Yıl 1943...
Bursa Cezaevi 52. Koğuşta hummalı bir çalışma içindedir Nazım. Elindeki resimde 5 yaşında olan kız çocuğunun 15. yaşını hayal ederek tuvale darbeler indirirken, kafasındaki kelimeler tüm sisteme darbeler indirmektedir. Resim bittiğinde tuvaldeki 15'lik "hayal kız"ın yanında şu dizeler yer alacaktır.
"“Hakkındır yaramazlık. / Dik duvarlara tırman / yüksek ağaçlara çık. / Usta bir kaptan gibi kullansın elin / yerde yıldırım gibi giden bisikletini… / Ve din dersleri hocasının resmini yapan / kurşun kaleminle yık / mızraklı ilmihalin yeşil sarıklı iskeletini... / Sen kendi cennetini kara toprağın üstünde kur. / Coğrafya kitabıyla sustur, / seni “Hilkati Âdemle” aldatanı… / Sen sade toprağı tanı / toprağa inan. / Ayırt etme öz anandan / toprak ananı. / Toprağı sev anan kadar…”
Bu iki eser 1943 yılının Aralık ayında ithaf edildiği 5 yaşındaki kız çocuğuna ulaştırılır. O ise resmi de, şiiri de, onları getiren babasını da ilk defa görecektir... Babası, 1938 yılında Nazım şiirleri sebebiyle hapse giren Orhan Kemal'den başkası değildir. Bursa Cezaevi 52. Koğuşta 3 sene birlikte yaşayan Nazım Hikmet ve Orhan Kemal iki arkadaştan çok baba-oğul sevgisiyle bağlanmışlardır birbirlerine.
O resim ve şiir salonun en güzel yerine asılır. Ancak asıldığı yerde Orhan Kemal'in kızı Yıldız'ın hayran bakışları arasında sadece 3 yıl geçirebilecektir. 1946 yılının Aralık ayında evlerine yapılan baskın sonucu, Orhan Kemal'in yazılı evrakları, Nazım Hikmet ile yaşadığı hapishane yıllarının notları, mektupları ile birlikte duvarda asılı olan resim de alınıp götürülür. Küçük Yıldız'ın aklında sadece hala nerede olduğu bilinmeyen resme yazılmış şu dizeler kalmıştır.
"“Hakkındır yaramazlık. / Dik duvarlara tırman"
Yaramazlık hakkına sahip bir başka çocuk ise 1943 yılının ilk günlerinde Japonya'da dünyaya gelmiştir. Küçük Yıldız'la kaderlerinin Büyük Usta Nazım'da birleşeceğinden habersiz, bu dünyada 12 sene geçirecektir, bırakın yaramazlık hakkını yaşama hakkını bile kullanamadan. 1945 yılında ABD'nin Hiroşima'ya attığı atom bombasından kurtulduğunu sanan yüzbinlerce "Hibakuşa"lardan biridir bu çocuk.
Adı, “Sadako Sasaki", Nazım’ın 1956 tarihli “Kız Çocuğu” şiirine ilham olan hibakuşa bir çocuk. ÇOCUK..!!
BİR KIZ ÇOCUĞU!!!
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
Hiroşima felaketinin üstünden 9 yıl geçmişken, okulun atletizm takımında yıldız gibi parlamaktadır. O gün ilk koşusunu başarıyla tamamlar ancak ikinci koşusundan sonra bayılır. Hastaneden gelen sonuç, sonun başlangıcını söylemektedir. Atom bombasının yarattığı ışıma sonrasında görülen bir çeşit "Lösemi" yaşama hakkını elinden almıştır. Büyük bir tedavi süreci vardır artık hayatında. Bu çetrefilli hayatın karşısında da O, “Sadako Sasaki" duruyordur. Şimdi rüzgardan hızlı koşma değil hayattan hızlı koşma zamanıdır. Hastane koridorlarında neşesiyle, çevikliğiyle ve tüm insancıllığıyla koşturan Sadako'nun hastanedeki en yakın arkadaşı 80 yaşındaki kendisi gibi kanser hastası olan bir teyze olmuştur bile. Yaşlı kadın ölmeden hemen önce Sadako'nun kulağına şöyle fısıldamıştır: "Benim için çok geç ama bizim inanışımıza göre eğer bir kişi kağıttan 1000 tane turna kuşu yaparsa, her istediği kabul oluyor. Ben yapamadım. Sen yap ve kurtul."
Bu hastalık geçtiğinde rüzgardan hızlı koşmak için uğraşmaya söz veren Sadako, gitgide azalan gücüyle kağıttan turna kuşu yapmaya başlamıştır. Dönemin medyasında yankı uyandıran bu varoluş savaşına tüm dünyadan destek gelmiş ve bu küçük Hibakuşa'ya günlerce kağıttan turna kuşları gönderilmiştir. Ellerinde yüzlerce turna kuşu ile odaya giren yakınları, Sadako'yu elinde yapmaya çalıştığı 644. turna kuşu ile göreceklerdir. Yüzündeki hala o güzel olan gülümsemesiyle hayatın kendisini geçmesine razı olmuştur Sadako Sasaki... Ve aynı gülümsemesiyle, hem origami turnalarını uluslararası barış hareketi ve atom savaşına karşı direnişin simgesine dönüştürmüş hem de Nazım Hikmet'e ilham olmuştur.
Ancak insanoğlunun hırsı ve kötülüğü devam etmektedir. Hibakuşa bir çocuk hayattan hızlı koşabilmek için yüzlerce origami turna kuşu yaparken, ABD Marshall adalarının yakınındaki Bikini Mercan Adası'nda Hiroşima'dan 1000 kat daha güçlü nükleer bomba denemesi yaptığında henüz Hiroşima felaketinin üstünden 9 yıl geçmiştir. Sadako Sasaki'nin hastalandığı yıl ile yanı yılda gerçekleşmiş olması kimine göre tesadüf olsa da, hissedebilen insanların "artık yeter" demesi için en belirgin işaretlerden biridir.
Bikini mercanadası yakınlarında bütün bunlardan habersiz bir balıkçı teknesindeki 22 kişi son av günlerinde avlayabildikleri kadar balık avlamak için var güçleriyle çalışmaktadır. Balıkçı teknesi deyip geçmemek lazım, 5 Numaralı Şanslı Ejderha"dır adı. Çalışkan insanların geçimlerini sağladıkları Japon ton balığı av teknesi...
Takvimler 1 Mart 1954'ü gösterirken, Sabah 6.45'te gökyüzünü kaplayan parlak sarı ışığa anlam vermeye çalışmamışlardır bile. Hatta patlama dolayısıyla üstlerine yağan mercan resifleri onları daha da duygusallaştırmış olabilir. Çünkü Ocak ayında başlayan av o gün bitecektir ve sevdikleri herkes köylerinde onları bekliyordur. Maalesef akşama doğru derilerinde başlayan yanıklar çok zorlu dönüş yolunun habercisi gibidir. 14 Mart'ta limana yanaşmaya çalışan gemi, radyasyon limitinin üstünde olduğu için izole bölgeye çekilmiş ve tüm mürettebatı şehir dışında bir hastanede karantinaya alınmıştır. 1956 yılında Atomik Enerji Komisyonu Marshall Adalarını “dünyanın açık ara farkla en kirletilmiş yeri" olarak tanımlamıştır.
Ancak bu olay komisyonun tanımlaması ile akıllarda yer etmeyecektir. Hiç tanımadığı bir hibakuşayı şiiriyle ölümsüzleştiren Nazım Hikmet bu felaketi de tarihe dizeleriyle yazacaktır.
JAPON BALIKÇISI
Denizde bir bulutun öldürdüğü
Japon balıkçısı genç bir adamdı.
Dostlarından dinledim bu türküyü
Pasifik'te sapsarı bir akşamdı.
Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Balık tuttuk yiyen ölür,
birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Tuzla, güneşle yıkanan
bu vefalı, bu çalışkan
elimize değen ölür.
Birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Elimize değen ölür...
Badem gözlüm, beni unut.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.
Badem gözlüm beni unut.
Boynuma sarılma, gülüm,
benden sana geçer ölüm.
Badem gözlüm beni unut.
Bu gemi bir kara tabut.
Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük,
benden yapacağın çocuk.
Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey, nerdesiniz?
Nerdesiniz?
Nazım Hikmet
(1956)
Tekrar gelelim Bursa Cezaevi yıllarına... Adalet Bakanlığı'ndan gelen bir müfettiş denetimden sonra Nazım Hikmet'i görmek ister. Odaya getirilen Nazım öylece ayakta beklemektedir oturması için yer gösterilmediğinden. Kısa bir konuşma sonrasında müfettiş oturduğu koltuktan "Gidebilirsiniz" der Nazım'a. Nazım tam çıkarken "Ömer Hayyam'ı tanır mısınız?" diye sorar. Övünçle "Kim bilmez Ömer Hayyam'ı, tanırım elbet" diyen müfettiş Nazım Hikmet'ten gelen ikinci soru sayesinde hayatının dersiyle karşılaşacaktır.
"“Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi??"
Kısa bir sessizlikten sonra Nazım devam eder "Görüyorsunuz, sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanını ve sizi kimse anımsamayacak”
Şiirleri, hikayeleri, tiyatro oyunları, davası, duruşu, aşkları, umudu ile tarihe damga vurmuş Mavi Gözlü Dev'e, Usta'ya 116. doğum gününde saygı ve hasretle...
Sahi o dönemin adalet bakanı kimdi??
Kaynaklar:
www.yesilgazete.org / 6 Kasım 2017
www.cumhuriyet.com.tr / Işık Öğütçü (Orhan Kemal'in oğlu)
www.marksist.org / 25 Ekim 2016
Yeni Papirüs / 31 Ekim 2016
Peneplen / 3 Temmmuz 2016
Literatür Aktüel / Haziran 2016
www.orhankemal.org /Yıldız Öğütçü (Orhan Kemal'in kızı)
Sessizlerin Sesi,Işık Öğütçü,Everest Yayınları
Yitik Ülke / 28 Ekim 2013