Evet uygulanan sağlık politikaları ile halkın görece çok rahat ulaşabildiği ancak niteliksiz bir sağlık sistemi oluştu.
Bir tür saadet zinciri ama en alttakilerin durumdan henüz haberi yok.
Bakanlığın övdüğü artan hasta muayene sayısı iyi değerlendirilmemiş, niteliksiz hasta muayenelerine dönüştü. Çünkü niteliği değil niceliği önemseyen bir başka söylemle yapılan işin kalitesini değil numerik değerini esas alan sağlık sistemi getirildi.
Eğitim ve araştırma hastaneleri ile üniversite hastaneleri eğitim ve araştırmadan uzak hizmet hastanelerine dönüştürüldü. Üniversite hastaneleri son düzenlemelerden sonra doktor yetersizliği sebebi ile neredeyse sağlık sisteminin dışında kaldı. Bu diğer hastanelerdeki iş yükünü daha da arttırdı. Hekimler az zamanda daha çok tetkik isteyerek hastayı daha az doğrudan muayene eder hale getirildiler.
Hastalar da o poliklinik senin bu poliklinik benim o hastane senin bu hastane benim dolaşır oldular. Zaten sıkıntılı sağlık hizmetleri daha da işin içinden çıkılmaz bir hale geldi. Bu arada mantar gibi tıp fakültesi açıldı. Sanırım Türkiye’deki toplam sayı 74. Bu şekilde ucuz emek gücü yaratıldı.
TCK yasasındaki olası kast ve bilinçli taksir tanımlaması defansif tıbbi ve tetkik sayılarını arttırdı. TCK korkusu ile hekimlerde komplikasyon çıkabilecek hastaya dokunma korkusu yarattı ve bu hastaları daha büyük merkezlere sevk etme yaklaşımı ortaya çıktı. Bu bazı hastanelerde iş yükünü daha da arttırdı.
Bakanlık önce kendisine bağlı hastanelerde daha sonra da üniversite hastanelerinde hekimlik hizmetini “performans sistemini” yaşama geçirerek parça başı iş ya da ne kadar alışveriş o kadar fiş hesabına getirdi. Aslında tam günle uzaktan yakından alakası olmayan bir tam gün yasası çıkartıldı. Bu şekilde halkın gözü boyandı ama diğer taraftan devlet sağlık hizmetlerinden hızla çekilmenin de yolunu buldu. GSS, birinci basamakta aile hekimliği ve hastanelerde performans uygulaması ile aslında sağlık paralı hale getirildi.
Hastanelerdeki performans uygulaması iş barışını bozdu ve sağlığı bir ekip hizmeti olmaktan çıkarıp doktor ve diğer sağlık çalışanları! kavramını yarattı. Hastanelerde laboratuar tetkiklerinden radyolojiye, temizlikten yemek hizmetlerine kadar tüm operasyonlar satın alındı (taşerona verildi). Burada taşeron işçiler çalıştırıldı. Bu işçilerin eğitimi, sağlığı, iş güvencesi sağlanmadı. Sendikaya üye olmak sözleşme feshi için yeter sebep sayıldı. Yardımcı sağlık hizmetlerindeki bütünlük kayboldu ve ekip yapısı bozuldu. Hekimler yalnızlığa itildi.
Performans sistemindeki değişikliklerle birlikte hasta yerine müşteri tanımlaması getirildi. Müşteri memnuniyeti kavramı ile birlikte hastaneler ticarethaneye dönüştü/dönüştürüldü. Beraberinde müşteri her zaman haklıdır bakış açısı geldi.
Acil servislerde iş yükü, eleman azlığı, tıbbi donamım yokluğunun faturası hekimlere çıkartıldı. Günlük ve nöbetler sebebi ile haftalık çalışma saatleri arttı. Hastanelerdeki eleman eksikliğinden kaynaklanan bürokratik işlemler ve hekimlik uygulamaları dışında yapılması gerekenler hekimlerin sırtına yüklendi. Hekimler hasta bakmak yerine bilgisayara bilgi girmek zorunda bırakıldı.
Hekimlerin performans uygulamasından kaynaklanan ancak emekliliklerine yansımayan aylık maaşları gelecek kaygısını da beraberinde getirdi. Esas olarak bu yeni sistem geleceğe kaygıyla bakan doktorları, iş barışının olmadığı, kişisel doyumun az yaşandığı, nicelik olarak fazla ama niteliksiz sağlık hizmeti sunumuna yol açtı.
Performans sistemi ile devlet hastanelerindeki doktor odaları muayenehanelere dönüştürüldü. Bu şekilde sayı olarak fazla ancak kalitesiz ve vasıfsız iş puanlanarak, hastasına tanı koyan ve tedavi eden hekim yerine “puan toplayan hekim” yaratıldı. Tanı ve tedavi gecikmeleri ve aşırı tetkik isteyen hekimlik uygulaması başladı. Bir yanda sağlık sistemi özelleştirilirken diğer yanda hekimlere yönelik “bunlar iğne bile yapamazlar”, ““bıçak parasını artık alamayacaklar” şeklinde beyanlarla halkın doktorlara güvenini yıkıldı ve sağlıkçılar hedef gösterilerek bir şiddet unsuru olarak kullanılan SABİM (Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi ) hattı kuruldu”verilen kamu hizmeti değersizleştirildi.
Esas olarak sağlık sisteminin eksikliklerini ve kurumların fiziksel yetersizliklerini başta hekimler olmak üzere tüm sağlık çalışanlarına yıktılar ve sorumluluğu üstlerinden attılar. Tarif ettikleri ve aslında göz boyadıkları “sağlıkta dönüşüm projesi” de tam olarak buydu. Nedeni de; sağlık hizmetlerinin ileride tamamına yakınının özelleştirilmesi için ortam yaratmak, bu sektörde çalıştırılacak hekimlerin emeklerini ucuzlatmaktı. “Bunlar bakamazsa biz size ithal hekim getiririz.”
Hastanelerde hasta hakları birimi kurulurken sağlık çalışanlarının haklarının savunulduğu ve korunduğu bir birim kurulmadı. Gazetelerdeki 3. sayfa haberleri ile hekimlere yargısız infaz yapıldı ve bu durum hükümet yetkilileri tarafından da körüklendi. “Evet tüm sağlık sisteminin sorumlusu olan hekimler elbette çok şeyi hak ediyorlardı.”
Hekimlerin verdikleri emek değersizleştirildi.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken TTB’nin vatandaşa verilen sağlık hizmetlerindeki doğru duruşu, görev tanımında yer alan “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesi” maddesinin 663 sayılı KHK ile kaldırılması ile ahlaksal açıdan olmasa bile hukuki açıdan sakatlandı.
663 sayılı Kararname ayrıca; “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak” ifadesini Türk Tabipleri Birliği kuruluş kanununun (ki Meclis tarafından hazırlanmış ve benimsenmiştir) 1. maddesinden çıkartmaktadır. Görev alanının bu şekilde daraltılmasıyla TTB’nin; sağlık hakkına, sağlık hizmetlerine erişime, toplum sağlığına ve hastaların kişisel sağlığına olumsuz etkide bulunacak girişimlere ve düzenlemelere karşı hukuk yoluna başvurması engellenmeye çalışılmıştır. Yeni Kararname ile TTB’nin; örneğin genel sağlık sigortası kapsamına giren tıbbi işlemlere getirilen sınırlamalara veya toplum sağlığı açısından yaratacağı tehlikelerden hareketle gümüş ve altın madenciliğinde siyanür kullanılmasına karşı hukuki girişimlerde bulunurken bu maddeyi dayanak almasını güçleştirmek hedeflenmiştir. TTB’nin görev alanının bu şekilde daraltılması yalnızca hekim bağımsızlığını zedelemekle kalmamakta, ayrıca hastaların sağlığını da tehlikeye atmaktadır. http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/dtb-3161.html
Artık hekimler, yılardır söyledikleri iş güvencesi, gelir güvencesi, mesleki bağımsızlık istemlerinin yanına -belki de en başına- can güvencesini koydular. Acil nöbetleri can pazarı haline dönüştü.
Özetle,
Hastanelerde güvenlik hizmetleri arttırılmalı ancak bu, hekim hasta ilişkisine zarar vermeden ve mesleki etik kurallara uygun olarak yapılmalı.
TTB’nin yetkileri artırılmalı.
Politikacıların/bakanlık üst düzey yetkililerinin hekimler ve sağlık çalışanlarını hedef gösteren, değersizleştiren söylem ve üsluplarından vazgeçilmeli.
Nitelikli bir sağlık hizmetinin sağlandığı, çalışma barışının korunduğu ve sağlığın sosyal bir hak ve ekip hizmeti olduğu bir ortamda yaşamanın bir hak olduğunun bilinmesi sağlık çalışanlarının olduğu kadar vatandaşın da hakkıdır.
Hekime şiddet uygulayanların ağır cezalarla korkutulması, bu şekilde kalın zırhlı duvarlar ya da milyon dolarlık güvenlik tarayıcıları arkasında mesleğimizi yapmak zorunda kalmak yerine hasta hekim ilişkisini özgürce yaşayabileceğimiz, teknik donanım ve insan gücünün yeterli olduğu bir sağlık ortamının yaşama geçirilmesi, şiddeti önlemenin ilk ve ana halkasıdır.
İnsana, bireye saygı duyulan bir ortamda elbette hekime de saygı duyulur. Eğitimin ve uzmanlığın düşman ilan edildiği bir toplumda ise herkese olduğu gibi hekime de şiddet uygulanır.