İSPANYA MİLLİ FORMÜLERİNDE PSORİAZİS/SEDEF HASTALIĞI TEDAVİSİNDE MAJİSTRAL FORMÜL İLE TEDAVİ SEÇENEĞİ
Değerli Meslektaşlarım günümüzde oldukça sık rastladığımız ancak kesin tedavisi halen bulunamayan bu hastalıkla ilgili formüle geçmeden önce Psoriasis (Sedef) hastalığının ne olduğu, sebepleri, kimlerde görüldüğü, belirtilerinin ne olduğu gibi çok sayıda soruya cevap bulmaya çalışırken diğer yandan hastalığın güncel tedavisinde son yıllardaki gelişmelerden de kısaca bahsetmemiz gerekmektedir. Sedef hastalığı toplumda sık görülen, ataklarla birlikte genellikle uzun süre devam eden bir hastalıktır. Çeşitli görünümlerle kendisini gösterir. En sık görülen plak tipinde (psoriasis vulgaris), sağlam deriden keskin sınırla ayrılabilen, deriden kabarık kızarıklıkların üzerini kaplayan ve hastalığa ismini veren sedef veya gümüş renginde kepeklenmeler (pullanmalar) tipiktir. Sedef hastalığı tüm dünyada yaygın olarak görülen bir hastalıktır.
Bununla birlikte hastalık bazı coğrafik bölgelerde daha sık ya da daha seyrek görülebilmektedir. Yine sıklık bir toplumdan diğerine değişiklikler gösterebilmektedir. Genel anlamda hastalığın görülme sıklığından bahsedilirken genetik ve çevresel faktörlerden etkilendiği düşünülür. Sedef hastalığı soğuk kuzey iklimlerinde, daha sıcak olan tropikal bölgelere göre daha sık görülür. Amerika ve Avrupa’da yaklaşık olarak her 100 kişiden 2 kişide hastalık görülür.
Buna karşın Afrika ve Asya ülkelerinde görülme sıklığı daha düşük olup her 100-200 kişiden 1 kişide görülmektedir. Sedef hastalığı erkek ve kadınlarda yaklaşık eşit oranda görülür. Herhangi bir yaşta ortaya çıkabilen sedef hastalığı en sık 20-30 yaşları arasında başlar. Başlangıç yaşına göre hastalık 2 grupta incelenebilir. Sedef hastalığı 40 yaşından önce başladığında erken başlangıçlı, 40 yaşından sonra başladığında ise geç başlangıçlı sedef hastalığı olarak değerlendirilir. Erken başlangıçlı sedef hastalığı daha şiddetli seyretme eğilimi gösterir. Yine bu tipte ailede sedef hastalığına daha sık rastlanır. Hastalığın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Sedef hastalığının bağışıklık sistemi, genetik ve çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşimi sonucu geliştiği düşünülür. Sedef hastalığının gelişiminde bağışıklık sistemi önemli rol oynar. Bağışıklık sisteminin ana elemanlarından T hücreleri kan damarları yoluyla deriye ulaşıp derinin en üst katı olan epidermis tabakasını oluşturan keratinosit adlı hücrelerin daha hızlı çoğalmasına yol açar. Epidermis normalde kendisini 1 ayda yenilerken bu süre sedef hastalığında 3-5 güne iner. Bu hızlı hücre çoğalması sedefli deride pullanma ile sonlanır. Bağışıklık sistemini ve T hücrelerini neyin harekete geçirdiği bilinmemektedir. Genetik faktörler genel anlamda hastalığın kimlerde gelişeceğini belirler. Hastalığın gelişiminde çok sayıda genin sorumlu olduğu düşünülür. Sedeflilerin yakın akrabalarında hastalığın sık görülmesi genetik yatkınlığa işaret eden önemli bir ipucudur. Çeşitli çevresel faktörlerin (streptokokların neden olduğu boğaz enfeksiyonları, bazı ilaçlar, kaşıma, banyoda keselenme gibi fiziksel travmalar vb.) etkisiyle hastalığın başladığı veya alevlenmelerin geliştiği düşünülür. Sedef hastalığına yatkın bireylerde