Rıza Kıraç, 12 Eylül’ün bireyler üstündeki yansımalarını işlediği ‘Küçük Günahlar’ın çekimini tamamladı.
“12 Eylül’ün insanlarda masumiyet ve vicdanı yok ettiğini düşünüyorum. Bir topluma tecavüz edildi. Bu hem fiziksel hem de psikolojik, politik, ekonomik, kültürel bir tecavüzdü.”
CEREN ÇIPLAK
Öykücü, sinema yazarı ve yönetmeni Rıza Kıraç, gösterim tarihi henüz kesinleşmeyen “Küçük Günahlar”ın çekimlerini tamamladı. Filmin senaryosunu da üstlenen Kıraç, 12 yıldır film eleştirileri yazıyor. Sinemanın daha çok ideolojik yanıyla ilgileniyor. 12 Eylül’ün bireyler üzerindeki yansımalarını anlattığı “Küçük Günahlar”, bugüne dek üç belgesel, üç de kısa film çeken Kıraç’ın ilk uzun metrajlı filmi. Geç mi kaldı dersiniz? Ona göre her şeyin bir ritmi var: “Bence tam zamanıydı!” diyor.
“Bazen ‘küçük günah’ dediğimiz şey, aslında bizim en büyük günahımızdır” diyen Kıraç, “Filmin ana karakteri İsmet, bir yerde, ‘Günaha inanmam ama vicdanım olduğunu sanırdım. O da yokmuş’ diyor. Yani buradaki ‘günah’ olgusu teolojik bir durum değil. Bireyin baş edemediği ve sürekli ‘vicdani sorgulamaya’ tuttuğu hatalarıyla, yanlışlarıyla ilgili”.
Filmin arka fonunda 12 Eylül dönemi var. Bu yıl da 12 Eylül’ün 30. yılı olduğundan Rıza Kıraç’la söyleşimiz “12 Eylül Dönemi” odaklı oluyor:
- Filmde nasıl bir hikâye var?
Küçük Günahlar’ın çok karışık gibi gözüken ama basit bir hikâyesi var. Film ilerledikçe ana karakterimiz İsmet’le onun genç sevgilisi Kürt kökenli Şilan ve Şilan’ı ayartmaya çalışan genç Melik’in hikâyesi billurlaşıyor. Bu üç karakterin ilişkisi tuhaf bir hal alıyor. Şilan illegal yollarla Kuzey Irak’a gidecektir ama arkasında iki erkeği ve ailesini nasıl bırakıp gidecek...
- Sinemamızda 12 Eylül dönemi doğrudan doğruya anlatılmasa da bazen kenarından tutulması bile çok başka etkiler yaratabildi. Örneğin “Babam ve Oğlum”. Siz filminizde 12 Eylül’ün neresinden tuttunuz?
12 Eylül, aslında bütün karakterlerin yaşam biçimine sızmış bir halde filmde var. 12 Eylül’ün etkileri İsmet karakteri özelinde ortaya çıkıyor. İsmet, o dönemden kaynaklı bir vicdani muhasebe yapmak zorunda kalıyor. Sonrasında yaşananlar bir yanıyla İsmet’in bütün hayatına sirayet ediyor. Ama buradaki olay örgüsünü fazla anlatmak istemiyorum, o zaman İsmet hakkında çok fazla şey söylemiş olurum.
12 Eylül’ün insanlarda iki şeyi yok ettiğini düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi “masumiyet” olgusu. İkincisi “vicdan”. Bir topluma tecavüz edildi. Beyinlere, bedenlere tecavüz edildi, bu hem fiziksel hem psikolojik, politik, ekonomik, kültürel bir tecavüzdü. Eğer filmin ikinci bir sözü varsa bunun üstüne kurulu. Masumiyetimizi, özgürlüğümüzü kaybettiğimiz yetmiyormuş gibi bütün bu yaşadığımız olumsuzluklardan dolayı vicdanımızı da kaybettik.
- Filmle ilgili basın bülteninde ‘büyük laf’lar etmediğinizi belirtiyorsunuz. Neden?
Film kenarda kalmış bireylerin hikâyelerini anlatıyor. Sloganlar atmıyor ya da toplumsal sorunlara çözüm yolları önermiyor. Bazen kendi kendimize itiraf edemeyeceğimiz yanlışlarımızı, acımasızlıklarımızı deşeliyor. Bir filmle ya da bir romanla toplumda hiçbir şeyi değiştiremezseniz. Ama şunu yapabilirsiniz, bireylerin beynine bir çizik atarsınız ki oradan ince ince bir şeyler kanar. Bunun için büyük laflara gerek yok.
- Kimilerine göre 12 Eylül filmlerinin doğrudan çekilmeme nedeni sürecin hâlâ devam etmesi...
Öyle düşünmüyorum. Ama özgürleşiyoruz diyorlar! Neremiz özgürleşiyor! Sigara paketi, bira şişesi bile gösteremiyorsun filmde. Elimizi neye atsak “ahlaki” değerler gibi saçma sapan itirazlar çıkıyor karşımıza. Herkes, herkesin ahlakını korumaya çalışıyor! Bizden ıslah edilmiş sinemacılar, yazarlar “üretmek” istiyorlar. Ben de her geçen gün bizim sinemacılarımızın, yazarlarımızın, ressamlarımızın “ahlaksızlaşması” taraftarıyım. Hatta yasaları çiğnemesi taraftarıyım. Çünkü toplum bunu yapamaz ama bireyler ürettikleriyle ve üretme biçimindeki direnişiyle toplumun, hükümetlerin, siyasetçilerin, din adamlarının saçma sapan değer yargılarını sorgulayabilir. İşte o zaman 12 Eylül’le hesaplaşabiliriz. 11.09.2010