Ecz.Gaye Karaata ÖZEKEN

Küçükken bandocuydum ama trampetçi kasketi kafama küçük gelince bando şefi yaptılar beni.

Ukdemdir içimde trampetin düzeni sağlar gibi gözüküp aslında isyankar sesi.

 ...

Daha da küçükken palyaço olmak isterdim. Hep gülme isteği değildi, hatırlıyorum. İzlediğim palyaçonun bizleri güldürmeye çalışırken gözlerindeki hüznü görmüştüm boyum henüz beline erişmemişken. Sevdim o hüznü. Gerçekti ve bir o kadar gizli. Belki o yüzden bugün hem hüznü hem de makyajı seviyorumdur, kimbilir...

...

Nazım Hikmet Kültür Merkezi Ruhi Su salonun en ön sırasında oturmuş, az ve ilk bakışta birbiriyle alakasız dekoruyla dikkatimi çeken sahneyi inceliyordum. Birazdan birkaç defa okumama rağmen belirli cümleleri dışında aslında pek te ilgimi çekmeyen Taranta Babu’ya Mektuplar’ı izleyecektim. Sahnenin ışık sistemi neydi, kaç kişi alıyordu, tavan neden bu kadar alçaktı? Dalmışım...

Derken bir trampet sesi geldi uzaktan. Düzene sokar gibi değil, geldiğini haber veren vuruşlar giderek izleyicileri uyaran vuruşlara dönüştü.

-Tam tama tam tam tam...

 Yani, beni farkedin ey insanlar.

-Tama tama tam tam...

Uyanın uykunuzdan ve birazdan göstereceklerime gülün. Mutlaka gülün çünkü gülmek dünyanın en güzel eylemidir.

-tam tama...

Girişini seyircilerin ortasında kalan kapıdan trampet sesinin sahibi oyuncu giderek yaklaşıyordu. Bense vuruşların çevirisini yapmakla meşgul olduğum için kafamı çevirmemiştim henüz. Bizim trampetçi benden hızlı davrandı ve son vuruşuyla karşıma geçti...

Bir palyaço...!

Burada oyunun yönetmenin Harun (Güzeloğlu) olduğunu hatırlayarak derin bir iç çektim ve kaderin selamına tebessümle karşılık verdim.

Oyun başlamıştı.

Televizyon dünyasından da tanıdığımız Cansu Fırıncı, tek kişilik ilk oyunuyla harikalar yaratırken, zihnimin kalemi ucunu açmış, aportta bekliyordu.

Ve onu besleyecek onca metafor etrafında dönüyordu muhteşem bir oyunculukla...

 ...

Çocukken elektrik kesildiğinde babamla duvarda gölge oyunları yapardık mum ışığıyla, sahnedeydi.

Çocukken annem üst raflara uzanmak için merdiven olan sandalyelerden kullanırdı, sahnedeydi. (Burada parantez açmak zorundayım zira sandalye deyip geçmeyin, otel odasının somyası da oldu Mussolini’nin balkonu da)

Çocukken, palyaço…

Çocukken, trampet...

İçimdeki çocuk sevinçle sahnede zıplarken ben zihnimin kalemini zapdetmekle meşguldüm.

...

Metnin virgülüne bile dokunmadan günümüz konularına parmak basmayı başaran, seyircinin ilgisini hep açık tutan, gülmeden önce düşündüren güldükten sonra buruk tebessüm bırakan, kostümünden ışığına, yönetmeninden oyuncusuna ayakta alkışlanan bir oyundu.

...

Detaylarına kendileriyle yapacağım söyleşide gireceğim ama söylemem gereken iki şey var.

Birincisi;

Oyunu izledikten bir hafta sonra metni en baştan okudum. Cansu (Fırıncı) anlam katmaktan öte anlamlaştırmıştı oyunu

Ve okuduğum neredeyse her kelimedeki sahne kesiti, Cansu’nun mimiğiyle, sesiyle, vücudunun girdiği her şekille aklımda kalmıştı.

İkincisi;

Ansiklopedinin D harfini açıp dünyayı paylaşmışlardı.

Çünkü,

Paylaşmak gerekirdi kurdun sütünü yavrularını vurmak yerine,

Belki o zaman bölünmezdi Roma...

 

Emeğe, kaleme sevgi ve saygıyla...

Gaye •

Nazım Hikmet’i 117. doğum günüde anmak için acele edin...

Oyun sahne detayları şu şekilde;

13 Ocak Pazar - 19.00 - Moi Sahne İstanbul

15 Ocak Salı - 20.00 - Barış Manço Kültür Merkezi Bandırma

16 Ocak Çarşamba - 20.30 - NKKM İzmir

17 Ocak Perşembe - 20.00 - Uğur Mumcu Kültür Merkezi Mudanya

22 Ocak Salı - 20.30 - NHKM Kadıköy İstanbul

29 Ocak Salı - 20.30 - CKM Büyük Salon İstanbul



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat