En son yazımla ilgili pek çok olumlu yorum aldım.
İsmini iyi bildiğim fakat tanışmadığım,
“eczane eczacılığının duayenlerinden” diyebileceğim birçok büyüğüm bu konuyla ilgili yazılarıma devam etmem gerektiğini ilettiler.
Bende söz dinleyen eczacı kıvamımla, “gaza gelmiş bile olsam, önemli bir konu olduğunu bilerek ve isteyerek devam ediyorum” diyorum.
Olumsuz yorumlar da haliyle…
Biz eczacılar, kendimiz dışında herkesi suçluyoruz.
Niye?
Önce “eczacı” olarak
eczacı odası başkanlarını sen seçiyorsun,
onlarda TEB’i seçiyor.
Yani “eczacı” istemezse TEB seçilemez.
Ya da, sen seçmezsen onlar seçilemez.
Okuyup, çok beğendiğim Ecz. Hakan Gençosmanoğlu’nun yazısından birkaç satır alıntıyı sizinle paylaşmak istiyorum.
“Kendine Dokunulmadıkça...
Dün gece bir TV programında, son dönemde yazdığı muhalif yazıları nedeniyle işsiz kalan gazeteci- yazar Ece Temelkuran’ a soruyorlar:
"Neden şimdiye kadar sessiz kaldınız, olana bitene?"
Çok açık cevap veriyor:
"Kendine dokunulmadıkça hissetmiyorsun. Anlayamıyorsun... Ancak kendine dokundukça gerçeği kavrıyor ve görüyorsun. Faşizm böyle bir şeydir..."
Temelkuran, aslında tam da insanı anlatıyor.
İnsanın o iflah olmaz bencilliğini ve yalnızlığını.
Bedel ödemek ihtimali karşısında yaşadığı yürek ürküntüsünü.
Vicdanını susturan insan, gökyüzünden yeryüzüne düşen kar taneleri gibidir
Fakat doğanın en hüzünlü sonlarından bir tanesidir kar tanelerinin erimesi “ diyor.
Devamı daha da güzel…
Evet ben, “eczacı” ya dokunuyorum. Hem de çok fazla…
Önceki yazımda Türk Eczacıları Birliği’nin yaptığı SGK sözleşmesinden, eczacının yanında olmayıp, eczacı haklarını korumadığından veya koruyamadığından, memnun olmayan eczacıların yapması gerekenlerden, kendimce bahsetmiştim.
Ayrıca;
Birçok eczacı odası başkanı, herşey bittikten sonra “durum saptaması” yaptı.
Şöyle olsaydı da, böyle olsaydı da…
Geçmiş olsun…
Üç büyük oda başkanı, binlerce eczacıyla, onlarca delegeyle TEB in yarı gücüne bile sahip olamamışken, “durum saptaması” onların olsun artık.
Sonrası;
Bu kadar rahatsızsak, “sorun nerede” diye bakmalıyız demiştim.
Ve sorun “biz eczacılarda” ile bitirmiştim.
Şimdi de,
Soru cevap şeklinde ilerliyorum.
Birinci sorum;
TEB gökten zembille mi indi?
İndi.
Biz eczacılar şu anki TEB’ in seçilmesine sebep olduk mu?
Olmadık.
Bu kısmı seçenler el kaldırsın…
Ve yazının devamını okumasın lütfen…
Kalanlarla devam ediyorum.
İkinci sorumda bakış açımı genişletiyorum;
Peki biz eczacılar gerçeği bildiğimiz halde niye suçluluğumuzu kabul etmiyoruz?
“Seçimle seçilenlerde” suçlu aranır mı?
Çalışmış, aday olmuş, seçilmiş, gelmiş.
Eeee…
Ayrıca memnun olmayandan fazla, memnun olan da var ki, seçildiler…
Yani istemeyenlerin sayısından çok isteyen var… İspatı da şu anki TEB…
Ama ben memnun olmayanlar tarafıyla ilgileniyorum ve bu konuda
“neler yapabilirizlere” kafamı yoruyorum.
Bence;
Türk Eczacıları Birliği’nde yapının değişmesi, Türk Eczacıları Birliği’nde yönetimin yenilenmesi için,
eczacıların mutlaka seçim sandıklarına gitmesi gerekli.
Seçim sandıklarını sahiplenmesi gerekli.
Bu sandıkların içindeki listelerde isimlerinin olması gerekli.
Bunun içinde eczacıların,
eczanelerindeki İÇİ BOŞ kasalarının başından kalkıp, “geleceğimiz için” eczacı odaları seçimlerine katkı sağlamaları gerekli.
Aday olarak, gruplar oluşturarak, oda başkanlarını yenileyerek, genel kurullarda istişare yaparak, tartışarak, sorgulayarak, korkmayarak, eleştirerek, eleştirilerek, vb.
Mesela;
genel kurulla, oda başkanlığı seçimi arasına mutlaka (en az) 15 gün verilmeli.
Şimdi yapılan genel kurul şekli bile değişmeli.
Genel kurullarda, bakanlar, milletvekilleri, başka odaların başkanları niye konuşturuluyor?
Davet edilebilirler, dinlerler, ağırlanırlar, uğurlanırlar…
Ne gerek var ki konuşmalarına? Benim zamanımdan niye çalınıyor ki? Niye gövde gösterisine dönüşüyor ki? Sorgulama, anlatma, gerekirse tartışma yeridir bana göre genel kurullar…
Kendi başkanının bile sıkıldığı, yerinde oturamadığı, anlamsız, “okunmuş olsun” diye okunan yıllık bilançolar…
Hemen kızmayın, “evet siz yapmıyorsunuz, gereği böyle” biliyorum.
Ama mutlaka değişmeli.
Hizmetler, yani kitapçıklar eczacılara 1 ay önceden dağıtılmalı ki;
eczacılar anlayabilmeli, araştırabilmeli, istişare yapabilmeli, şerh-ini koyabilmeli.
Neyse,
Her anlamda “yenilik şart” diye ısrarcıyım…
Bu yılki seçimlerle ilgili, İzmir Eczacı Odası için sormuş olayım. Sizce kaç kişi oy kullandı?
Yanıt veriyorum. Çoooook az…
Eczacım, bizler-sizler oy bile kullanmazken neyin değişmesini bekliyoruz ki?
Niye gidip oy vereyim ki, zaten tek aday? Dememelisin.
Yine aynı kapıya çıkıyor. Öyleyse aday çıkar?
Bunun içinde yerinden kalk bi zahmet ve sorgula, araştır, yeni gruplar oluştur, kızsınlar korkma…
İşsiz kalmazsın merak etme…
İşsiz kalacak biri varsa da, o kişi “ben” olurum zaten.
Ben, benimde içinde olduğum “eczacılık örgütünü” öncelikle suçluyorum.
“Herşeyin sebebi bizleriz” diyorum.
Eczacıdan sonraki sorumlu da, eczacı odası başkanları ve yöneticileridir.
Şu ayrımı yapmam gerektiğini düşünüyorum.
Hiçbir yazımda kişilerin “kişiliklerine” bişey söylemedim. Söylememde…
Haddime de olmaz…
Ama “görev tanımlamasına” uymadığını düşündüğüm hareketleri eleştirmekten de kaçınmam, korkmam, susmam.
“Yarası olan …. “ demekte istemem.
Yöneticiliğe aday olmak, ağır sorumluluk almaktır.
Ve yönetici;
Aday olduğu koltuğu tanımalıdır.
İçinde bulunduğu yönetim kadrosunu, bu kadronun emeğini ve oraya taşınmasına aracılık eden kitlenin gücünü unutmamalıdır.
Çünkü; kişisel hatalar, maalesef doğru olmasa bile “yönetici kadrosuna mal edilebilir, ekip hatası olarak görülebilir “ diyorum.
Umudum;
Biz eczacıların “gülen yüzüne”
En kısa sürede tekrar kavuşmasıdır.