Ergenekon tertibiyle 23 Eylül 2008’de, sabaha karşı 4:30’da polisler kapıma dayandığında, faşizmin geldiğini biliyordum. Sürecin uzun ve sancılı olacağını da biliyordum.
"Vatan... Namus... Ahde vefa..." demenin bir bedeli olacağını, hem "dostların" hem de kindar düşmanların bu bedeli isteyeceğini ve bu kıskanç talebin, canımızı istemeye kadar uzanacağını da biliyordum.
Ama...
Yurdumun güzel insanları! Güzel günler göreceğiz! İnsanlık onuru faşizmi yenecek! Biz o günler için diri diri gömüldük Silivri Toplama Kampına!
Mezarlıkta esir alındık, linç edildik...
Ey halkım!
Unutma!
Unutma bizi!
-Tuncay Özkan-
- Ergenekon’da sanıklar nasıl darbeci oluyorlar?
- Koğuş baskınında el konulan zarların öyküsü neydi?
- Bilgisayardaki savunmalar nasıl silindi?
- Tuncay Özkan hangi konuda "oh olsun bana" dedi?
- Domates ve marul nasıl suç unsuru oldu?
- Tuncay Özkan’a gelen mektup nasıl sansürlendi?
- Klasik müzik tehlikesi nasıl ortadan kaldırıldı?
- Ha UFO’ya inanmışsın, ha ETÖ’ye! Fark var mı?
- Tuncay Özkan mahkemede nasıl deliye döndü?
- Nazlıcan’ın elbisesindeki güvercinler neden söküldü?
(Tanıtım Bülteninden)
Habernot.com ‘da kitabın çıkışı ile ilgili yazı
Tuncay Özkan Zorbalığın Pençesini yazdı
19.03.2011 / 09:49
‘18 yaşına basan kızım elbise dikmiş kendisine, onunla geldi bana. Elbisenin üzerinde lekeler var, böyle boynunda, nedir dedim o? Üstüne beyaz taşlar koymuş; beyaz güvercinler yerine cezaevine girerken, o beyaz güvercinleri tek tek sökmüşler’
İzmir’den Mustafa Balbay büro şefi olarak getirildi, tepki gösterdik. 8 yıl boyunca Balbay ile arkadaş bile olmadık. Ama aynı büronun çalışanıydık. Bundan sonra Allah ayırmasın bir daha. Mustafa Balbay gibi arkadaş zor bulunur hayatta.”
Ergenekon davasının tutuklu sanıkların gazeteci Mustafa Balbay’ın ‘Zulümhane’sinden sonra Tuncay Özkan da Silivri Kapalı Cezaevi’nde yaşadıklarını kitaplaştırdı. Pazartesi günü satışa çıkacak olan ‘Zorbalığın Pençesinde’ isimli kitapta Özkan, hücresinde yaşadıklarından savunmasını yazmasına, kızının kendisini ziyaretinden Mustafa Balbay ile arkadaşlığına kadar bir çok konuyu anlatıyor.
Özkan kitabında, daha önce VATAN’a manşet olan, kızı Nazlıcan’ın okulu ile ilişiğinin kesilmesini olayını şöyle anlatıyor: “Nazlıcan’ın her çarşamba Silivri’ye ziyaretime gelişi, ilk iki yıl sorun olmamıştı. Okulun Türk müdürü durumu anlayışla karşılıyordu. Ama o, görevden ayrılmıştı. Yeni müdür, birden tutum değiştirmişti. Annesinin başvurusuna okul idaresi, ‘randevu vermeyerek’ yanıt verince, durum kritikleşmişti. Çünkü yeni müdür, ‘Nazlıcan ya babana gidersin ya okula gelirsin. Babanla okul arasında tercih yap, yoksa devamsızlıktan tasdikname alacaksın’ demişti, en son izin kâğıdını homurdanarak imzalarken. Ve Nazlıcan ile annesinin bütün çabalarına karşın, benim yüzümden Nazlıcan’ıma tasdikname verip devamsızlıktan okul ile ilişkisini kesmişlerdi.Nazlıcan ilk kez o hafta bana gelmedi. Deliye döndüm. Annem, kardeşim, ‘üşüttü, grip’ deseler de inanmadım. O hastayken de bana geliyordu. Bir sorun vardı. Ben kızımın 15. doğum gününü de, 18. doğum gününü de cezaevinde kutlamak zorunda kaldım. Benim 18 yaşına basan kızım, bir elbise dikmiş kendisine. Onunla geldi bana, ‘Bunu ben diktim’ diye. Elbisenin üzerinde lekeler var, böyle boynunda, nedir dedim o? Üstüne beyaz taşlar koymuş; beyaz güvercinler yerine cezaevine girerken, o beyaz güvercinleri tek tek sökmüşler. Reva gördüğünüz bu muamele, benim çocuğuma reva gördüğünüz bu muamele, beni sevenlere, bizi sevenlere, Mustafa Balbay’ın ailesine, bize, buradaki herkese gördüğünüz bu muamele umut ederim sizin çocuklarınız tarafından asla görülmez. Umut ederim bu acılar sizin yüreğinize uğramaz ve umut ederim siz hukuku uygulayarak, bu alçak dönemi sonlandırırsınız.”
Ceber’in çığlıkları
İlk tutuklandığında Metris Cezaevi’ne konan Özkan, o geceyi kitabında şöyle anlatıyor: “Ama bir gece, inanılmaz insan çığlıklarıyla ranzadan fırladım. Hırıltılar, feryatlar ve küfürler koridora bitişik olan yeni hücrem T-6’ya geliyordu. Yan hücrede Adil’in duvarına vurdum. İyiydi. İçeriden acil durum butonuna bastım. Kapıya vurmaya başladım. Uzunca bir süre sonra, sesler kesilince, mazgal açıldı, bir gardiyan bağırdı:
- “Ne var? Ne istiyorsun bu saatte?”
- “Deminki gürültüler, feryatlar neydi?”
- “Sana ne be adam. Yat uyu. Allah Allah.”
- “Adam öldü, ne oldu, ne? Kimdi o?”
Bir gün sonra gazetelerden öğrendim o sesin sahibinin adını: Engin Ceber!
Balbay’la küs mü?
Medyada dolaşan en büyük dedikodulardan biri de Özkan ile Mustafa Balbay’ın küs olmalarıydı. Özkan kitabında bu konuya da açıklık getiriyor: Ahmet Tan Ankara temsilcisi olunca İzmir’den Mustafa Balbay büro şefi olarak getirildi. Genç ekip aramızdan birinin değil de Mustafa’nın gelişine tepki gösteriyorduk. Yalçın Doğan’ın görevden alınmasına da kızgındık. (...)8 yıl boyunca Balbay ile arkadaş bile olmadık. (...) Ergenekon’dan ilk alınıp bırakıldığında onunla dayanışma içindeydik Bundan sonra Allah ayırmasın bir daha. Mustafa Balbay gibi arkadaş zor bulunur hayatta.”
NAZLICAN’IN ÇARESİZLİĞİ
Tuncay Özkan’ın 18 yaşındaki kızı Nazlıcan Özkan, babası Ergenekon davası kapsamında tutuklanınca Avusturya Lisesi öğrencisiydi. Her çarşamba Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’nde babasının görüş günü olduğu için Nazlıcan okuldan izin alıp Silivri’ye gitti. Okul yönetimi bu durumdan rahatsız oldu ve Nazlıcan’a “Her çarşamba Silivri’ye gitmek zorunda mısın, dersler mi önemli görüşe gitmek mi, bir seçim yapmalısın” diye bir seçime zorladı. Nazlıcan, okuldan naklini aldırdı, bir sene kayıpla Pera Güzel Sanatlar Okulu Resim Bölümü’nde öğrenimine devam ediyor.
SİLİVRİ YAYINEVİ
Ergenekon davası kapsamında Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan bir çok sanık, yaşadıklarını kitaplaştırdı. Tuncay Özkan’ın çıkacak kitabı bu serinin son kitabı olacak. Daha önce Mustafa Balbay’ın ‘Zulümhane’si, Oktay Yıldırım’ın ‘Ergenekon bombalarının sırrı’, Vedat Yenerer’in ‘Demokrasiye ve Hukuka Ergenekon Tezgahı”, Muammer Karabulut, ‘Oyunun adı kontra- Ergenekon” kitapları okuyucu ile buluşmuştu. Doğu Perinçek ve Veli Küçük’ün de kitap hazırlıkları içinde olduğu daha önce medyaya konu olmuştu.
Tuncay Özkan (1966 - .... )
Profesyonel anlamda 1984 yılında Hürriyet Grubunun çıkardığı Hürgün Gazetesinde çalıştı. Daha sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde görev aldı.
1993 yılında yazılı basından televizyona geçti. 1996 yılından bu yana Kanal D Haber Merkezi’ni yönetti. 15 günde bir Gazeteci Cüneyt Arcayürek ile birlikte Politika Durağı isimli programı hazırlayıp sundu.
1998 Haziran-2001 Şubat tarihleri arasında Radikal Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. 2001 Şubat tarihinden 2002 Temmuz tarihine kadar Milliyet Gazetesi’nde köşe yazarlığı görevinde bulundu.
2002 Temmuz ayından sonra bir süre Çukurova Medya Grup Başkanı olarak görev yapmıştır.
KanalTürk isimli televizyon kanalını kurmuş ve genel yayın yönetmeni olarak görev yapmıştır. Biz Kaç Kişiyiz hareketini başlatarak bir çok ilde mitingler düzenlemiştir.
13 Mayıs 2008 tarihinde KanalTürk televizyonunun Koza Grubuna satıldığı açıklanmıştır.
Ergenekon Örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanarak ceza evine konmuştur. Davası devam etmektedir.
Eserleri
Kıyamet Mahkemesi, Öldürün O Gazeteciyi, Uğur Mumcu Suikasti Soruşturması
Sorgulanıyor (Evren Değer ile birlikte), Bir Gizli Servisin Tarihi, Parsadan Hikayesi,
Operasyon, CIA Kürtleri