Ecz. Yılmaz UMAR
İnsanlık tarihinin, başlı başına bir mücadeleler tarihi olduğunu ifade eden bir cümle hatırlıyorum. Aklıma bir kez düşerken bilgi, gel de yazma!
Eczane hizmetlerinin yaz rehavetinde klimalı ortamlarda kavrulduğu günlerin vermiş olduğu rahatlık(!) fazla gelince soluğu bilgisayarımın tuşlarında aldım.
“Çağdaş Eczacılık Hareketi”nde hedeflere ulaşıp yeni hedefler belirlenemeyince, gelen kuşağın bireyleriyle de sürdürülebilir beraberlikler ne yazık ki sağlanamayınca, örgütsel anlamda eczacılık tabanında -örgütlerimiz varlığını sürdürse de- dağınık bir kompozisyon ortaya çıkmıştır. Eczacı yönetim kadroları ecza kooperatiflerimizin etrafında çalışmalarını yoğunlaştırmış olduğundan--(ki kooperatif kurulan illerde ülkemiz eczacı hareketine yön veren hareketli ve mücadeleyi sürdürülebilen nitelikte götürmeye kararlı olan kadrolar vardı)--eczacı odalarının yürüyüşleri yavaşladı. Önceki yazılarımın birisinde mesleğimizin bu tarihsel diyebileceğimiz dönemecinden söz etmiştim. Eczane eczacılığı yaşamı olan meslekdaşlarımız, 90 lı yılların sonlarına doğru giderek azalan hatta problemlerin çok çok karmaşık bir şekilde geleceğinin habercisi sayılabilecek gelir kayıplarıyla karşılaşmaya başladı. 2010 yılına gelindiğinde ise tehlikeyi, uyarı döneminin sona erdiğini, kayıpların hızla artmaya devam ettiğini, herkes birlikte yaşamaya başladı.
Yaşamda bana en zor gelen sosyal iletişim, ölü evini ziyaret ve konuşacak kelimeler bulabilmek. Ne denli uğraşırsanız uğraşın zamanı geri sarıp kaybı önleyemiyorsunuz, böyle bir şansınız elbette bulunmuyor.
Merhuma ön koşulsuz rahmet dilemek halkımızın ortak dili. Ancak yaşamda, kayıp olmaması için de elinizden geleni paylaşabiliyorsunuz.
Eczacılık mesleği için de galiba son’dan önceki dönemdeyiz. Çırpınmalarımız bu yolda. “Ne kurtarırsak kurtaralım” kaygılarının ağırlığında mücadele veriyoruz.
Sormamız gereken soruların çokluğunu herkes biliyor.
Mesleğin ekonomik ve giderek sosyal aşınmasının gerçek sorumluları kimlerdir?
İçinde bulunulan kaotik durumdan çıkabilmenin nasıl bir mücadele gerektirdiğini biliyor muyuz?
Son 10 yıl içersinde eczacılık mesleğinin geleceğine yönelik oluşturulmuş projeler var mıdır, varılması gereken hedefler belirlenmiş midir?
Bu süre içersinde mesleğini yaşayan eczacı meslekdaşlarımızdan kaçı kendi meslek örgütlerine emek verip zaman harcamış, kaçı gönülülük esasında örgütlerine sahip çıkmıştır?
Eczacılık meslek etiğine, bire bir eczacının sahip çıkması gerekirken, neden meslek örgütlerimiz daha çok sahip çıkmak zorunda kalarak inzibati tedbirleri uygulamışlardır?
Tüm çözülmenin sorumluluğunu siyasi otoritelerin tercihlerine dayandırmak mı doğrudur?
Benzeri diğer soruların cevaplarının da olumlu olmayacağını bilmekteyiz. Moral çöküntüsü içersindeyiz hepimiz. Bu arada atlamadan ifade etmek zorunda olduğumuz konu; tüm zamanların en kötü koşulları yaşanırken her türlü fedakarlığı sunarak zaman ve emek harcayan Türkiye’mizdeki eczacı meslek örgütü yönetici meslekdaşlarımızla gurur duymaktır. Bizi zayıflatan bir davranış biçimi de, mesleğimizle ilgili hemen hemen her şeye eleştirel bakarak şikayet histerisine tutulmuş olmaktır. Farkında olalım ya da olmayalım, halen yaşayan bu histerik model çok yaygındır. Devamında, hayali çözümler üretilerek, beklenilen olumsuz sonuçlara da katkıda bulunabilecek nitelik taşıyor, bu model.
İnsanoğlu insan olarak, cevabı zor verilebilecek, ancak sorulması hiç mi hiç güç olmayan bir soruya gelmiş bulunuyoruz: “Ne yapılmalı ve ben ne yapmalıyım?”.
Anlaşılacağı gibi, bu soruyu tüm meslekdaşlarımızın önce kendisine sorması gerekiyor. Sorunun cevabını meslek tabanının önemli çoğunluğunun soruyu sorduğunu varsayıp birlikte cevaplamaya çalışalım, aklımızın erdiğince. Belirtmek isterim ki, çözüm önerileri bu gün veya yarına sonuç getirebilecek nitelikte değildir.( Daha kısa dönem etkililiği bulanan öneriler varsa bizlere yazabilir meslekdaşlarımız.).Tabii ki öneri sahiplerinin, doğrudan çözümselliğin içersinde bulunmaları bizleri olduğu kadar ülkemizdeki eczacılar da mutlu eder sanırım.
Yukarıda sorulaştırarak saptamaya çalıştığımız hali-hazır durumu önce iyice kavrayıp, kabul edişimizden sonra başlayalım.
Bakalım neler bunlar?
Eczanelerimizde bundan böyle daha fazla zaman geçirmekten başlayalım.
Eczanemizin içersinde görüp yaşayarak düşünmeye ne dersiniz? Sıkıcı gelebilir, ama zaten sıkılıyoruz.
Bulunduğunuz eczacı odasının karar verici ve yönlendirici nitelikteki bir yöneticisi olsaydınız mesleğinizin kısa dönemli çözümlerinden başlayarak geleceğe yüzünüzü çevirdiğinizde neler düşünürdünüz? Mesleğiniz için, elinizden geldiğince fedakarlık yapabilecek misiniz?
Sizlere düzensizlik, karmaşa yaratmanızı önermiyorum. Sıkıntıları büyümüş, yıllarca verilen emeklerimizin, maddi manevi birikimlerimizi elimizden almaya çalışan kapitalizmin krizinin ülkemizdeki kötü yönetilişine “hayır” denmesini bekliyorum. Sonsuz bir sürdürebilirlikle tüm meslekdaşlarımız örgütlerinin kapılarını çalabilmelidirler. Davet bekleme zamanı çoktan bitti.
Günlük, aylık çözümlerin yolu kapalı. Bizler geri çekilmedik, geri itildik.
“Geri çekilmekte utanç yoktur. Bunu yapmakla kişi başlangıç koşullarını kaybetmemeyi başarabilir.” Başlangıç döneminde ya aldatıldık ya da görmeyi bilemedik ya da beklentilerimiz bizleri tembelliğe itti!? Hangisi doğru, hepsi mi acaba, ne dersiniz???
Önümüzdeki 2009’lu aylardan birinde(ihtimal-Aralık,2009) Türk Eczacıları Birliği yönetim organlarının seçimleri yapılacak. Ölü evi sessizliğinden bir önceki gün yaşanacak. Temenni edelim ki seçim sonuçları bize hüzün yaşatmasın.
Sesimiz nereye kadar ulaşır bilemeyiz:
“ Ülkemizin tüm eczacı odalarının yönetim kurulları ve delegasyonlarında yer alan meslekdaşlarımız, yok edin bu ölü evi sessizliğini, daha aydınlık günlere yol açın, bu hasret bizim, hepimizin…
Saygılarımla…