Aslında hepimizin amacı aynı, çevremizi daha yaşanır bir hale getirmek ya da çevremizi bugünden daha fazla kirletmemek. Ancak bunun için neler yapıyoruz ya da yapmaya çalışıyoruz? İstiyor muyuz acaba (gerçekten)? Bir bakıyorum kendime. “Evet, çevreme zarar vermemek için uğraşıyorum (ama ne kadar?)” , “Kendimi olabildiğince bilgilendiriyorum (uyguluyor muyum peki?)”, “Çevremdeki insanları bilgilendiriyor muyum, uyarıyor muyum acaba?” gibi pek çok soruyu sordum kendime. Sonra bir günümü şöyle gözümden geçirdim. Bir bakalım neler yapıyoruz 24 saatte. Nerdeyse ortak olan o kadar çok şey var ki yapılan, bir sorgulamak istedim.
Sabah kalkıp duş alıp ya da elimizi yüzümüzü yıkayıp hazırlanıyoruz ve güne başlıyoruz. Kullandığımız katkı maddelerine dikkat çekmek isterim. Deterjan, elektrikli aletler... Sonra işe gidiyoruz. Peki, ne yapıyoruz işte? Bu çok sıcaklarda klimanın altında, bilgisayar karşısında bir yanda (çoğunlukla) televizyon çalışırken işimizi yapıyoruz. Peki kullandığımız bu aletler çevremize ne kadar zarar veriyor? Klimanın motorunun verdiği ısı, çevresini 4-5 derece arttırıyormuş. Bu bilgi beni çok şaşırtmıştı. Düşündüm de, eczanemi ilk açtığımda klimam yoktu ve nerdeyse bu kadar sıcaklığa dayanabiliyorduk ama şimdi öfflemek ve pöfflemekle beraber hemen bir soğutucunun yanına kıvrılıyoruz. Bu, klima ya da vantilatör oluyor. Peki bilgisayarlar? Ne kadar zararlı ne kadar yararlı tartışılır.
Akşam olup işten çıkıp arabamızla gene klima çalışırken evimize varıyoruz. Televizyon karşısında (özellikle bu son model televizyonların ne kadar ısı yaydığına biraz dikkat edelim) oturuyoruz. Peki, kullandığımız aletlere şöyle bir bakalım mı? Elektrikli ocak ya da doğal gazlı ocak, saç kurutma makinesi, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, mikrodalga, fırın, bilgisayar, cep telefonu, televizyon... İlk aklıma gelenler bunlar. Ne kadar hayatımızı kolaylaştırıyorlar değil mi ve hayatımızdan neler alıyorlar? Çevreye yaydıkları radyasyon, ısı, kirli su, deterjanlı su... Bunlar yokken ya da bu kadar hayatımızın odak noktası değilken de birlikte pek güzel yaşıyorduk.
Seneden seneye çevremizdeki kirliliğin artması, bilincin giderek artacağı yerde azalması çok acı. Yapılan bir çalışma, New York’ ta kişi başına 22, İstanbul’ da kişi başına 3 m2 yeşil alan düştüğünü belirtiyor. Dünya Sağlık Örgütü ise “en az 9 m2 olmalı” diyor. Peki, biz neler yapıyoruz? Bana kalırsa çok güzel evler, siteler, yollar, oteller yapıyoruz. Sit alanlarını, güzelim ormanları yakıp ya da devlet eliyle açık artırmayla çok güzel değerlendiriyoruz. O kadar perişan haldeyiz ki azıcık yeşillik görsek “ohh be dünya varmış, ne güzel bir yer” diyoruz. İyide, daha yakın zamana kadar böyle bir ülkede yaşamıyor muyduk? Liseyi Konak’ ta okudum, Karşıyaka’ ya baktığımda bu kadar çirkin bir yapılanma yoktu, en azından dağların tepeleri ağaçtı, yeşildi. Şimdi bir bakın isterseniz.
Sözümün sonu; bizden sonraki gelen nesli daha bilinçlendirmek bizim işimiz ama hiç umudum yok. Neden mi? Pazar günü yaşadığım olayı anlatmak isterim. Sahil kenarında oturuyorduk, bir baktık 4 - 5 kişilik bir genç grubu, yediler içtiler, çok güzel eğlendiler ama kalkıp giderken her şeyi bıraktılar, birde camları eğlenmek için kırdılar. Annem bir büyük olarak dayanamayıp sordu “Okuyor musunuz ?” diye. Evet, hepsi üniversite öğrencisiymiş ve sınıf geçtikleri için kutlama mahiyetinde gelmişler. “Peki” dedi annem, “Arkanızdaki çöp bidonunu görüyorsunuz dimi? Oturduğunuz yere kaç adım iddiaya girelim mi” dedi. Döndü birisi “ Teyze, sen işine bak! Deniz temizler, yoksa da bizden sonra gelen temizlesin işi ne?” dedi.
İşte olay budur: “Bizden sonrası temizlesin, yapsın!”. Umarım her şeyi daha bilinçli, daha güzel bir nesille elbirliğiyle yaparız. Her şey bizim elimizde...
Ecz. Nilay Köse
Eşrefpaşa Eczanesi
Kaynak- ÇEKOOP (Çevreci Eczacılar Kooperatifi)