmayan bir örgüt haline gelmiştir.
Bugün Gezi diyince aklına örgüt imkanlarıyla dolaşılan yurtdışı gezileri gelen bir örgüt haline gelmiştir.
Durum budur ve tablo epey karanlıktır.
Bizler bunu hak etmiyoruz.
Bu ülke bu meslek bu kadar haksızlığa uğrarken duran bir örgüt istemiyoruz.
Direnişe destek veren üyeleri İTS üzerinden tespit edilmek suretiyle ceza verilmekle tehdit edilirken ses çıkarmayan bir örgüt istemiyoruz.
Siyasi iktidarın odaları kapatmakla yada kendine bağlamakla tehditler savurduğu bir dönemde susan bir örgüt istemiyoruz.
İstemiyoruz ve şunu bilmenizi istiyoruz. Gezi hepimize umut aşıladı, enerji verdi.
Bir şeylerin mücadele edilirse değişeceğini öğretti.
Bundan sonra siz sussanız da dursanız da bizler susmayacağız durmayacağız. Bilin ki mesleğine, ülkesine, geleceğine, onuruna sahip çıkan çokça kişiyiz.
Siz böyle durmaya, sorunlarımızın üzerinden atlamaya, masal anlatmaya devam ederseniz biz durmayacağız, masallarınızı dinlemeyeceğiz.
Yeni bir eczacı hareketi yaratmanın arifesinde olduğumuzu bilmenizi ve gözümüzün üzerinde olacağınız bilmenizi istiyoruz.
Konuşmamı bitirirken bu duyarlılığa sahip bütün meslektaşlarımı birlikte mücadele etmeye mesleğimize ve elimizden alınmaya çalışılan cumhuriyetimizin değerlerine sahip çıkmaya çağırıyorum.
Bizi hiçe sayan yöneticilerimize ise zamanı gelmiş bir fikri engelleyecek hiçbir güç yoktur sözünü hatırlatmak istiyorum.
Son olarak tinerci, çapulcu, genç, yaşlı, kadınlı erkekli eczacılar olarak diyoruz ki mesleğimizi ve cumhuriyeti yedirmeyiz.