*Adana Eczacı Odası Başkanı Ecz. Ahmet Han Alpman’ ın 14 Mayıs 2011 günü yapılan “Geri Ödeme Sistemleri ve Ulusal İlaç Politikası” konulu panel açılış konuşması:

Sayın Milletvekilim, Sayın SGK İlaç ve Eczacılık Dairesi Başkanım, Sayın Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakoloji ABD Başkanım, Sayın İl Sağlık Müdürlüğü İlaç ve Eczacılık Şube Müdirem, Sayın Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti Üyem, Sayın SGK Sağlık ve Sosyal Güvenlik Merkez Müdürü, Sayın Hatay Eczacı Odası Başkanım, Sayın Türkiye İlaç Sanayi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı, Sayın Ecza Kooperatif Başkan ve yöneticileri, Saygıdeğer konuklar, Değerli Meslektaşlarım, ve Basınımızın değerli temsilcileri, Bilimsel Eczacılığın 172. yıl kutlama etkinlikleri kapsamında düzenlediğimiz “Geri Ödeme Sistemleri ve Ulusal İlaç Politikası” konulu panele hoş geldiniz, Hepinizi odam adına saygıyla selamlıyorum.

Saygıdeğer Konuklar, Değerli Meslektaşlarım,

Türkiye, 12 Haziran tarihinde genel milletvekili seçimlerine gidiyor. Bu seçimlere giren partilerin tümü, sivil bir anayasaya ihtiyacımız olduğunu ve seçim sonrasında sivil anayasanın yapılması adına üzerlerine düşen görevi yapacaklarını ifade ediyorlar. Demokrasinin sadece hükmedenler için tanımlanmadığı, askeri darbeler sonucu oluşmayan, herkes için adalet, eşitlik ve özgürlük içeren bir anayasa hepimizin özlemidir. Demokrasi ve özgürlükler konusunda, ülkemizin kat etmesi gereken epey uzun bir yol var. İnsan hak ve özgürlüklerin evrensel düzeyde korunduğu, farklı renklerimizin zenginlik olarak görüldüğü, insan odaklı yönetim anlayışının hâkim olduğu; toplumsal uzlaşıyı önceleyen, aynı zamanda Misak-ı Milli sınırlarını tartışma konusu yapmayan anlayışlara ihtiyacımız var.

Diğer taraftan; Ortadoğu’da otoriter rejimlere karşı Tunus’ta başlayan olaylar, domino etkisi göstererek Mısır, Bahreyn, Yemen, Libya gibi birçok ülkeye sıçramış ve yanı başımızda Suriye’ ye kadar gelmiştir. Umuyor ve bekliyoruz ki; diktatör rejimlere tepki, özgürlük, demokrasi ve yönetime katılma mücadelesi veren bu ülkelere Türkiye iyi bir örnek teşkil eder. Türkiye’nin demokrasi konusunda alması gereken çok yolu olmasına rağmen, bu başkaldırış ve özgürlük mücadelesi sonucunda, demokratik anlayışın ağır basacağını düşünüyor ve adı geçen ülkelerde Türkiye’ ye benzer yapıların iktidara gelmesini ümit ediyoruz.

Saygıdeğer Konuklar, Değerli Meslektaşlarım,

Hafızalarımızı yenilememiz gerekirse; muayene ücretlerinin eczaneler tarafından tahsilinin, ödeme gecikmelerinin, SGK avans ödemelerinin, kamu kurum ıskontolarının, TEB’ in devre dışı bırakılmak suretiyle gerçekleştirilmek istenen e-Sözleşme’ nin çok yoğun ve günlerce tartışılmasının ardından; 19 Ocak 2009 tarihinde ilaç alım protokolü SGK ile TEB arasında imzalandı. Diğer taraftan 25 Mart 2010 tarihinde SGK Sağlık Uygulama Tebliği yayımlandı. O günden bu yana da 10 adet tebliğ eki yayımlandı.

Bu arada, SGK tarafından yapılan SUT değişiklikleri ve mahkeme kararları sonucu oluşan hukuki boşluk, biz eczacıların hastalara hizmet verme durumunu zorlaştırdı. İlaç Takip Sistemi, G-2D’li ürünler, İlaç fiyat düşüşü sonrasında oluşan stok zararları ile boğuşan eczacı, üzerine “E-rapor” dan kaynaklanan sorunlar eklenince nefes alamaz hale geldi. Ve son olarak Türk Tabipler Birliği’nin başvurusu üzerine reçeteye yazılan ilaçta kalem ve adet sınırlamasını kaldıran Danıştay kararı, meslektaşlarımız arasında anlaşılması güç ve çelişkili durumlar açığa çıkarttı. Meslektaşlarımız artık reçete karşılarken hiç de kolay hizmet verememekte, karşıladığı reçetenin akıbetini ve kurumun reçetesine bakışının merak etmektedir.

Bu noktada; oluşan boşluğun doldurulması, karışıklığın giderilmesi, eczacının vereceği hizmetin şeklini bilmesi ve hastanın mağdur olmaması anlamında hasta odaklı çözümün bir an önce konunun muhataplarınca gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

TEB ile SGK arasında yeni dönem protokol görüşmeleri ağır aksak devam etmektedir. 2009 yılı protokolü, günün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde iki taraf temsilcilerinin katılımı ile 3 ayda bir toplanıp revize edilecekti. Geçirilen süre zarfında bu revizyonlar maalesef yapılmadı. 2009 protokolünün süresinin dolmasına 7 ay gibi kısa bir süre kalmasına rağmen şu ana kadar protokol görüşmelerinde beklenen ilerleme sağlanamadı. Endişemiz odur ki; özellikle SGK yetkililerinden kaynaklı inatlaşmanın devam etmesi durumunda, ufukta yeni bir protokol krizi gözükmekte…

Türkiye’de kişi başına düşen ilaç tüketimi 2010 rakamları ile yıllık 145 dolardır. OECD ülkelerinde ise rakamın ortalama 400 dolar olduğunu düşünürsek, önümüzde kat etmemiz gereken epey yol olduğu açıktır. Diğer taraftan nüfusun yaşlanması, sosyal güvenlik kültürünün gelişmesi, ilaca ulaşımın kolaylaştırılması ile yeni molekül ilaçların insan sağlığının hizmetine sunulması tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sağlık ve ilaç giderlerini artırmaktadır. Bu durum; sosyal güvenlik kurumlarında tedavi giderlerinde yeni tedbirler alma zorunluluğunu beraberinde getirmektedir. Tam bu noktada; reçeteli-reçetesiz ilaç ayırımı ile ilaçta reklam gündeme gelmektedir. Reçetesiz ürünlerin geri ödeme sisteminden çıkarılması (giderleri azaltacağı için) sosyal güvenlik kurumlarınca desteklenirken; ilaçlarda yapılacak reklamın ilaç tüketimini artırması ve fiyat denetiminin ortadan kalkması sonucu, kâr maksimizasyonuna neden olacağından ilaç şirketleri tarafından desteklenmektedir. Unutulmaması gerekir ki; ilaçla zehir arasındaki tek fark kullanılan miktardır. Ve her ilaç sonunda bir zehirdir. İlacın doktor tercihi ve eczacı kontrolünde kullanılması hayati önem taşımaktadır. Geçmişte yönetmelikte yapılan değişiklikle ilaçta reklamın önü açılmış ancak TEB tarafından 3 kez açılan davalar sonucu değişiklik iptal edilmiştir. Ancak; maalesef bu defa RTÜK yasasında Kasım ayında yapılan bir değişiklik ile ilaçta reklamın önü açılmıştır. Sağlık profesyoneli ve ilacın sorumlusu olarak bir kez daha haykırmak istiyoruz; “İlaçta Reklam Öldürür.”

Saygıdeğer Konuklar, Değerli Meslektaşlarım,

Hükümet sağlık ve sağlıkta ilaç harcamalarında 2009 yılı sonuna doğru “Global Bütçe” uygulamasına geçti. 2010 yılı için 14.6 milyar TL, 2011 yılı için ise 15.7 milyar TL ilaç harcamalarına ödenek ayırdım diye açıklama yaptı. Ve ben ilaç harcamalarımı bu rakamlara göre yaparım diyerek sağlığı ne yazık ki mekanikleştirdi. İlaç ve sağlık giderlerinin artmasını; sağlığın liberalleşmesi, özel hastanelerin artması, özel sağlık hizmetlerinin pahalı sunumu, sağlık üreticilerinin önlenemez kâr hırsı körükledi. Sağlık insan odaklı olmaktan çıkarak finans odaklı hale geldi. Burada sağlık hizmet sunumunun 2 önemli handikabının olduğunu düşünmekteyiz. Birincisi; İlaç ve sağlık harcamalarına farmako-ekonomik açıdan bakılmaması. İlaca ayrılan kaynaklar daha etkin ve verimli kullanılabilir. İkincisi ise; uzun erimli ulusal ilaç politika ve stratejileri oluşturulmadığı gibi, konunun muhatapları ile sorunun çözümüne ilişkin paylaşımda bulunmaktan da imtina edilmesidir. Oysa seçimlere giren tüm siyasi partiler daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi ve daha fazla işbirliği vaat etmekte, iktidara geldiklerinde ise sorunların çözümünde ortak aklı kullanmak yerine konunun uzmanı meslek örgütleri ve sivil toplum örgütlerinden uzaklaşmaktadırlar.

Türkiye’deki ilaç fiyatlandırma ve geri ödeme sistemi; sadece ilaç fiyatlarını geri çekerek, harcamalarını asgariye düşürmeye odaklanmış durumda. Oysa reçeteyi yazan doktor ile ilacı karşılayan eczacıyı ucuz eşdeğer ilaç konusunda teşvik eden politikalar izlenerek; bir yandan yerli ilaç sanayi desteklenebilir diğer yandan tedavi maliyetleri ucuzlatılabilir. Dünyada böyle örnekler çoktur.

Türkiye’ nin ilacın üretiminden ekonomisine, kullanımından geri ödemesine kadar bugüne kadar ulusal ya da yerel düzeyde “İlaç Politikası” maalesef mevcut değildir. Dünyada iki büyük stratejik ürünün var olduğunu ve bunların silah ve ilaç olduğunu bilmek gerek. “İstediğiniz kadar modern donanımlı ordularınız olsun, eğer ulusal ilaç sanayiniz yoksa yapacağınız bir mücadelede kazanma şansınız yoktur. Bu yüzden bizce bir ülke için en önemli stratejik ürün İLAÇ’ tır.” Dünya bunun çok iyi farkındadır ve her ülkenin, kendine özgü bir ilaç politikası bulunmaktadır. Oysa bizim “Ulusal formüllerimiz yok, temel ilaç ihtiyaç listemiz yok, geri ödeme politikamız yok. Sadece belirlenmiş tek politikamız KISITLAMA.” Örneğin; jenerik ürünler sadece verilen fiyatlar ile denetim altında tutulmaktadır.

11 Aralık 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan SGK Sağlık Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ ile yaklaşık 3500 kalem ilaçta kamu kurum ıskontoları artırılmıştır. Bu karar sonucu örneğin benim eczanemde parasını, gelir vergisini, KDV’sini ödediğim bana ait olduğunu sandığım eczanemin tereğinde duran ilaçlardan 6.496,00 TL stok zararı ettim. Sektörün paydaşları ile yapılan görüşmeler sonucunda; eczacı meslektaşım tüm sorumluluğunu yerine getirmek sureti ile Aralık 2010 tarihinde stok zararı faturasını keserek ilgili dağıtım kanalına teslim etti. Geçen yaklaşık 150 gün süre zarfında, kesilen faturaların ödenmesi adına sektörün diğer bileşenleri hiçbir adım atmamışlardır. Bu durum; eczanesinde oturan meslektaşımdan, odalar ve TEB’ de görev alan her arkadaşıma kadar herkesi rahatsız etmektedir.

Gelinen son nokta, ilaç firmalarının söylemlerinde ve çözüm önerilerinde hiç de samimi yaklaşımda olmadıklarıdır. Stok zararlarının geri ödenmesi konusunda sergilenen samimiyetsizlik tarafımızca tespit edilmiş durumdadır. Umuyor ve bekliyoruz ki; ilaç üretici firmalar, eczacı meslektaşımın en doğal ekonomik hakkını elde etmek adına, örgütlü gücünü sınamasına gerek bırakmazlar. Geçtiğimiz yıl eczacı bu örgütlü gücünü kullanarak ilk defa hedef haline gelen %7’lik ticari ıskontosunu geri alma becerisini göstermiştir. Bu arada, ilaç sanayinin ve dağıtım kanallarının eczacı meslektaşlarımız karşısında değil, yanında yer almaları gerektiğini tekrar hatırlatma ihtiyacını hissediyoruz. Önümüzdeki süreçte ilaç fiyat düşüşlerinin olacağını biliyor ve bu düşüşlerin olması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü bizler yıllardır ilacın Türkiye’ de pahalı olduğunu savunduk. Hastasından eczacısına, doktorundan sanayicisine kadar herkes fırsatçılığı bırakıp, üzerine düşen görev ve sorumluluğu layığı ile yerine getirmelidir.

Saygıdeğer Konuklar, Değerli Meslektaşlarım,

Her meslek bir ihtiyaçtan doğmuştur. Eczacılık Mesleği’ de böyle bir ihtiyaç sonucu doğmuş, insanlığın değişim ve evirilmesine paralel değişiklikler yaşayarak günümüze kadar gelmiştir. Örgütler olarak, böyle bir mesleğin mensubu olmanın gurur ve sorumluluğunu taşıdığımızın bilinmesini isterim. Sorunların değil, daha iyi İlaç ve Eczacılık hizmetlerinin tartışılacağı 14 Mayıs’ları kutlamak dileği ile hepinizi saygıyla selamlıyor, 14 Mayıs “Eczacılık Gününüzü” en içten duygularımla kutluyorum.

Adana Eczacı Odası Başkanı



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat