Küreselleşme, dünyadaki tüm zenginliklerin ulus ötesi şirketlerde ve gelişmiş ülkelerde toplanmasına olanak verdi. Başta enerji gibi bu zenginlikler çağımızın süper güçlerinin eline geçtikçe merkez ve çevre ülkeler arasındaki eşitsizlik derinleşmeye devam etti. Emperyalizm tüm şehvetiyle başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın dört bir yanına daha çok kötülük yaymaya başladı. Eskiden silah ve askerlerle istila edilen ülkeler, bugün ülke yönetimlerini karıştırarak ve iç savaş çıkararak sömürülmektedir. Süper güçlerin yeni kuralları ile böylece yenidünya kurulmuş oldu.
Ancak süper güçler zenginlikleri kendi ülkelerine, fakirliği ise çevre ülkelere hapsetmiş olsalar da terörizmden ve göçmen nüfus sorunundan bir türlü kaçamadılar. Bazen bitmeyen savaşlar, bazen de daha önce beslediği terör örgütünün –ABD ikiz kule örneği gibi- silahı kendine döndü. Görünen odur ki emperyalizmin zarar verdiği her ülkeden kendisine zararlı bir tortu kalmıştır.
Dünya üzerinde en fazla müdahale edilen ve savaşların yaşandığı bölge Ortadoğu’dur. Din ve Petrol, Kan ve gözyaşını bu bölgenin genetiğine işletmiştir. Bomba, katliam, terör haberinin olmadığı bir gün neredeyse kalmamıştır. Sıcaklığını yakından hissettiğimiz Irak işgaline dâhil olmaktan son anda kurtulmuş iken, bu defa Suriye iç savaşının merkezinde bulduk ülkemizi.
Suriye iç savaşı din, mezhep, jeopolitik konum, iktidarın el değiştirmesi, enerji gibi çeşitli gerekçelerle çıkarılmış olabilir. Ancak bu savaşın gerekçesi olmayacak tek madde, demokrasidir. Irak bir yana son olarak Mısır’a getirilen sözde demokrasinin sonuçlarını görüyoruz. Neden bu kadar bu savaşın içine girdiğimizi anlamış değiliz. Silah temin edecek ve silahlı güçlere destek verecek kadar taraf olmak hiç bir mazeretle açıklanamaz. Komşu ülke olarak sığınmacılara elbette yardım etmek insani görevimiz. Ancak buradaki savaşta halkın değil, kan döken bir kesimin tarafındayız.
Suriyeli bir mülteci kendisiyle yapılan bir röportajda, “Esad diktatördü ama sekülerdi. Din savaşlarını görünce, diktatör zamanları özler olduk” demiştir. Ayrıca kentimizde konuştuğumuz mülteciler “hem Esad rejimini, hem de İslami grupları katil ve suçlu” olarak gördüklerini söylemektedirler. Ortaya çıkış nedeni ne olursa olsun bugün Suriye’de, hükümet güçleri ile İslami gurupların etnik ve mezhep savaşı yaşanmaktadır.
Elbette Suriye’de devam eden savaşta taraf olan Türkiye’nin izlediği politikanın bir bedeli olacaktır. Bir ömür komşu olacağımız bir ülkede, meydana gelen hasardan bizde etkileneceğiz. Sınırlarımızda, kentlerimizde patlayan bombalar, mülteci kamplarının sorunları, Türkiye’nin her yerine yayılmış Suriye’li nüfusun gelecekteki durumu gibi meselelerle karşı karşıyayız.
Küresel güçler teröre ve göçmen nüfusa engel olamadığı gibi bulaşıcı hastalıklara karşı da etkisizdir. Hatta terör ve göçmen sorunu gibi bulaşıcı hastalıklar da küresel emperyalizmin sonuçlarındandır. Fakirliği hapsetmesine rağmen terörü ve göçmenleri bir bölgede tutamadı. Bulaşıcı hastalıklar savaş bölgesinin yıkıntılarından, yoksulluktan doğmuş olmasına rağmen bir şekilde gelişmiş ülkelerin güvenli alanına sızmaktadır.
Benzer şekilde özellikle yaşadığımız bölgeyi yakından ilgilendiren çocuk felci gibi önemli bir bulaşıcı hastalık yeniden üremiştir. Birleşmiş Milletlerin Suriye’de çocuk felci salgınının varlığını tespit ettikten sonra, Dünya Sağlık Örgütü Suriye, Türkiye, Lübnan, Irak, Ürdün, İsrail ve Filistin’i kapsayan bölgede sekiz aylık aşı kampanyası başlattı. Bu ülkelerde 22 milyon çocuğa aşı yapılması gerektiğini açıkladı.
Çocuk Felci, poliomyelit virüsünün sebep olduğu, hastalığa yakalanan bazı çocuklarda kalıcı felce yol açabilen bulaşıcı bir hastalıktır. Su ve besinlerle ağız yoluyla bulaşır. Çocuk felci hastalığından korunmanın en etkili yöntemi aşılanmaktır. Ülkemizde 1963 yılından beri çocukluk döneminde çocuk felci aşısı uygulanıyor. Ancak çarpıcı olan Türkiye’de son çocuk felci vakasının 1998 yılında görüldüğüdür. 2002 yılında Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi ile birlikte çocuk felcinden arındırılmış ülke sertifikası alan Türkiye’de mevcut durumda çocuk felci vakası bulunmamaktadır.
Sadece ülkemizde değil 1988 yılında Dünya Sağlık Asamblesinde çocuk felci hastalığının ve etkeni virüsün tüm dünyada yok edilmesi kararı alındı. Bu karar doğrultusunda başlatılan aşılamalar sayesinde 1988 yılında 125 ülkede 350 bin çocuk felci hastası varken 2012 yılında sadece üç ülkede (Afganistan, Pakistan, Nijerya) bölgesel düzeyde 223 vaka görüldü. Bugün ise yıllardır görünmeyen, kökü kurutulmuş bir hastalık savaşlar yüzünden tüm dünyaya tekrar musallat oldu.
Diğer anlamlı ve önemli sözleri gibi Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” sözünü bu ülkeyi yönetenlerin hep şiar edinmesi gerekmez miydi?