İzleme, dinleme ve gözleme üstüne yakıcı bir roman!

İlk romanı Bir An Bin Parça ile Yunus Nadi Roman Armağanı’na değer görülen Enver Aysever, izlenmenin, dinlenilmenin ve gözlenmenin yaşanan bir gerçeklik olduğunu bu yeni romanında yer yer mizahi bir anlatımla deşifre ediyor. Bir Türkiye manzarasının hâkim olduğu “Gibi Site”de yaşayan sakinlerden kimin suçlu, kimin masum olduğu tam bir muammaya dönüşüyor. Romanın kahramanı EA ise izlenmenin, dinlenilmenin ve gözlenmenin merkezinde yer alıyor. Herkes ona bakıyor, onu sorguluyor ve onu araştırıyor... EA ise aydın olmanın sorumluluğunu ve açmazlarını, çağına tanık olma tutkusunu iliklerine kadar yaşıyor.

Aysever, kahraman odaklı edebiyatın yerine, anti kahramanlarla örülü bir hikâyeyle günümüze ve yarınlarımıza ayna tutuyor.

Yazgıcılar’ın hemen altında, “izlenme, dinlenme, gözlenme üstüne bir roman” yazıyor ama, Enver Aysever’in söyleşimizde dile getirdiği, benim de başlığa çıkarttığım “Körleşme, dilsizleşme, sessizleşme çağındayız” ifadesi izlenme ile körleşme, dinlenme ile dilsizleşme arasındaki ilişkiyi çarpıcı bir biçimde koyuyor ortaya. İzlenme çağında, izleyenler de dahil olmak üzere topyekûn bir körleşme yaşanıyor aslında. Dinlendikçe sessizleşiyoruz, dilsizleşiyoruz.

 

Enver Aysever'le Söyleşi: Irmak Zileli

Enver Aysever, “Yazgıcılar” isimli romanında çağın bu hastalığını distopik olduğu ölçüde gerçekçi bir kurgu içinde anlatıyor. Türkiye’nin sahicilikten giderek daha da uzaklaştığını imleyen “Gibi Site”nin sakinlerini roman kahramanı yapınca, ortaya bir tür toplum parodisi çıkıyor ister istemez. Sağımıza solumuza baktığımızda görebileceğimiz, metrobüste otobüste karşılaşabileceğimiz kişiler bu romanda çıkıyor karşımıza. Ama bir kişi daha var ki, onun romandaki konumu ötekilerden biraz farklı. EA, bir aydın ama nasıl biri? Bir devrimci? Bir yazar? Romancının kendisi mi yoksa? Belki de hiçbiri değil, romanın başında belirtildiği gibi o bir soru işareti... Bir de tabii romana adını veren Yazgıcılar var. Yazgı kavramını tartışmaya açan, okuru kendi yazgısını başkalarına teslim etmiş olması üzerine düşünmeye zorlayan bir metafor işlevi de görebilir sanki.

Geleceğe dair bir distopya değil “Yazgıcılar”, bugünün alabildiğine gerçekçi resmini çiziyor yazar. Bu resimde neler gördüğünü edebiyatın penceresinden bakarak konuştuk Aysever’le...

“‘Yazgıcılar’, güncel bir konuyu, bugün sokaktaki insanın bile artık korktuğu bir gerçekliği roman konusu yapıyor. İzlenme, dinlenme, gözlenme üstüne bir roman. Edebiyatın güncellikle buluşması bazı riskler taşıyabilir. Siz romanı yazarken bu tür risklerle nasıl baş ettiniz? Buradan hareketle ‘Yazgıcılar’ın konjonktür romanı olarak değerlendirebileceğimiz tür romanlarda ayrılabildiğini düşünüyor musunuz?”

“Toplumların büyük açmazlar yaşadığı dönemlerde, edebiyat/roman kendi ödevini üstlenir ve belki de sessiz biçimde tüm olup biteni kendi gerçeğine uygun biçimde kayıt altına alır. Günlük koşturma içinde, çoğu zaman neden didiştiğini, ayrıştığını görmeyen birey, edebiyatın hassas terazisinden bakınca, yaşadığı çağa dair bambaşka görüntülerle karşılaşacaktır. Romancı hem içinde bulunduğu güne aittir, hem geleceğe. Esasen geçmişteki köke de sağlam basmak zorundadır. Tüm bunları hesap etmeden yola koyulur. ‘Yazgıcılar’ güncel olana takılıp kalmayan, ordan edindiği çeşitli itkilerle yola çıkan ama aslında, bugünün boğulmuşluğunu anlatan bir roman!”

“Bu kadar güncel bir konuyu ele alan bu romanı kalıcı kılacak olan nedir size göre?”

“Romancı içinde bir tedirginlik, ürpertiyle masaya oturur. Sezgiyle yolunu bulmaya başlar. Derin bir işçilik gerektiren sürecin sonunda yapıtını ortaya koyar.

Tüm bu süreç bize has edebiyat diyeceğimiz bir eser verebileceği gibi, tersine yarın unutulacak bir yapıta da götürebilir. Önemli olan romancının bu hamurdan gelmesi, ustaların izini, sesini bilmesi ve o coğrafya insanı olduğunu hissettirmesidir. Bir romanın kalıcılığı çok karmaşık bir sürü nedenle açıklanabilir. Ama ben bugün okuduğum romanlar içinde biçim olarak yenilikçi olanı, dile dair lezzetli bulduklarımı ve elbette insana dair umudu olanları yeğliyorum. En karanlık olayları anlatanlar bile son çözümde insan için bir kapı aralar. Ben roman yazdım. Tüm diğer dertlerden arınmış biçimde ilkin iyi roman olsun istedim.”

“Aslında ‘Yazgıcılar’da anlatılan hikâye bir distopya olarak algılanabilir... Orwell’ın romanı ‘1984’ bu kategoride değerlendirilir örneğin. ‘Yazgıcılar’ bir distopya mıdır size göre?”

“Elbette böyle söyleyenler olacaktır. Belki böyledir, bilmiyorum. Ama artık büyük meseleleri, büyük sözlerle açıklama çağında değiliz. Romancının deneme türünden, şiirden, felsefeden doğrudan yararlanması mümkün. Bir durumu anlatırken, üzerimize türlü kışkırtıcılarla/uyarıcılarla saldıran düzeni sorgularken ironi gücü olan ve biraz da tersten bakan metinlere gereksinimimiz var. Orwell iyi bir örnek.”

“Roman sisli bir geceyle açılıyor ve yine açıldığı yerde kapanıyor. Genel olarak da o sis atmosferi romana hâkim. Fakat karakterler bir o kadar net, tanıdık, etrafımızda gördüğümüz insanların birer simgesi gibi. Bir tek Yazgıcılar olarak ortalarda adı gezinen, bir örgütü çağrıştıran, ama iktidar gücü olduğu da hissedilen esrarengiz adamlar var. Onların çizgileri o kadar net değil. Hem bu gizemin nedeni hem de isimlerinin neden ‘yazgı’cılar olduğunu merak ediyorum.”

“Düzen bize sürekli ne kadar küçük/güçsüz olduğumuzu pompalıyor. Kendi yazgımıza hâkim olamayacağımızı, gücümüzün düzeni değiştirmeye yetmeyeceğini söylüyor. Bunun altında mutlaka bir komplo bulunması gerekli değil. Kapitalizm tüm aygıtlarıyla bunu defalarca üretiyor. Küçük kişiler diyeceğimiz, esnaf, öğrenci, hatta okuryazarlar, işçiler, ev kadınları, herkes buna inanıyor. Hal böyle olunca o büyük göz’ün bizi izlediği fikri de beraberinde geliyor. Birbirini ezer biçimde düzenle bir uzlaşma ve kıyısından köşesinden de olsa pay kapma yarışı başlıyor. Düzene itiraz yerine, konumlanma üstüne bir çaba başlıyor. Bu bir yanıyla acılı, bir yanıyla gülünç! Tüm bunlar olurken siyasi, iktisadi kimi güçler bu oyunu, bu kara-güldürüyü keyifle izliyor. Öyle birileri yoksa da buna da inandırılıyor.”

“‘Gibi Site’ adındaki bir sitede geçiyor hikâye. Bir tür küçük Türkiye. Türkiye’yi ‘gibi’ site yapan nedir size göre?”

“Ülkemizin bir sahicilik sorunu olduğu kesin. Derin bir kıskanma, öykünme, imrenme sürecindeyiz. Bu sözcükleri özenle seçtim. Aralarındaki küçük ayrımlar bize tüm renkleri gösteriyor.

 

Enver Aysever

1971 İstanbul doğumlu olan Aysever, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunu. Uzun yıllar Tiyatro Çisenti'nin Sanat Yönetmenliği'ni yaptı. TV8'de 'Lacivert', NTV Radyo'da 'Kurşun Kalem' adlı edebiyat programlarını hazırlayıp sundu. Finansal Forum gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Varlık, Gösteri, İnsancıl, Cumhuriyet gibi gazete ve dergilerde makale, deneme, araştırma yazıları yayınladı. Halen Doğuş Üniversitesi Kültür Sanat Yönetmenliği'ni yürütüyor ve aynı üniversitede yazarlık atölyesi çalışmalarını sürdürüyor. 'Televizyon Gazeteciliği', 'Sahne Sanatları' derslerini de veren yazar, Remzi Kitap Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmenliği'ni sürdürmektedir. 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat