Ecz. Gaye Karaata

KULAĞINDAKİ ÇEKİCİ BİLE KULLANMAK İSTEDİĞİN GECE

DOĞDUĞUN COĞRAFYA KADERSE,
YÜRÜDÜĞÜN COĞRAFYA ECELDİR BU ÜLKEDE!
Çünkü Adalet Abla’nın terazisinin denklemi belli:
Ne kadar az bilim, o kadar çok acı!
Yani,
Bilginin gücü azaldıkça acı çoğalır.
Öyle bir olgudur ki bilim, dürüstlük merhamet ve vicdandan da bile önde yer alır toplumda. En azından almalıdır!

Almadığı yerde ben klavye başında, sen ekran karşısındayken, ötekinin ruhu bile duymadan çöküverir acı üstümüze.
Bulut gibi falan da değil, mıh gibi çöker ve akamaz bile gözyaşımızdan.

Kalbimiz donar, üşür ellerimiz.

“Kozmik felaketin sabretmesi gereken kozmetik mağdurlarıyız”dır.

Hâlbuki
Toprak Ana’nın üç metre kayması nedir ki hayatı ellerinden kayan on binlerin yanında?

Elinden, hayatından kaymasın diye tuttuğu kızının eli hesap sorsun, ne kadar dünya varsa orada!

Acı, 6 Şubat 2023’ten sonra sadece acı değil!

O günden sonra doğan güneş de aynı ısıtmıyor sanki. Hele gece huzurun üstüne serildi moloz yığını gibi.

Ancak kalanlar, yaşamda kalmaya çalışanlar ve “neden ben ölmedim ki?” diye yaşayanlar da dâhil biraz ümitle uyandı utanarak daldıkları uykudan.
Elinde telefon, koltukta haberlerin karşısında sızmış hepsi sabah karşı.
Utanç, suçluluk, öfke ne varsa karışmış birbirine.

Sen,
başın önde yatağını topluyor, buz gibi suyu yüzüne çarpıyorsun.
“Hiç birşey olmamış gibi...” yaşamayı deniyorsun bir saniyeliğine, yapamıyorsun.

“Yaşananlar kadermiş gibi” düşünmeye çalışıyorsun, çayın fokurdayan sesine beynin ve kalbin daha çok fokurdayarak cevap veriyor.

Ahbap ve Babala’nın bildirimlerinden Afad’ın bildirimlerine, hepsine hala bakıyorsun yüzlerce saat geçmişken.
Bir mucize daha bekliyorsun, “bin bir mucizeymiş gibi” sevindirmek için beyninin kortekslerini.

Hâlbuki kalbinin korteksleri için gerekli olan;
cezalandırılması belediyesinden, müteahhidine kim varsa sorumlu, gözünü kapayıp vazifesini yapan.

Bir anda tekrar zonklamaya başlıyor,
Yaşadığın coğrafyanın,
Yaşadığın zûlümkar zamanın zorunlu endişesi damarlarında.
Yüzyılın felaketine âh etmeden önce, bilimle savaşarak mezar şehir yapanları, 24 seneyi enkaz altında özellikle hala tutanları,
yalancıları, yağmacıları gün yüzü gibi görüyorsun.
Acıyı tam yüreğinde hissediyorsun.
Çünkü nerde acı varsa orda çığrışmıştır kan çiçekleri, biliyorsun..!
Dua ediyorsun,
İleniyorsun.
.
.
Şükrediyorsun.
Gün yükseliyor bir yandan, devam ediyorsun.
Evini topluyor veya sunum dosyanı kontrol ediyorsun.
Dilinde duaların,
Azdan az kalmış ümitlerinle yaşamaya çalışıyorsun.

Aynaya takılıyor gözlerin, iyiyim diyorsun.

İşte ben de iyiyim!
Şükürle isyan arası, sallandıkça dökülen umut çiçeğinin yapraklarını tutarak yaşama kapanan bir cenin kadar kaldı dilime yapışan türküm.

Öte yandan,
Karşı kıyıya gidemeyen Nazım'ın çığlığından daha yüksek
seslendiğim,
seslendikleri,
seslendiğimiz yardım çığlıkları yüreğimde, yaz seyir defterine ey Okur,
Yıllardır değil duble, bir arpa boyu yol kat edemeyen sisteme öfkeliyim bugün.

Daha daha mı nasılım?
Biraz isyankâr!
Çokça demirsiz, temelsiz daha çokça haysiyetsiz yüksek betonların arasında kalmış bahçeli ve tek katlı bir ev kadar ama.
Hani geçen gün,
balkonunda asılı duran sütyenlerin lastiğiyle,
greyderleri durdurmaya çalışıyordu. Fay hattını aramıştı da hani o gün ya uzaydan ya da kaderden kaynaklı kopmuştu dünyanın kıyameti.

Lütfen unutma canım Okur,
Kulağındaki çekici bile kullanmak istediğin geceyi sakın unutma!


O geceden sonra her gece bu evin çevresinde adalet çiçekleri dünyanın merkezine doğru Hades’i kıskandırarak açıyordu.

Daha nasıl olayım, cancağızım Okur?
Türküyüm işte,
Her ölümlü kadar…



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat