Muhsin DURUCAN
“Bir ülkede akıl ve sanattan çok, servete değer verilirse, bilinmelidir ki orada keseler şişmiş, ama kafalar boşalmıştır.”
Büyük Frederik
Evrende sanatın varoluşu insanın varlığıyla birlikte başladı. Sonrasında insanlar uygarlık, kültür ve sanat alanında değişik ürünler ortaya koydu. Elbette bu ürünler, ulusal kimliklerinin oluşmasında etkili oldu.
Tarih boyunca atalarımız, çok sayıda sanat yapıtı verdiler. Anadolu’ya yerleştikten sonra da bu çalışma hızlanarak sürdü. Özellikle Cumhuriyetle birlikte sanat alanında önemli atılımlar oldu. Büyük Önder Atatürk, sanatın öneminin bilincinde bir doğrultuda yol gösterdi.
Güzel sanatlar, ulusların uygarlık ve çağdaşlık adına birbirleriyle yarışta oldukları bir alandır. Bu alanın hemen her dalında yetişen sayısız sanatçımız vardır. Güzel sanatları bir sınıflamada gösterecek olursak üçe ayrılır:
1. Fonetik sanatlar ya da işitsel sanatlar (müzik, edebiyat, şiir).
2. Plastik sanatlar ya da görsel sanatlar (resim, yontu, mimari, çizmece, fotoğraf).
3. Dramatik sanatlar ya da sahne sanatları (tiyatro, opera, bale, sinema, pandomim).
Sanatçı, diğer insanlara göre üstünlüğü ya da özelliği olan insandır. Kafasında yeni bir evren kurar. Onu tanımak oldukça güçtür. Sanatçı, kutupyıldızı gibidir. O topluma yol gösterir.
Hep iyinin ve güzelin yanında olur. Doğaya ve toplumun insanlarına sevgiyle yaklaşır. İnsan olmak, insanı sevmek olan hümanizmi öğretir. Sanatçı, uçurumlardan ses ve soluk getirir. O, yüreğinde yuvalanan sevgi güneşini insanlığa götürür. Sanatçılar, Tanrı’nın güzelduyu (estetik) elçileridir.
Duyduğum ve aktarmadan geçemeyeceğim özgün bir fıkrayla konumuzu ya da sanatın ve sanatçının toplumsal yerini perçinlemeye çalışalım:
“Devletin BaşındaŞairlerden biri, yeni yazdığı bir şiirini padişaha sunmak için huzura kabul edilir. Padişahtan başka orada birinci ve ikinci vezirler de bulunmaktadır. Padişah bir, birinci vezir iki, ikinci vezir de üç kere okunanı hemen ezberlemektedirler.
Şair, şiirini okuduktan sonra padişah çok beğenir ve şaire şaka yapmak ister, der ki:
- Bu şiiri burada herkes bilir. Yeni diye bizi aldatmaya kalkmak uygun mu?
Şair kendine güvenle, bu şiiri ilk önce burada okuduğunu belirtir. Padişah, oldukça ağırbaşlı şiiri olduğu gibi okur. Şairin çok şaşırdığını görünce birinci vezire:
- Şairimiz bana inanmıyor gibi şaşırdı, der. Şiiri bir de sen oku da inansın.
Birinci vezir de okuyunca, şairin şaşkınlığı iyice artar! Padişah şaşkınlığı daha arttırmak için, ikinci vezire:
- Demek ki şairimiz, ikimize de inanmak istemiyor. Bir de sen oku da artık inansın!
İkinci vezir de okuduktan sonra, şair büsbütün şaşırır! Olanlara bir anlam veremez. Padişah daha sonra durumu açıklar ve şaire armağanlar vererek uğurlar.
Şair, bir daha anlar ki, devletin başında gerçekten seçilmiş büyükler vardır...”
Kaynak--Cumhuriyet