ECZACILARA SİSTEMLİ HAKSIZLIK
Ecz.Sinan ÖZÇELİK
10 gün önce Diyarbakır’daki 12 eczacımız ve 2 eczane çalışanı tutuklanarak cezaevine gönderildi. Bu arkadaşlarımızın, iddia edildiği gibi devleti dolandırdıklarına inanmamaktayız. Camia olarak hepimizin gururu incinmiştir. Sevindirici olan tek şey, Diyarbakır kamuoyunun büyük bir kısmının ve özellikle vatandaşların bizlerle aynı düşünceyi paylaşmış olmalarıdır.
Zira her biri, aşağı yukarı bin YTL ile yargılanan bu meslektaşlarımız, aslında süregelen bir senaryonun ve de yanlış sistemin kurbanı olmuşlardır.
Birçok alanda talan edilmiş olan bu ülke coğrafyasında eczacılar; kendi çabalarıyla eczacılık diplomasını almış, anne ve bacısının bileziklerini satarak ya da emekçi babasının 30 yıllık emeğiyle eczanesini açabilmiş, istihdama katkı sunan, vergisini kaçırmadan ödeyen ve de halka sağlık hizmeti veren kişilerdir. Üstelik eczacının yaptığı iş, milyon ve milyar dolarlık işler değil, bin YTL’ler ile ifade edilebilen bir iştir.
Neydi bu kutsal meslek için yapılan senaryo ve sistemin çarpıklığı, eczacılık mesleği, yıllardır eksik ve yanlış mevzuatlarla boğuşmaktadır. Her yıl yenilenen ve Türk Eczacıları Birliği ile Devlet arasında yapılan protokoller, her seferinde neredeyse eczacının idamı anlamına gelmekteydi. Örneğin ilacını eczaneden almış olan bir hasta; hatırlamadığı için, psikolojik baskı altında yanlış yönlendirildiği için veya kasten: aldığı ilacı inkar ederse, bu ifade eczacıyı sanık sandalyesine götürmektedir. Sağlık karnesi ile ilacın alınabildiği bir sistemde, eczanede unutulan bir sağlık karnesi, yine eczacının sanık olması için yeterli bir gerekçe sayılmaktadır. Üstelik bir cümlenin dahi eczacıyı idama götürecek yerlerde, onu savunacak ne bir bilirkişi ne de bir eczacı bulundurulmaktadır.
Telefonların dinlenebildiği bu ülkede; eczacının biri, eczanesine telefon edip eczane temiz olsun diyemez. Derse, sakıncalı bir durum sayılmaktadır. Ya da tanıdık vatandaşın biri eczanenizden ilaç almış olsun; Günün birinde hasta ifadelerinin alındığını duydunuz. Vatandaşın yanlış bir ifade vermesini önlemek için, ona doğruyu hatırlaması için de uyarıda bulundunuz. Yaptığınız şey yine sakıncalı bulunmaktadır. Size bir reçete geldi ve sizde ilaçları verip hastayı gönderdiniz; sonra baktınız ki reçetenin tarih yazılan kısmında bir eksiklik var. Reçeteyi alıp düzeltmek üzere ilgili sağlık merkezine gittiniz. Ya o sağlık merkezine kamera yerleştirilmişse yandınız demektir!
İktidar, Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde; ‘Sağlıkta Değişim’ adı altında bir dizi değişime imza attı. Bu noktada takdir edilecek çok şey vardır. Ancak bunu fırsat bilen ve devletten torpilli bir takım patronlar, hemen bir proje hazırlığına başladılar. Bu projenin ismi; ‘Zincir Eczane’ projesi idi. Bu proje ile büyük marketler gibi eczaneler açılmak istenmekteydi. Paranın belirleyici olacağı böyle bir sistemde; zenginler patron, eczacılarda onların çalışanı olacaktı. Ancak bir sorun vardı ve mevzuatlar buna izin vermiyordu. İşte bu sorunu aşmak için, devlet ile patronlar el ele vererek bir yol haritası belirlediler. Bu yol haritası, tamamen bir senaryoydu. Buna göre; her şey eczacının aleyhinde geliştirilmeliydi. Eczacılar sıkıştırılacak, her biri iflasın eşiğine getirilecek ve hatta gerekirse taciz edilerek suçlu pozisyonuna sokulacaklardı. Sonuçta da, bu senaryo ve kaosu yaratan kişiler; ‘görüyorsunuz, bu iş böyle yapılmaz’ diyecek ve böylece ‘Zincir eczane’ projesine zemin hazırlanmış olacaktı. Meslektaşlarımızı cezaevine götüren etmenlerden bir tanesi de işte bu senaryonun hala devam etmesinden kaynaklanmıştır.
Yine Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde; kaliteli sağlık hizmeti ve hastane kuyruklarına son nidalarıyla bir dizi özel hastaneler açtırıldı. Sağlık kadroları yenilenerek uyumlu bir koro oluşturuldu. Zaman geçtikçe, birçoğu devletten torpilli olan bu sermaye sahiplerinin bir kısmı devleti soymaya başladılar. Böylece yeni süreçte sağlık sektöründe yaşanan bu durum, iktidarın makyajını bozdu. İmajın düzeltilmesi için, sağlık sektöründe birilerine saldırılmalıydı. Yapılan istişarelerden sonra, saldırının adresi olarak eczacılar gösterildi. Nedeni ise şuydu: ilaç üreticilerine güçleri yetmiyordu. Firmalar, maliyeti 1 YTL olan bir ilacı 10 YTL ile piyasaya sürse de devlet onları karşısına alamamaktaydı. Özel hastane zincirlerinin bir kısmı, zaten torpilli ve sermaye ortaklarıydı. İlaç dağıtım kanallarının önemli bir kısmı da iktidara danışmanlık yapıyordu. Sağlıkla ilgili devlet kurumlarının başındaki yetkililer ise zaten iktidarın atamalarıydı.
Ya eczacılar! Onlar bir hiçti… Ne kimsenin ortağı, ne de birilerinin adamıydılar. Kazandıkları para, ancak çoluk çocuğuna yettiği için de kimseyle paylaşacakları paraları yoktu. Üstelik yıllardır sömürülseler de sesleri çıkmamıştı. Yaşanan vurgunların üzerine gidiliyor imajını yaratmak için, bu zavallılar biçilmiş birer kaftandılar. Birileri de bu operasyonu yapacak ve görevini yapmış görünecekti. Düğmeye basıldı, operasyonlar yapıldı ve yapılmaya da devam etmektedir. Şimdilik, sadece Diyarbakır’da 14 kurban verdik.
Diyarbakır’ın ismi ve bölge gerçeği: o gerçek şudur ki; bölgemiz ve Diyarbakır sahipsiz, sahipsiz olduğu için de güçsüzdür. Devlet; ne yazık ki, kime ne yapılması gerektiğine değil, kime ne yapabileceğine bakıyor. Hangi zincirin halkası zayıf ise önce onlar koparılıyor. Oysa ki, şu gerçeği devlette biliyor ki; kişi başına düşen aylık ilaç giderlerinde Diyarbakır, 81 il içerisinde 60’lı sıralardadır. Ne gariptir ki, ilaç ve yolsuzluk kelimeleri yan yana getirildiğinde, konuşulan Diyarbakır ve bölgemiz olmaktadır.
Bazı medya ve basın kuruluşlarına ne demeli? Uzun bir süreden beri, yalan yanlış haberler yapılıyor ve eczacılar hedef haline getiriliyordu. Onların yazıp çizdiklerine bakılırsa, Türkiye’yi yıllardır kemiren bir çete bulunmuştu! Bazı kesimlerde kendilerini avukat, savcı ve hakim gibi gören bazı insanlara göre birileri mutlaka cezalandırılmalıydı. Hatta cezalandırmayanlar görevlerini yapmamış olacaktı. Şimdi sormak gerekir onlara; hani trilyonlarca vurgun yapılmıştı? Oysaki cezaevinde bulunan 12 eczacı için iddia edilen ve düzenlenmiş olduğu söylenen reçetelerin toplam meblağı 11 bin YTL’dir. Ve tekrar soruyorum: hangi eczacı bu para için hayatını riske sokar? Daha doğrusu hangi eczacı buna tenezzül eder?
Birilerine daha soruyorum: çöplüklerde bulunan ilaçların kime ait olduğunu ortaya çıkarmak kimlerin görevidir? Eğer bu ilaçları çöpe atan hırsızlar bulunsaydı, günahsız meslektaşlarım cezaevinde olacaklar mıydı?
Görülüyor ki, hırsız damgası yememeniz için temiz olmanız yetmiyor. Biz eczacılara da önemli görevler düşmektedir. Camia olarak; yolsuzluk yapanlar varsa, onları açığa çıkarmak bizlerinde görevi olmalı. Görev yapmayı hep başkalarından beklemek yanlış sonuçların kaçınılmaz olması demektir. Tıpkı şu anda suçsuz olduklarına inandığımız meslektaşlarımızın cezaevinde tutuklu bulunmaları gibi…
Camia olarak en büyük eksikliklerimizden biri, kendimizi muhataplarımıza izah edemeyişimizdir. Eğer görevlerimizi yapsak ve kendimizi ifade etseydik belki de bugünler de yaşadığımız felaketi yaşamamış olacaktık. Bizler aslında güçlü bir camiayız. Bütün mesele, bu gücümüzü ortaya çıkaramayışımızdır. Türkiye’yi, bir günlüğüne susuz bırakabilirsiniz ama ilaçsız asla… Bu kadar önemli bir mesleğin mensupları da önemli olmamalı mıdır?
Hukuk ve adalet; kimsesizlerin kimsesidir. Bizler, buna yürekten inanan bir camiayız. İnanıyoruz ki; cezaevinde bulunan eczacı ve çalışanlarının suçsuzluğu bir an önce anlaşılacaktır.