aşağıdaki faktörler tetikleyici rol oynamaktadır; Fiziksel travmalar; Kaşıma, ovalama ya da yolma gibi aktiviteler, banyoda liflenme veya keselenme gibi uygulamalar sedef ataklarına yol açabilir veya var olan belirtileri şiddetlendirebilir. Sedef hastalığının travma sonucu hasarlanan deride gelişimi “Koebner fenomeni” olarak adlandırılır. Güneş ışınları; Çoğu hastada ılımlı güneş ışını hastalık belirtilerini iyileştirir. Bu nedenle yaz aylarında belirtiler hafifleyebilir. Buna karşın bazı hastalarda aşırı güneşlenme veya güneş yanıkları hastalığın ataklarına neden olabilmektedir. Enfeksiyonlar; Özellikle streptokok nedenli boğaz enfeksiyonlardan 1-2 hafta sonra özel bir sedef formu olan guttat psoriasis ortaya çıkabilmektedir. Aynı mikrop hastalığın en sık görülen formu olan plak tipi sedef hastalığının ataklarında da rol oynuyor olabilir. Bazı hastalarda sedef hastalığının başlangıcında veya şiddetlenmeleri öncesinde yoğun ruhsal stres öyküsü alınabilmektedir. Hastaların bir bölümünde bu faktörün dışlanması veya tedavisi hastalığın belirtilerinin giderilmesinde yardımcı olmaktadır. Bazı ilaçlar hastalığın gelişimine veya şiddetlenmesine yol açabilmektedir. Ağızdan veya damar yoluyla alınan kortizon, sıtma ilaçları, ruhsal hastalıklarda kullanılan lityum, tansiyon ilaçlarından beta blokerler, bir çok hastalıkta kullanımı olan interferon gibi ilaçlar, ağrı kesicilerin bir bölümü bu ilaçlardan bazılarıdır. Bazı hastalarda sigara hastalığın gelişimine veya var olan sedefin atak yapmasına neden olabilmektedir. Aşırı alkol tüketimi hastalığın ataklarına yol açabilmektedir. Mikroplarla gelişen bir hastalık değildir. Bu nedenle de hastalığınızı bir başkasına bulaştırmanız söz konusu değildir. Sedef hastalığı kalıtsal bir hastalık değildir. Ancak, hastalık için genetik bir yatkınlık söz konusudur. Bunun anlamı, yakın kan bağı olan bireylerde sedef hastalığının görülme sıklığının toplumdaki diğer bireylere oranla daha fazla olmasıdır. Yapılan çalışmalar sedef hastalığına sahip her 3 hastadan 1’inin yakın kan bağı olan aile bireylerinde sedef hastalığının bulunduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, sedef hastalığına yatkınlık ebeveynlerden çocuğa aktarılabilir. Ancak bu çocuğun sedef hastası olacağı anlamına gelmez. Psoriasis Vulgaris (Plak Tipi Psoriasis) Sedef hastalığının en sık görülen klinik şeklidir. Her 10 sedef hastasının 8 veya 9’unda plak tipi sedef hastalığı görülür. Oval veya yuvarlak, sağlam deriden keskin bir sınırla ayrılan, üzerinde gümüş renginde pullanmaların bulunduğu pembe, kırmızı renkte belirtiler görülür. Derinin hemen her alanına yerleşim gösterebilirse de en sık saptanan yerleşim bölgeleri, diz, dirsek, baş saçlı deri ve belin alt bölümüdür. Belirtiler başlangıçta küçük olabilir; bunlar birleşerek veya çevreye doğru büyüyerek geniş ve değişik şekillerde, deriden kabarık belirtilere neden olurlar. Sedef hastalığı bazen olağan yerleşim bölgelerinin tersine, koltuk altı, kasık, göğüs altı, kalçalar arası bölge, diz arka yüzü, dirsek iç yüzü ve boyun gibi vücudun katlantı (kıvrım) alanlarına yerleşim gösterebilir. Hastalığın bu formuna İnvers Psoriasis (psoriasis inversa) 3 adı verilir. İnvers psoriasiste kırmızılık daha belirgin, buna karşın pullanma belli belirsizdir. Sedef hastalığının tipik belirtileri el içi ve ayak tabanına yerleşim gösterdiğinde Palmoplantar Psoriasis olarak tanımlanmaktadır. Bu klinikte deride kalınlaşma ve pullanma ön plandadır. Bu son iki özel tablo tedavilere daha dirençli olabilmektedir. Baş saçlı derisi yerleşiminde (saçlı deri psoriasisi); genellikle kaşıntısız, kırmızı bir zemine sahip, sağlam görünümlü deriden keskin sınırla ayrılmış, üzeri kalın ve basit kepekten daha büyük pullarla kaplı belirtiler görülür. Genellikle saçlarda dökülmeye yol açmaz. Guttat Psoriasis (Psoriasis Guttata) Çoğunlukla gövde üst yarısında, kol ve bacakların gövdeye yakın bölümlerinde, yağmur damlası büyüklüğünde (1 cm’den küçük), yuvarlak veya oval, pembe, kırmızı renkli, deriden kabarık üzerinde pullanmaların bulunduğu belirtiler görülür. Sıklıkla çocuklarda ve ergenlerde görülmektedir. Özellikle streptokok nedenli farenjit (boğaz enfeksiyonu) veya bir viral enfeksiyondan 1-2 hafta sonra gelişebilir. Ayrıca, önceden var olan plak tipi sedef hastalığının akut alevlenmesi olarak da görülebilir. Belirtiler genellikle birkaç haftada bazen de 3 ay içinde geriler. Eritrodermik Psoriasis Sedef hastalığının tüm vücudun %80’inden fazlasını kaplamasıdır. Hastalığın aktif dönemlerinde tetikleyici faktörlerin etkisiyle (ilaç, aşırı güneş ışığı, travma, enfeksiyon vb.) sedef hastalığı genelleşerek, yüz ve tırnaklar dahil tüm deriyi tutabilir. Sedef hastalığının tüm belirtileri vardır; ancak, kızarıklık en belirgin özelliktir. Sedef hastalığının bu şiddetli formu her 100 sedef hastasından 1-2’sinde görülür. Bu hastalar genellikle hastane koşullarında, yakın takip ve tedaviye ihtiyaç duyar. Püstüler Psoriasis Bu klinik formda irinli sivilceler bulunur. Belirtiler sedef hastalığının tipik plakları üzerinden gelişebileceği gibi doğrudan sağlam görünümlü deride de ortaya çıkabilir. Çevresinde kırmızı halelerin bulunduğu, 2-3 mm çapında irinli sivilceler tipiktir. Bu tablonun 2 farklı klinik görünümü vardır; Palmoplantar püstüler psoriasis; Belirtiler el içi ve ayak tabanına yerleşim gösterir. Sigara kullanımı ile yakın ilişkili olduğu kabul edilir. Yaygın püstüler psoriasis; Özellikle kıvrım alanlarında daha belirgin olmak üzere vücutta yaygın bir yerleşim gösterir. Yaygın püstüler psoriasis de ateş, halsizlik, eklem ağrıları gibi genel hastalık belirtileri de görülebilir. Hastanede yatırılarak takip ve tedaviye gereksinim duyulabilir. Eklemlerin Sedef Hastalığı (Artropatik Psoriasis) Eklem yüzeyleri ile birlikte eklem bağları, kirişleri ve eklem zarını tutan yangısal bir tablodur. Her 10 sedef hastasından yaklaşık 2’sinde ortaya çıkar. Sıklıkla 40 yaşlarında görülür. Şikayetler tek bir ekleme (diz eklemi, kalça eklemi vb.) sınırlı olabilir. Hastaların önemli bir bölümünde ise romatoit artrite benzer şekilde 5’den daha çok eklem, özellikle de el eklemleri etkilenir. Eklemlerde ağrı, kızarıklık ve şişlik gözlenir. Çoğu hastada vücudun herhangi bir yerinde sedef hastalığına ait deri belirtileri vardır. Sedef hastalığının eklem tutulumunda, tırnak tutulumuna sık rastlanmaktadır. Yine güncel bilgiler saçlı deri ve kalçalar arası bölgede sedef hastalığı olanlarda eklem tutulumunun daha sık görüldüğüne işaret etmektedir.
Psöriasiste Tırnak Değişiklikleri 4 Sedef hastalığında hastaların yaklaşık yarısında el, her 3 hastadan 1’inde de ayak tırnakları tutulur. Yukarıda da söz edildiği üzere eklem tutulumu olan hastalarda daha sık görülür. Tırnak yüzeyinde toplu iğne başı büyüklüğünde çukurcuklanmalar hastalık için tipiktir. Tırnağın yatağından ayrılması (onikoliz), tırnak plağının altında sarımsı renk değişikliği (yağ lekesi görünümü), tırnak kaybı ve tırnağın serbest bölümünün altındaki deride kalınlaşma sedef hastalığında görülebilen diğer tırnak değişiklikleridir. Sedef hastalığı önceden kestirilemeyen ataklar ve iyilik dönemleri ile genellikle uzun süreli bir seyir izlemektedir. Yaklaşık her 3-4 hastadan sadece 1’inde hastalık tamamen kaybolabilir. Sedef hastalığının guttat formu daha kısa sürme eğilimindedir. Hastalığın belirtileri ve şiddeti kişiden kişiye ve hatta aynı kişide zaman içinde değişiklik gösterebilir. Genel olarak hastalığın şiddeti zaman içinde (ileri yaşlarda) azalma gösterir. Sedef hastası gebe kalabilir. Gebeliğin hastalık üzerine olan etkisi oldukça değişkendir. Ancak aynı kişide tekrarlayan gebeliklerin hastalık üzerine olan etkisi benzerdir. Genel anlamda hastalık gebelik döneminde düzelme eğilimindedir. Sedef hastalığı genellikle doğum sonrasında ataklarla eski seyrine geri döner. Gebelik süresince hastaların çok küçük bir bölümünde ani püstüler psoriasis atağı gelişebilmektedir. Gebelik ve emzirme döneminde kullanılan ilaçların güvenli olup olmadığı mutlaka doktora danışılmalıdır. Sedef hastalarının bir bölümünde ek hastalıklara da rastlanır. Hatta sedef hastalığı hemen aşağıda verilen ek hastalıkların gelişimine katkıda bulunuyor olabilir; Kalp ve damar hastalıkları; Son yıllardaki çalışmalar özellikle şiddetli sedef hastalığı olanlarda kalp damar hastalıkları için yatkınlığa yol açan bazı faktörlerin sık görüldüğünü göstermektedir. Bu hastalarda yüksek kan lipitleri, tansiyon yüksekliği ve şeker hastalığına daha sık rastlanmaktadır. Sedef hastalarında obezite toplumdan daha sık olarak görülmektedir. İnflamatuvar barsak hastalıkları; Crohn hastalığı adlı iltihaplı barsak hastalığına sedef hastalarında daha sık rastlanmaktadır. Tanı genellikle klinik bulgularla konulmaktadır. Tanı zorluğunda tutulan deriden küçük bir parça alınarak (deri biyopsisi) histopatolojik inceleme ile tanı kesinleştirilebilir. Sedef hastalığının bugün için kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Ancak son yıllarda hastalıkla ilgili bilgilerimizin artması, yeni ve daha etkili tedavi seçeneklerinin kullanılmaya başlanması ile hastalık daha etkili bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Sedef hastalığı uygun tedavi ile kontrol altına alınabilmekte ve uzun süren iyilik dönemleri sağlanabilmektedir. Hastalığın tedavisinde tarafların (hekim, hasta ve hasta yakınları) işbirliği içinde olması ve uyum içinde çaba göstermesi tedavinin ayrılmaz bir parçasıdır. Yukarıda sözü edilen çok sayıda tetikleyici faktörün hastalık üzerindeki etkisi göz önünde tutulmalıdır. Sedef hastaları hastalığı alevlendirebilecek her türlü uygulamadan (kaşıma, banyoda liflenme, kese, vb.) mutlaka kaçınmalıdır. En sık karşılaşılan sınırlı tutulumlu sedef hastalığında yan etkilerin daha az olması ve uygulama kolaylığı nedeni ile öncelikle yerel tedavi yöntemleri tercih edilmektedir. Yerel tedavide en sık kullanılan ilaçlar; keratolitikler (deri yüzeyindeki kepekleri uzaklaştıran ilaçlar), kortikosteroidler, antralin, kalsipotriol (sentetik D vitamini), kalsinörin inhibitörleri ve fototerapi (UVB)' dir. Hastanın yaşı, tedaviye uyumu, hastalığın yaygınlığı ve süresine bağlı olarak bu tedavi yöntemlerinden birisi veya kombinasyonu (değişik tedavilerin birlikte kullanımı) seçilir. Yerel tedavilere dirençli, yaygın tutulumlu olgularda kullanılan sistemik tedavilerin başında, metotreksat, siklosporin-A ve retinoidler gelmektedir. Bu tedavilerin dışında yaygın kullanılan, oldukça etkili bir uygulama PUVA tedavisidir. PUVA, oral Psoralen (deriyi ışığa duyarlı hale getiren ilaç) alımından 2 saat sonra ultraviole A (UVA) ışınlarının belirli dozlarda uygulanmasıdır. Son yıllarda biyolojik ajanlar da (infliksimab, adalimumab, etanersept vb.) yukarıdaki tedavilere yanıtsız olgularda kullanılmaktadır. Günümüzde çok sayıda tedavi seçeneği bulunmaktadır. Bazen şikayetlerin giderilebilmesi için çok sayıda ilacın bir arada kullanılması gerekebilir. Hekiminiz, siz ve hastalığınız ile ilgili çok sayıda parametreyi göz önüne alarak tedavinizi düzenler. İlaç seçiminde ve tedavi süresinde belirleyici olan hastalığın yaygınlığı, belirtilerin yerleşim yeri, tırnakların tutulum şiddeti ve eklem tutulumu gibi parametrelerdir. Seçilecek tedavi şekli ve uygulama yolu, tedavinin süresi, ilaçların dozu hekim tarafından düzenlenir. Hastalığın tedavi ve izleminde hekimlerin bilgi, tecrübe ve işbirliği içinde çalışmaları ne kadar gerekliyse sedef hastalarının önerilen tedaviye uyumu da o denli önemlidir.
Formül
Rp.
Ditranol 0,01 %
Urea 2 %
Coaltar saponificado 25 %
Acido salicilico 2 %
Alcohol isopropilico c.s.p. 50 ml
Formülde yer alan etken maddeler:
Anthrasol- Antralin- Cignolin- Dithranol;
ANTHRALİN ilk olarak 1916 yılında Galavvski tarafından ''krisarobin'' adı altında deri hastalıklarının tedavisinde kullanılabilecek bir ajan olarak ortaya konmuştur. DİTHRANOL (1,8-dihydroxy-9-anthrone) Güney Amerika'da bulunan Araroba ağacının kabuklarından doğal olarak elde edilebilir. Aynı zamanda da Anthron'dan da sentezlenebilir. Anthrolin, krizarobinin sentetik türevi olan bir hidrokarbondur. Anthralin, sarımsı turuncu veya sarımsı kahverengi renkte, kokusuz kristalize bir toz yapısındadır. Işıkta bozunma özelliğine sahip olduğu için ışıktan uzak tutulması gerekmektedir. Kuvvetli irritan etkiye sahip olan Dithranol, göz, mukozalar ve diğer deri alanlarında ciddi reaksiyonlara yol açabilir. Özellikle perilezyonel deriye teması halinde Dithranol bir yanma etkisi oluşturur. Bu nedenle kullanımdan sonra hastaya her zaman ellerini yıkaması hatırlatılmalıdır. İnflame deride ise kullanılmamalıdır. Anthrasol suda çözünmez. Mutlak alkolde (% 96), asetonda, yağlı ortamlarda ve vazelin içerisinde çözünür.
Anthrasol yüksek dozlarda kuvvetli allerjik reaksiyon oluşturabilir. Bu etkisini azaltmak amacıyla pix juniperi (ardıç katranı) ve diğer katran türleri ile kombine edilirse allerjik özelliğinin azaldığı veya ortadan kalktığı görülmektedir. Antralin ile birlikte oxyde de zinc içeren patlarda Antralin etkisinin korunabilmesi için salisilik asit veya benzoik asit katkısının da bulunması gerekmektedir. Bunun olmaması halinde oxyde de zinc ile etkileşim sonucu etkinliği büyük ölçüde azalmakta ve bu durum kendini preparattaki renk değişikliği ile göstermektedir. Buna karşın % 0,25 ve % 0,5 lik anthralinin sarı-yumuşak parafin içerisinde salisilik asit katkısı olmaksızın da etkisini koruyabildiği gözlemlenmiştir.
Kaşıntılı deri hastalıklarında; antieksematöz, antienflamatuar, düşük etkide antibakteriyel ve antimikotik etkisinden dolayı tercih edilir.
Saçlı deride tercihen %2-5 oranında kullanılırken, seboreik dermatitde, ekzamada, sedef hastalığında, Herpes tonsurans (Tinea capitis) olarak da bilinen kafa derisi mantarında %5-10 oranında kullanılır.
Anthralin topikal olarak etki gösteren antipsoriyatik bir ilaçtır. Ayrıca alopesi tedavisinde de kullanılır. Etkisini epidermisin mikotik hızını azaltarak gösterir. Anthralin etki mekanizması kesin olarak bilinmese de antiproliferatif ve immunsupresyon etkiye sahip olduğu ileri sürülmektedir. Böbrek hastaları ve gebelerde kontrendikedir.
Yan etkisi; irritan kontakt dermatit, follikülit, eritem, kaşıntı, kepeklenme ve bölgesel lenfadenopatidir. Elbiseler dışında deride de pigmentasyona neden olmaktadır. Deride pigmentasyon tedavi kesildikten sonra gerilemektedir.
Topikal anthralin kullanan hastalarda tedavi başlangıcında gözlenen kaşıntı, eritem, yanma, renk değişikliği şeklindeki yan etkiler genellikle tedavinin devamında kaybolmaktadır.
Üre- Urea- Carbamid- Karbamid;
Sinonimleri ile tanınır. Renksiz, şeffaf, hafif hidroskopik (Higroskopi, genel kimyada herhangi bir maddenin içinde bulunduğu ortamdaki su moleküllerini difüzyon veya çeperinde yoğunlaştırma yöntemi ile azaltabilme yeteneğine verilen isimdir.) kokusuz veya çok hafif kokulu prizmatik kristaller halindedir. Suda çok çözünür(1 k.su ), alkolde çözünmesine(5 k.alkol) karşın kloroform ve eterde çözünmez. Üre uzun süre bekletilir ise hafif amonyak kokusu oluşturabilir. Dahilen diüretik olarak 15-30 g dozda kullanılır. Bu formülde de görüldüğü gibi haricen hydratant (su tutan,nemlendiren) amaçla kullanılmıştır. Topikal olarak kullanıldığında stratum corneum’un (Epidermis’in en dış katı; epidermis’in boynuzsu tabakası, ölü hücrelerden oluşmuştur ) su tutucu özelliğini uyararak su tutma kapasitesini artırır. Böylelikle cilt kuruluğunun sorun oluşturduğu olgularda hidrasyonu sağlar. Hiperkeratotik ciltlerde ise hafif keratolitik etki yapar.
Kömür Katranı- Goudren de Houille- Coal tar- Pix Carbonis- Pix Lithanthracis- Steinkohlenteer;
Maden kömürünün kuru distilasyonu ile hazırlanır. Naftaline benzer kokusu, yakıcı lezzeti vardır. Siyaha yakın renkte yoğun sıvıdır. Hava ile temasta katılaşır. Suda hafifçe çözünür. Kloroform ve benzende çözünürken, alkol ve eterde kısmen çözünür. Yoğunluğu hava etkisi ile yavaş yavaş artar. Parlak isli bir alevle yanar. Doymuş çözeltisi turnusole karşı alkali reaksiyon verir. Kömür katranı, kepek ve psoriyazisin yanı sıra saç bitlerini öldürmek ve uzaklaştırmak için kullanılan tıbbi şampuan, sabun ve pomatların bileşimine girer. Kömür katranının kuru distilasyonu ile hazırlanan çözünür ekstreleri (%2) de kepek tedavisinde kullanılır. Katranlar ve katran yağları epidermisin kalınlığını azaltırlar. Antiprüritiktirler ve zayıf antiseptik etki gösterirler. Topikal olarak ekzema, psoriyazis, kepek, seboreik dermatit ve diğer cilt hastalıklarının tedavisinde kullanılırlar. Kömür katranı preparatlarının yerini büyük ölçüde odun katranları almıştır. Ultraviyole ışığı psoriyazis tedavisinde kömür katranının etkinliğini artırır. Bazı odun katranları ekspektoran preparatlarının bileşimine girer. Katran homeopatik tıpta da kullanılmıştır.
Acidum salicylicum- Salicylsäure- Acide salicylique- Salisilik asit;
Beyaz billurlardır. 500 k.su, 15 k.kaynar su, 27 k.alkol (%99 luk), 2 k. eter, 80 k. zeytinyağı, 100 k. gliserin ve 55 k.kloroformda çözünür. Salisilik asit deskuamasyonu hızlandırır. Hafif fungusid etki gösterir. Salisilik asit, C4H6(OH)CO2H kimyasal formüllü bir beta hidroksi asittir (BHA). Renksiz, kristal yapıdaki bu organik asit genellikle bitkisel hormon olarak kullanılır. Salisin metabolizmasının bir ürünüdür. Aspirin olarak adlandırılan asetil salisilik asitle benzer kimyasal özellikler taşır. Tinea barbae, tinea capitis, tinea cruris gibi fungus türleri tedavisinde kullanılmaktadır. Salisilik asit keratolitik bir ilaçtır. Hiperkeratotik ve derinin pullanmasıyla belirgin kepek ve seboreik dermatit, iktiyoz, psoriyazis ve akne gibi hastalıkların tedavisinde kullanılır. Bu amaçla kullanılan solüsyon ve pomatları mevcuttur. Topikal uygulamaya bağlı sistemik absorbsiyon riskini minimalize etmek için salisilik asit uzun sürelerle ve yüksek konsantrasyonlarda kullanılmamalı ve geniş vücut yüzeylerine ya da enflamasyonlu veya açık deriye uygulanmasından kaçınılmalıdır.
İzopropanol- İzopropil Alkol- Alcohol İsopropílico- 2-propanol- Isopropylalkohol;
İzopropil alkol berrak, renksiz, akıcı, uçucu nitelikte, karakteristik alkol kokulu, kolay alev alan bir sıvıdır. Su, alkol, kloroform ve eterle karışır. İzopropil alkol etkisi bakımından alkole benzer bakterisid özellikler gösteren bir antiseptiktir. %60-70'lik çözeltileri operasyon öncesi cilt antisepsisi için kullanılır. Bunun dışında, el ve yüzey dezenfeksiyonu için kullanılan preparatların bileşimine girer. Yağ çözücü özelliğinin güçlü olması preparatlarının sık aralarla kullanılmasını engeller. Kozmetik ve parfüm sanayiinde çözücü olarak ve diğer dezenfektanlar için taşıyıcısı olarak kullanılır. Propil alkol de antiseptik olarak kullanılabilir. İzopropil alkolün prematüre bebeklerde antisepsi için deriye uygulanmasının kimyasal cilt yanıkların a neden olduğu bildirilmiştir.
Formülün Hazırlanması
İsopropil alkol minumum kaynama derecesinde ısıtılarak içerisinde üre çözündürülür. Soğumaya bırakılan çözeltiye daha sonra dithranol ile salisilik asit eklenir ve en sonda kömür katranı ilavesiyle formül sonlandırılır.
Formül 30 derecenin altında renkli cam şişe içerisinde saklanmalıdır.
İyi bir hafta dileğiyle…
Kaynaklar
La Formulacion Magistral en la Oficina de Farmacia 2.aparte valencia, 1985
Türk Dermatoloji Derneği
Tel: (332) 3520657
Fax: (332) 3512816
a.pekcan@eczacininsesi.com
http://www.majistralformul.com/