Ecz. Cihat TÜRKSEVER

Sakarya            

 

 

      "Ne zaman kendinizi çoğunlukla aynı tarafta bulursanız durup düşünme zamanıdır."

          Mark Twain                                                                                                             

 

 

İki yıl önce İtalya Toscana’da bir gemi karaya oturmuş ve gövdesi parçalanmış, birçok yolcusu boğulurken, kaptan kaçmıştı. Aşçıbaşı görevi devralarak, yolcuları kurtarmaya çalışmıştı. Bu yıl Güney Kore’de manevra yaparken batan feribotta yüzlerce yolcu boğulurken, yine kaptan kaçmıştı. T.E.B.’nde kaptanın gemiyi terk etmesi hatırlardadır ve gemiyi devralanların becerileri ise, yaşanmaktadır. Örgütte artık “gemisinden kaytaran kaptan” devri başlamıştır.

             

13 Mayıs 2014 Salı günü Soma’da  301 yurttaşımız emekleriyle evlerine ekmek parası götürmeye çalışırken hayattan koptular; aslında taksirli olarak koparıldılar. Yasal düzenlemeyle "taşeronluk" diye, iş hayatımıza sokulan kölelik düzeni, küçük-orta ölçekli işletmelerde, tersanelerde, inşaatlarda, madenlerde can kayıplarını gündelik hale getirmiştir. Her gün az sayıdaki kayıplar, düzenin vahşetini dikkatlerden kaçırmıştır. İşyerlerinde kontrolsüzlük, ihmaller, gözden kaçırmalar, iltimaslar, eğitimsizlik v.b. bir dizi mevzuat dışı uygulamalar ve fazla üretim hırsı, artı-değer hırsızlığı gibi nedenlerle, yaşamdan koparılan insanlarımızın sayısı dünya sıralamasında üst sıralara yükselmeye devam etmektedir. Ne kamu tarafı, ne sendikalar, ne de meslek ve sivil toplum örgütleri tarafları ölümlerin, sakatlanmaların önüne geçmek için gerekli ve yeterli mücadeleleri geliştirmemektedir. Tıpkı, 1999 depremi sonrasında inşaat sektörüne yöneldiğimiz gibi, Soma katliamı sonrasında toplum olarak dikkatlerimiz maden ocaklarına çevrildi. Oysa, asırlardır bu topraklarda inşaatlar yapılmaktaydı; yine asırlardır insanlar maden ocaklarına inerek, cevherleri yeryüzüne çıkarmaktaydılar. Bütün bu işlerde güvenlik ve eğitim standartları kasıtlı olarak yaratılmadı, sorumlular yetkili makamlardan derhal ayrılarak veya uzaklaştırılarak, yargı önünde hesap sorulmadı. Toplumsal hafıza olanları kısa sürede unuttu; daha doğrusu unutturuldu.

 

Türk Eczacıları Birliği’ne bakıldığındaysa, 2005 Yılı’ndan beri, adeta 24500  “Soma Maden Ocağı”na sahiptir. Eczanelerin taban ısıları sürekli yükselmektedir. Grizu ve karbonmonoksit artışından dolayı eczacılar nefes alamaz haldedir. Gaz maskeleri bozulmuş, hava kanalları tıkanmıştır. Muhtemeldir ki, bu nedenle yeni Yönetmelik’te ısı-nem ölçer termometreler zorunlu hale getirilmiştir !. Ne de olsa, bu eczacıların öfkelerini dizginlemek gerekiyordu !... Eczacılar “soğuk suya konmuş kurbağalar” gibi, ısıtıldıklarından habersiz yaşamaya terk edilmişlerdir. 2005 Yılı’ndan bu yana eczacıların hem öz sermayeleri, hem de emekleri çalınmaktadır. Eczanelerin kapılarına duvar örülmek üzeredir. Eczacılar “taşeron işçiler” ile aynı sefalete sürüklenmektedirler. 2002-2013 yılları arasında hastaların sağlık kurumlarına başvuru ortalaması 3,2’den 8,2’ye çıkmıştır (%256 artış). Muayene sayıları yıllık 209 milyondan,  628 milyona çıkmıştır(%200 artış). Yıllık ilaç tüketimi ise, 699 milyon kutudan 1 milyar 901 milyon kutuya yükselmiştir (% 172 artış). Toplam ilaç tüketimi ise 14 milyar 567 milyon T.L. den, 15 milyar 753 milyon T.L.ye çıkmıştır (% 8 artış). Özetle, eczaneler daha fazla ilaç verirken, kazançları aynı oranda artmamıştır; bir başka ifadeyle daha çok emek sarf edip, daha az kazanabilmişlerdir. Enflasyon karşısında ise, eczacıların hem sermayeleri küçülürken, hem de emekleri çalınmış ve karları eritilmiştir; yani eczacıların sırtından yaratılan artı değer çalınmıştır. Bu gün metropol kentlerde her 5 eczacıdan biri ayda 20000 T.L.den az cirolarla yaşam savaşı vermektedir. Bu kurgu artık eczacıları kredi sarmalında boğulmaya sürüklemiştir. T.E.B. yasadaki kuruluş ve varlık amacı olan “eczacıların ekonomik koşullarını koruma ve geliştirme” görevini yerine getirmekten çok uzaklara düşmüş, bir çeşit ikna ve kabul ettirme kurumuna dönüştürülmüştür.

 

İlaç Takip Sistemi’ne eczanelerin katılması için, “olmazsa olmaz 7 koşul” tek tek imha edilerek, sıfır koşulla eczaneler sistemin içine itilmişler ve bunun için onbinlerce barkod okuyucu atılarak, yeni karekod okuyucular ve eczane programları satın alınmıştır. T.E.B.’nin işlettiği Tebeos programı ise eczanelerin işini görememiş, bunun için bir yığın para da ziyan edilmiştir. Olmazsa olmaz koşullar sıfıra indirgenerek, siyasal iktidarla “sıfır sorun” noktasına vasıl olunmuştur.! Sorunlar ise eczacıların kucağına bırakılmıştır. Eşdeğer ilaç uygulaması nedeniyle, her hafta ortaya çıkan stok zararları olağan hale getirilmiştir. Merkez Heyeti, başlangıçta bu olumsuzluklarla İTS’ ye girmeyi kabul etmeyen eczacı odalarına, “Sistem’e girilmesi halinde, her hafta yapılan fiyat indirimleri sonrası, oluşan stok zararlarının otomatik olarak eczacıların banka hesaplarına yatırılacağı” sözünü vermiştir; ama bu da "gerçek" çıkmamıştır. Genel Sekreterliğin bu ifadesine "yalan çıkmıştır" demek, nezakete uymayacaktır; çünkü o Makam çok önemlidir ve üstündekinden ziyade Makam’a saygı gösterilmelidir. Ancak daha da vahim olan, İTS’ ye bildirim sürecinde Merkez Heyeti’nin anlaşılmaz tavırlarıyla, eczacı odaları ne yazık ki, "ötekileştirilmiştir". İttifak oluşturmak yerine, nifak sokmak daha kolay gelmiştir. Ele geçenin ne olduğunu açıklayabilecek bir tek kişi ortada yoktur. Hükümet benzine "marker" koyarak güvenliği sağlarken, içki şişelerinin kapakları değiştirilirken, benzin istasyonları ve tekel bayileri ekstra masraf yapmışlar mıdır ki, İTS hayata geçirilirken eczacılara ek yatırımlar dayatılmıştır? İnsan “Bu eczacıların meslek örgütleri yok mudur, varsa ne yapar acaba?”, diye sormadan edemiyor.

 

İlaç Fiyat Kararnamesi’ne “stok zararlarının sanayiciler tarafından eczacılara ödenmesi” hükmünün konulmasının zafer olarak ilan edildiğini hatırlıyoruz. Ancak bu kararnameyi sanayiciler uygulamıyorlar; Hükümet  uygulatamıyor; ama daha hazini ise, Merkez Heyeti de olan biteni seyrediyor. “Öyleyse, bu bir Pirus Zaferi" olmuştur, demekten başka bir şey kalmıyor geriye. Özetle eczacılar kandırılmış duruma düşürülmüştür. Üstelik, bu rutin fiyat düşmelerinin eczacıların bilançolarında yarattığı riskler, maliye kurumları karşısında “Demokles’in Kılıcı” gibi eczacıların başı üstünde sallanır hale gelmiştir. Stok affı diyen eczacıya, Merkez Heyeti adeta “Allah affetsin” der hale gelmiştir.

 

Muayene ve reçete katılım paylarının tahsilatı eczacıların sırtına  yüklenmiştir. Ticari iskontolar bir gecede kaldırılmış ve bu durum da zaman içinde eczacılara unutturulmuştur. Eczacıların yasal karlılıklarının arttırılması için ise, tek bir adım atıldığı hatırlanmamaktadır. Bunun yerine, eczacıların kamuya yaptıkları iskontolar kademelendirilerek olay savuşturulmuştur. Protokol’e sokuşturulan “Günü birlik tedavi uygulaması” eczacılara unutturulmuştur. Sıralı dağıtım uygulamasının genişletilmesi için ise, hiçbir şey yapıldığı duyulmamaktadır. Kamu ilaç alım politikaları nedeniyle, hastalar karaborsacıların ve sahte ilaç tüccarlarının pençesine düşürülmüştür. Yurtdışından ilaç getirme uygulaması, artık eczacıya zarar vermektedir. Bazı gözleri de bu pazara yöneltmiştir. Eczanelerden verilmesi gereken ayaktan tedavi ilaçları hastanelerden veya T.E.B. tarafından verilir hale getirilmiştir. Kamu kurum iskontolarının tahsilatı hala eczacı faturaları üzerinden yapılmaktadır ve bu aktarımda eczacılar üretici fiyatları üzerinden aldıkları iskontoyu, perakende satış fiyatı üzerinden tahakkuk ettirmektedirler. Bu taşıma zararı eczacılara kanıksattırılmıştır; sırtlarına bir yük olarak yerleştirilmiştir. Sanayicilerin çıkışa mal fazlası uygulamalarının, alışa mal fazlasına dönüştürelememesi, eczacılar arasındaki gelir uçurumunu arttırırken, alt gelir gruplarındaki eczacıların yoksullaşmasını hızlandırmaktadır. Merkez Heyeti bütün bu olup bitenleri seyretmektedir.

 

“Eczane hizmet bedeli” olarak icat edilen komediyi başarı olarak göstererek bir kongre kurtaran Merkez Heyeti, “hizmet bedeli” ile “meslek hakkı” arasındaki kavram farkını da algılayamamaktadır. Marketten pirinç alırken pilavın nasıl yapılacağını, çay alırken nasıl demleneceğini; gazoz ve sigara alırken nasıl içileceğini tarif ettiklerini hiç duymuşlar mıdır acaba ? Ancak eczacılar ilaç ve eczacılık hizmetini hastalara sunarken, ilacın ne zaman, hangi dozda kullanılacağını, yan ve ters etkilerini, hangi gıdalardan nasıl etkileneceğini, nasıl saklanacağını, v.b. akademik bilgileri ve hastalıklarla ilgili bilimsel bilgileri de beraberinde ücretsiz vermektedirler. İşte meslek hakkının ayırt edici noktası burada saklıdır. Komik “eczane hizmet bedeli” değil,” reçete ve kutu başı meslek hakkı” eczacıların vazgeçilemez, olmazsa olmazıdır.Yukarıda anılan, eczanelerin  zararları her geçen gün artarken, kademeli iskonto ve eczane hizmet bedeli ile eczacıları avutmaya kalkışmanın liderlikle yakından uzaktan alakası olamaz.

 

Demokrasi kültürünün dünyada yükseltilme çabaları çeşitlenirken, Gezi protestolarına hak ve destek veren TMMOB’nin yasal onay yetkilerinin, siyasilerin” tiran” tavırlarıyla kaldırılmasını utangaç tavırla ve kısık sesle kınamak “siyasi iradeye sektörel figüranlık” görüntüsü yaratmıştır. Taraf olmayanın bertaraf olacağı açıkça ilan edilmiştir ve toplum ikiye bölünerek, siyasi bir konsolidasyon yaşama geçirilmiştir Toplumun bir bölümü siyasi propaganda ve ajitasyon yoluyla zihnen dumura uğratılmıştır. Diğer kısım için ise, siyaseten imha operasyonları kurgulanmaktadır. Şimdi eczacılar olarak sormak gerekmektedir: Merkez Heyeti tarafsız olduğu rüyasından acaba uyanmayacak mıdır? Eczacıların gözüne uyku girmiyor da artık !..Merkez Heyeti "bir ayağım bu yakada, diğer ayağım karşı yakada"  söylemleriyle ancak kendini avutabilir. Sözleşme feshi sürecinde siyasilerden özür dileme kuyruğuna girildiği günleri örgüt hafızası unutmuş değildir. Gazetelere verilen teşekkür ilanları ise, o döneme adeta "tüy dikmiştir". İşte, meslek ve sivil toplum örgütleriyle yan yana durmaktan korkmak, kaçınmak ve bahanelere sığınmak, zamanla "örgütlü çürüme" sonucuna varır ve artık kaçınılmaz  teslimiyetler doğal karşılanır hale gelir. Yöneticiler ise, siyasi iktidarın "maiyet memuru" görüntüsü vermeye başlar ve dikte edilen faaliyetleri yerine getirirken, yaptıklarının “asli örgütsel görevleri” olduğu yanılgısına düşerler. Basiretsizlik, yetersizlik, öngörüsüzlük, eksiklik, çapsızlık olağan karşılanır olur. Anadolu’da bir söz vardır: “Bu yolun sonunu köre sorsan tarif eder” derler. Bu tabloyla, Merkez Heyeti örgüt tarihinin ibret tablosu bölümüne geçmiştir.

 

Merkez Heyeti’nin uyutulmuş ve/veya uyuşturulmuş ya da utangaç pembe yanaklı oda yöneticilerini etrafında toplayarak, eczanelerin kapılarına duvar örülüşünü seyretmesini yüreklere sindirmek mümkün değildir. Soma katliamı sonrasında sorumluluklarını görmezden gelerek istifa etme onurunu gösteremeyen bakanlara benzememelerini önermekten başka yapacak iyilik bulunmamaktadır.

 

Unutulmamalıdır ki, bu gün yapılanlarla yarının tarihi yazılmaktadır ve tarih sadece gerçekleri kaydeder. Önemli olan, tarihin Merkez Heyeti’ni hangi sayfaya, hangi sıfatla ve nasıl kaydeceğidir!.

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat