“Ben nerede bir öksürük duyduysam / Tuttum ona güzelce bir maske bağladım.
Corona’dan korunmak için yaptım bunu / sırf bunun için yaptım
Garson dezenfektan getir.
Garsonun adı…”*
Canı pek bir ülke olarak “bize gelmez, gelsene bir şey yapmaz” dediğimiz “biyolojik savaş, yaşlı nüfusu yok etme teorisi, Allah’ın sopası, tatbikat gibi birçok tanıma maruz kalan Corona virüsü” ile tanıştık ülke olarak.
Ama ne tanışma…
Corona: Merhaba ben Corona. Çin’den geliyorum. Müsaitseniz hastalık yayıp gideceğim.
Cemil Abi: Sevim koş, Corona gelmiş.
Sevim: Gir içeri Allah’ın cezası.
Okkalı kahveyi hak edenin en uzağa balgam atan kişi olduğu ülkemizde bir seferberlik başladı. Yarım portakaldan maske yapan mı istersiniz, uçakta iki yanındaki koltukları da satın alıp hostesi yaklaştırmayan mı? İlk panik havası geçtikten sonra asıl önemli konu olan “kişisel hijyen” gündeme geldi. “Nasıl el yıkanır?” başlıklı onlarca tanıtımın yanına diş fırçalamayı da koysalar iyi olurdu ama bence güzel bir başlangıç oldu.
Hayriye Abla: Fadiik, kız bak hele.
Fadik: Abla balkona kaçak çıktım, bizimki dar etti evi. Balkondan şey etmesin bu corona?
Hayriye Abla: Yok yok, 173 santimmiş bizim balkon araları. Bak ne diycem; bizim Sevim var ya gerim gerim geriliyormuş tekelde. “Sizde alkol kalmazsa ben satarım size. Ha %60 alkollü dezenfektan ha %45 alkollü rakı? Yarım ölçü daha koyuverirsiniz üstüne” diyormuş.
Fadik: Yanına da peynir verseymiş…
Resmi kurumlardan Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Belediyeler ve sivil toplum örgütleri başta olmak üzere panik havasını engelleyerek doğru bir kriz yönetimi sağlamak için birçok doğru yöntemle birlikte el dezenfektanlarını da tavsiye ettiler. Ancak başka bir kriz ortaya çıktı. Marketler, eczaneler dâhil %60’ın üzerinde alkol içeren ne varsa iki gün içinde tükendi. Ter yerine beş çeşit kolonya kokan minibüsler bunun avantaj kısmı olsa da dezenfektanın olmazsa olmazı alkolün büyük çoğunluğunu ithal etmek zorunda olan ülkenin vatandaşları olarak hepimiz büyük endişe içinde arayışa girdik. Süper hiper ultra marketlerde yoksa yoktu bu dezenfektan denen şey ama mahallenin eczacı ablası mutlaka bulurdu. Ve sonunda alkol ithalatı tamamlandı. Ancak bir sorun vardı, her eczacı bir ayda sadece 2lt alkol satın alma hakkına sahipti. Bu konuyla ilgili Türkiye Eczacılarının yoğun uğraşı sonucu yasa düzenlemesi yapılırken dışarıda halk çoktan şehir efsanelerine inanmaya başlamıştı. Üç diş sarımsaklı işkembe çorbasının üstüne sıcak su içmek, yoğurda arap sabunu katıp yemek gibi yaratıcı çözümler üretilse de, Corona Virüs salgını gerçek hayati bir tehdit olarak aramızda dolaşmaya devam ediyordu.
Hüseyin Amca: Eczacı kızanım, elleri ovalayıvercek şeylerden var mı sende? Bize bişeycik olmaz da, torunlara şeyedivericem.
Mahallenin Eczacı Ablası: Kalmadı Hüseyin Amca. Depolarda da yok. Torunlar önemli tabi ama 65 yaş üstü daha büyük risk altında. Sen iyisi mi çıkma bir süre evden.
Hüseyin Amca: Bize bişey olmaz beyaa. Kekik yağı sürdüm sabah boynuma.
Onca uğraşın ardından nihayet gerekli yasa düzenlemesinin yapılmasıyla eczacıların el dezenfektanı yapmaya başladılar. Toplum sağlığındaki birinci basamak tedavi merkezi olan eczaneler için aksi düşünülemezdi. “Diplomalı Bakkal” denilen eczacıların sadece raftan ilaç alıp vermediği, toplum sağlığının korunması için Corona dâhil bütün sağlık konularında ilk danışılan sağlık neferi olduğu bir kere daha akıllara kazındı. Mesleki uzmanlıkları sayesinde ülkede yaşanabilecek sağlıkla ilgili herhangi bir acil durumda, en doğru bilgilerine emek ve tecrübelerini katarak elleriyle hazırladıkları majistral ürünlerle hastalarını mağdur durumda bırakmayacakları gün gibi aşikârdı.
Ancak merdiven altı üreticileri bu krizi fırsata çevirmek için durmadan çalışıyordu. Etil Alkol yerine Metanolle yapılan sözde dezenfektanlar internetten, eski serum şişelerine koyulan kokulu şeffaf sıvılar “dezenfektandır.” etiketiyle tekellerden satılıyordu.
Hale Hanım: Sigarayı bıraktım ama bak yine sana koştum Ali Bey kardeşim. Eczane doğrudan alkol satmıyor, kendi dezenfektan yapıyormuş. Sen elinde ne varsa ver bakayım bana.
Tekelci Ali Bey: Abla bende bu kadar kaldı. Ama haftaya kalanı gelir. Aman taşırken dikkat et eski serum şişesi bu. Ağırdır.
Hale Hanım: Ayol bu şişe en fazla bir litredir. Bir hafta naparız? Bu gece banyo yapıcam bununla, bitecek. Tezgâhın altına iyice bak sen.
Nazardan korunmak için mavi boncuk takar gibi maske takıyordu insanlar, tane fiyatı 300 liraya kadar çıkan bir-iki çeşit maske dışında diğerlerinin hastalıktan korumaya etkisinin olmadığını bilseler bile. Can tatlıydı. Ama henüz toplumun canını düşünme kısmına geçilmemiş olmalıydı ki AVMler, otogarlar, umumi tuvaletler hala halka açıktı hem de ülkedeki tüm tiyatro gösterileri iptal edilirken. Belki de tiyatrolardan virüsün daha hızlı yayılacağı görüşü hâkimdi. Bu virüs için olmasa da başka şeylerin yayılması konusunda haksız da sayılmazlardı.
Buse: Aşkım hadi sinemaya gidelim, okullar da tatil nasıl olsa.
Baturalp: Sinema kalabalık olur. Kahve içelim. Hem aynı bardağa ikimizin adını yazarlar.
Buse: Ay çok tatlısın… Oradan kalkınca da tiyatroya gideriz.
Baturalp: Tiyatrolar iptal ki. Ben seni şu konsere götüreyim. Biletler bitti diyorlar ama ben bulurum aşkütellama.
Alkolü-maskesi-dezenfektanı, korkusu-dedikodusu-tatili ile dünya çapında hayati tehlike arz eden bir salgın yaşıyoruz. Yayılmasını engellemek ve kontrol altına almak için uygulanan tedbirlere uyulsa dahi ünlü kişilerin yurtdışından döndükten sonra 14 gün kuralına uymaması, Suriye sınırının açık olması, okulların eğitime ara vermesini fırsat bilenlerin taşıyıcı olma risklerine rağmen tatile çıkmaları gibi tedbirsizliklerle kontrol altına alma sürecinin yavaşlaması maalesef olasılık dâhilinde. Belki de bulunduğumuz çağın gerekliliklerini yaşıyoruz, kim bilir?
“Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu
Namussuz bir çağ bu biliyorsun
-Garson rakı getir
Garsonun hali harap”**
Ecz. Gaye Karaata
*Cemal Süraya’dan esinlenilmiştir
**Cemal Süreya