1941 yılında İzmir'in sıcak günlerinden birinde açılan pencereden atıldı ilk mektup. Ne pencerenin açık olması ne de evden İzmir Atatürk Lisesi'ne giden yolun o kızın evinin önünden geçiyor olması tesadüftü. Özenle katladığı mektuba şöyle başladı: "Vecide..."

"Yaratıcı, meydana getiren" demekti Vecide. Adının anlamına yakışır şekilde yarattığı büyük aşk, Vecide'nin delikanlıya gönderdiği cevap mektubuyla pekişecekti. O cam hep açık kalacaktı. Kovalamacanın zamanla kısıtlandığı zamanlardı henüz delikanlı için. Aşıktı. Ama haftalarca süren mektuplaşmayla büyüyen hayale yazdığı şiirleriyle anlatamıyordu sevdasını. Son olduğunu bilmediği mektuba bir şiir iliştirdi Nazım'dan.

 

"Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü 

sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın 

Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın 

bahtiyarlığına benzer seni sevmek...” 

 

Birkaç gün sonra görüştüler Vecide'yle, ancak polis eşliğinde. Çünkü Vecide, delikanlının "mektupları okuduktan sonra yırt" ikazına uymamıştı. Eli titremeseydi kibriti yaktığında belki her şey başka olacaktı. Nazım'ın yasaklı dizeleriyle ilan edilen aşk, bu dizeler yasaklı olduğu için 16 yaşındaki delikanlının 2 aylık hapis cezasıyla son buluyordu.

Bu delikanlı, bundan yıllar sonra Nazım'ı kurtarmak için memleketini terk edecek olan Attila İlhan'dan başkası değildi. Kimbilir, belki hapse düştüğü ilk gün şöyle düşünmüştü Attila İlhan. Nazım'ı kurtarınca bitmeyecekti başka bir aşk yasakların boyunduruğunda.

 

İlk Paris yıllarında Nazım için koştururken kalbi de, kalemi de boş durmuyordu büyük şairin. Anette vardı ilk geldiğinde, yoksulluk günlerinin sığınağı olan Polonya'lı güzel.

 

"bir hızlı mavilik

bir hızlı bulutlar 

kırmızı kuşlarla süslenmiş yün eldivenlerin 

gökyüzü kaldırımlar sen ve paris şehri 

sen ve Paris şehri sevgilim"  

dizeleriyle şiir tarihinde ismi geçmese de anısı hep hatırlanacaktı.

 

Paris- İzmir - İstanbul üçgeninde köşe kapmaca oynar gibi Fransa'dan sınır dışı edilen usta şair, kısa bir süre Türkiye'de kaldıktan sonra Nazım Hikmet'le tanışabilmek için tekrar Paris'e gelir. Ancak Nazım Hikmet Rusya'dan ayrılamamaktadır. Çaresiz O'na ulaşmak için Paris'te beklemeye karar verir. Fransızcasını ilerletmek için gitti okulun çıkış saatinde tanıştığı "Maria Missakian" bu bekleyişin en büyük hediyesi ama belki de hayatının en hüzünlü aşkı olacaktır. İlkokul 3'teyken Fenerbahçe'nin Galatasaray'ı 6 -1 yenmesinin ardından tuttuğu takımın Galatasaray olacağına karar vermesi gibi hep yenilen tarafta olacaktır yüreği. Maria Missakian'ın fakir bir Paris'li olması etkilemiştir Attila İlhan'ı. Dedeleri Yozgat'lı olan Ermeni kızı Maria Missakian ise Anadolu toprağından gelen bu delikanlıya çok geçmeden aşık olur. Ancak zaman aleyhlerine işlemektedir. Türkiye'ye dönmek durumunda kalan İlhan, pasaportu olmayan Maria'yı yanında götüremez. Araya giren binlerce kilometreyi yok etmek yine mektuplara kalmıştır. Bu sefer Nazım'ın şiirini yazmış mıdır mektubuna bilinmez ama Maria'yı yanına getirebilmek için çok dil dökmüştür Attila İlhan. Evlenmeyi bile göze almıştır ama kader mektupların tarafını tutmuş ve bir araya gelmelerine izin vermemiştir. Giderek seyrekleşen mektupların ardından geriye kalan serseri bir müzisyenle evlenip çocuk çocuğa karışan, mutsuz ve hasretle dolu kalbini alkolle uyuşturan Maria Missakian ile Babıâli'den Beyoğlu'na gidiş yolunda Yüksekkaldırım'a çıkarken geride bıraktığı aşkının adını şiir tarihine kazıyan Attila İlhan olmuştur. 

 

 

Attila İlhan, 16 yaşındayken Vecide'ye Nazım'ın şiirini iliştirerek yazdığı mektuptaki imzasının Vecide için atılan son imza olduğunu o anda bilememiş olsa da, "Maria Missakian" adlı şiirinin olduğu "Yağmur Kaçağı" kitabının o sayfasını imzalayıp şiirin sahibine göndermeden önce Maria için attığı son imza olduğunu biliyordur. 

 

Ve aşk bir kere daha yüzyıllarca anılacak dizelerin içine gömülmüştür artık, pulsuz bir mektup, taşsız bir mezar edasıyla.

Çünkü adını mıh gibi aklında tuttuğun sürece ayrılıkta sevdaya dahildir ve ayrılanlar hala sevgili...

 

 

MARIA  MISSAKIAN

 

yüksekkaldırım'da bir akşam

maria missakian'i düşündüm

eğer kendimi bıraksam

yağmur olabilirdim yağardım

 

kasım'da bir çınar olurdum

yaprak yaprak dökülürdüm

kalbimi sıkı tutmasam

 

döküp saçıp boşaltsam

içimde yükselen şiiri

kaldırımlara döküp harcasam

gözleri balıkçıl gözleri

dudaklarında tutup rüzgarı

maria missakian adında biri

gelse göğsüne kapansam

 

gece gölgesine sokulsam

gökyüzünde bulutlar büyüseler

yağmuru dinlesem anlatsam

şimşekler kırılıp dökülseler

bizi sokaklarda bıraksalar

leylekler üşüyüp gitseler

dönüp arkalarına bakmadan

 

yine akşam oldu attilâ ilhan

üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı

belki paris'te maria missakian

avuçlarında bir çarmıh acısı

gizlice bir sefalet gecesi

çocuğunu boğarmış gibi boğup paris'i

sana kaçmayı tasarlar her akşam

 

ATTİLA İLHAN 

 

Kaynaklar:

Attilâ İlhan; Abbas Yolcu, 

Attilâ İlhan; Yağmur Kaçağı

Selim İleri; Nâm-ı Diğer Kaptan, İş Bankası Kültür Yay., 1.bs., İstanbul, 2002. 

Ege Üni. S.B.E. Yeni edebiyat A.B.D. Yüksek Lisans Tezi / Serhat Işık

Birgün Gazetesi / Refik Durbaş / 14.07.2016

Hürriyet Gazetesi / İzzet Çapa / 17 Haziran 2014



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat