Bayramdı... Sevinçli, umutlu, neşeli falan olmak gerekiyordu... Ama gelin görün sokaklar kan...Sokaklar boyu akan kurban kanı, orada burada akan başka kanlara karıştı...
Bayramdı... Sevinçli, umutlu, neşeli falan olmak gerekiyordu. Ama olunamıyordu işte...
Bayramın birinci günü hepimizi can evinden vurdu Savaş Dinçel' in ölüm haberi...
Bayramın ikinci günü, Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nda, Savaş Dinçel'i sahneden uğurluyorduk...
Sevginin, saygının ve acının egemenliğindeki o törende bir ara, salonun en gerisinden, önümüzdeki sahneye yanan bir mum taşındı ve sahnede yanan diğer mumların yanına yerleştirildi. Bir tiyatro geleneği... Kayan her yıldız için, sahnede yanan bir mum... Karanlıkta bir ışık... Mumu sahneye taşıyan Savaş Dinçel'in bin yıllık arkadaşı, meslektaşı Aliye Uzunatağan' dı...
Ağzına dek dolu tiyatro salonunda, izleyiciler arasından sahneye doğru ilerleyen o mum ışığına kenetlenmiş gözlerim, yalnızca onu görüyordu. Onu sahnede izlediğim sayısız rolde görüyordum. Taa en eskilerden " Buzlar Çözülmeden "den " Sacco ve Vanzetti "ye; " Vişne Bahçesi "'nden " Müfettiş "e.... Onu Haldun Taner oyunlarında görüyordum: " Keşanlı Ali Destanı ", " Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım " ve " Sersem Kocanın Kurnaz Karısı "nda... Ama en çok o ışıkta Sait Faik öykülerini, " Meraklısı için öyle bir hikâye "yi görüyordum....
Tiyatro salonunu ve sahneyi aydınlatan o ışıkta, yeteneğini, bilgisini, birikimini kuşaktan kuşağa aktaran, öğrenci yetiştiren, cömert mi cömert bir insanı, öğretmen Savaş Dinçel'i görüyordum...
Sahneye doğru ilerleyen o ışık, genzimi yakmaya, boğazımda düğümlenmeye başladığında biliyorum, gözümün önüne yerleşen o fotoğraftı. O fotoğraf, " Çizgilerle Nâzım Hikmet " kitabının arka kapağındaki fotoğraftı. İki çocuk, iki genç, Müjdat ve Savaş .. birinin önünde eski bir daktilo, ötekinin önünde kâğıtlar, çini mürekkebi ve fırçalar... İkisi de en masum, en saf, ama aynı zamanda en afacan, en haşarı, en muzip halleriyle, suç ortaklıklarını ve yaramazlıklarını gizlemeye çalışarak bakmışlar objektife. 1978'de yayımlanmış Oğuz Akkan' ın Cem Yayınevi'nde... Müjdat Gezen' in yazdığı, Savaş Dinçel'in çizdiği, resimlediği kitabın arka kapağındaki o fotoğraf...
Sahneye ilerleyen o mum ışığında Savaş Dinçel'in ustalığını, çalışkanlığını, emeğe verdiği değeri görüyorum.
Sahneye ilerleyen o mum ışığında, Savaş Dinçel'in aydın sorumluluğunu görüyorum. En çok en çok.. her geçen gün daha çok özlemini duyduğum, sanatçının muhalif tutumunu, muhalif duruşunu görüyorum. Korkmadan sürdürdüğü karşı çıkışları görüyorum.
Sahneye ilerleyen o mum ışığında, sevgiyi, çevresine gösterdiği saygıyı, daha güzel bir dünya özlemini, azmi, mücadeleyi, umudunu görüyorum.
Aliye Uzunatağan'ın taşıdığı mum, artık sahnede... Öteki yanan mumlar arasında, karanlığın içinden aydınlatmayı sürdürüyor.
Onunla son karşılaşmamızdaki konuşmamızı anımsıyorum. Birkaç ay önceydi. Ben ona övücü bir şeyler söylemeye çalışıyordum ki, beni durdurdu. " Beni bırak, sen Barış'ın yaptıklarına bak " diye bana oğlunu anlatmaya başladı. Oğlu sahne tasarımcısı Barış Dinçel' in çalışmalarını zaten biliyor ve çok başarılı buluyordum. Ama Savaş'ın gözlerindeki o parıltıyı, o kıvancı, o sevinci, biraz daha izleyebilmek için bıraktım, anlatsın!
Sahnedeki mumlar yanmayı sürdürüyor... Sahneden biz ölümlü izleyicilere eşsiz bir aydınlık, bir dost sıcaklığı yayılıyor...
Ailesine, tüm yakınlarına, tüm sevenlerine sabırlar diliyorum...
Cumhuriyet