|
Federico Garcia Lorca
|
|
05.06.1898 -19.08.1936
"İnsan ve Gelenekler"
Oyunları en çok sahnelenen 20. yüzyıl İspanyol dram yazarı, yapıtlarında toplumun zorunluluklarına ve normlarına karşı koydu.
Garcia Lorca Fuentevaqueros/Granada'da geniş arazi sahibi bir babayla öğretmen bir annenin oğlu olarak dünyaya gözlerini açtı. |
Varlıklı ebeveynlere sahip çocukların gittikleri yatılı bir okulda okuduktan sonra, 1917'de önce Granada'da, sonra Madrid'de felsefe ve hukuk tahsil etti. Burada kültür-sanat çevresine girerek Luis Bunuel, Salvador Dali ve Juan Ramon Jimenez ile tanıştı.
1925: Dram Yazarı Olarak Başarıya Ulaşması
Garcia Lorca'nın ilk dramı El maleficio de la mariposa (Kelebeğin Büyücülüğü) adlı alegorik piyesi 1919'da yazıldı ama, ne yazık ki, bir yıl sonra ilk kez sahnelendiğinde başarısızlığa uğradı. Dram yazarı olarak ilk başarısını 1925'te yazdığı Manana Pineda ile elde etti. 1927'de ilk kez sahnelenen bu oyunun dekorlarını Dali hazırladı.
|
|
Bu lirik yapıtta 19. yüzyılda Endülüs'te yaşayan özgürlük kahramanı bir kadının öyküsü anlatılmaktadır. Burada Garcia Lorca'nın en büyük teması olan özgürlüğün, aşk ve ölümle iç içe karışması göze çarpmaktadır. Garcia Lorca, müzik öğretmeni Manuel de Falla ile birlikte İspanya'nın tümünden topladığı halk şarkılarını işleyerek birkaç kitabında kullandı. 1928'de yayınladığı Romancero gitano (Çingene Romansları) adlı şiir kitabı kendisine bir Endülüs Çigan şairi denilmesine neden oldu. Ne var ki bu şiirleri kendilerine İspanyol şiirini yenilemeyi amaç edinmiş olan 1927 neslinin temsilcisi olduğunu kanıtlıyorlardı. Her ne kadar Garcia Lorca Çingene Romansları’nda halk şiirine başvurduysa da bunları avantgard sembollerle birleştirmiştir. |
Garcia Lorca 1929/30 yıllarını ABD'de geçirdi ve burada sürrealist şiirler yazdı. Bu şiirleri 1940'ta Poeta en Nueva York (New York'ta Şairler) adlı kitapta topladı. "Makinaların Dünyası" olarak nitelendirdiği ABD'den hoşlanmadığı için İspanya'ya planladığından erken döndü.
1930'dan Sonra: Tiyatronun Yenilenmesi Garcia Lorca bir dram yazarı olarak tiyatroyu yenilemek istiyordu. Bunu yaparken, oyunlarında etkilerini kombine ettiği çok sayıda örnekten yararlandı. Halk şarkılarıyla ördüğü La zapatera prodigosa (Ayakkabıcının Garip Karısı) adlı farstan sonra (1930) Amor de Don Perlimplin con Belisa en su jardin (Don Perlimplin'in Belisa'yi Bahçede Sevmesi, 1931) adlı komik, masalsı, grotesk elemanlar birleştiren oda oyunu yayınlandı. Asi que pasen cinco anos (Beş Yıl Geçer Geçmez, 1931) adlı sürrealist düş oyununda ve El publico (Halk) (1931, yayınlanışı: 1976) adlı itiraf dramıyla, başta gizli dürtüler ve tutkular olmak üzere insanın içinde gizlenmiş olanları açığa çıkartmaya uğraşan bir tiyatro türü yarattı.
1933/34: Üç Başyapıtı İspanya Cumhuriyeti'nin ilanından sonra Garcia Lorca Eduardo Ugarte ile birlikte La Barraca adlı gezgin sahneyi kurdu. Amacı kırsal kesimdeki halka İspanyol klasiklerini tanıtmaktı.
|
|
İzleyen yıllarda en önemli dramlarını yazdı: Bodas de sangre (Kanlı Düğün, 1933) adlı lirik trajedide İspanya'nın üç esas temasını işledi:
Tutku, zina ve kan davası. Gelin düğün gününde âşığıyla birlikte kaçar ama damat tarafından bulunurlar. Her iki erkek birbirini öldürür. |
Garcia Lorca insanı, tabiatın karşı konulamaz temel güçleri olarak gördüğü doğa yasasıyla toplumsal normlar arasında sıkışıp kalmış biri olarak gösterir. Bunu yaparken antik tragedyaların biçimine başvurur.
Dona Rosita la soltera, o el languaje de las floras (Dona Rosita Bekâr Kalıyor ya da Çiçeklerin Dili, 1934) adlı romansında, insanın hayatını gönlünce yaşamasını engelleyen gelenekleri eleştirdi. Rosita Amerika'ya giden ve onu sürekli olarak evlenme vaadiyle oyalayan nişanlısını 25 yıl boşuna bekler. Ancak nişanlısının çoktandır evli olduğunu öğrendiğinde umudunu yitirir.
Yine 1934'te tatminsiz bir kadının trajedisi olan Yerma 'yi yazdı. Yerma bir çocuk sahibi olmayı özlerken kocası yalnız cinsel tatmin peşindedir. Yerma, gençlik arkadaşında doyumu bulabileceğini düşündüğü halde, katı ahlak yasalarını hiçe sayıp kocasını bırakmaya cesaret edemez. Onun yerine kocasını öldürür.
1936: Öldürülmesi Garcia Lorca'nın son oyunu olan La casa de Bernarda Alba (Bemarda Alba'nın Evi, 1936) (İlk sahnelenişı: 1945) toplumsal ve ahlaksal zorunlulukların sonuçlarını gözler önüne serer. Kocasının ölümünden sonra despot Bernarda beş kızını dış dünyadan izole eder. İçlerinden sadece Adele annesine başkaldırır. Adele intihar edince annesi ailenin itibarını zedelememek için bu olayı gizler.
Garcia Lorca İspanya İç Savaşı patlak verdikten kısa bir müddet sonra, annesiyle babasının evinde tatil yaparken, Franko taraftarı faşistlerce (Guardia Civil) tarafından hiçbir neden gösterilmeksizin tutuklandı. 38 yaşındaki yazar bir ay sonra Granada yakınlarındaki Viznar uçurumunda kurşuna dizildi.
Tevfik Fikret (1867 - 1915)
26 Aralık 1867 tarihinde İstanbul'da Aksaray'da doğdu. Asıl adı Mehmed Tevfik'dir. Toplumsal içerikli şiirleriyle ilerici düşüncelerin simgesi haline gelmiş, Türkiye'de Batılı sanat anlayışının yerleşmesinde büyük rol oynamıştır.
Oniki yaşında öksüz kalan Fikret, Mahmudiye Rüştiyesi'nde okudu. 1888'de Mekteb-i Sultani'yi (sonradan Galatasaray Lisesi) birincilikle bitirdi. Birincilikle bitirdiği bu okula daha sonra Türkçe öğretmeni (1892)ve müdür olarak hizmet verdi. 1891 yılında Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birincilik kazanınca, edebiyat çevrelerinde adını duyurdu.
Edebiyat-ı Cedide'nin en önemli temsilcisi olan şair, 1894'te Malumat dergisini çıkaranlar arasında yer aldı. 1895'te hükümetin memur maaşlarından kesinti yapmasına tepki olarak Mekteb-i Sultani'deki görevinden ayrıldı. 1896'da Servet-I Fünun dergisinin yazı işleri müdürlüğüne getirildi; dergi onun yönetiminde Edebiyat-I Cedide akımının yayın organı durumuna getirildi. Aynı yıl Türkçe öğretmeni olarak Robert Kolej'e giren Tevfik Fikret o dönemde aydınlar üzerindeki yoğun baskılar sırasında birkaç kez gözaltına alındı, evi arandı. Bir süre sonra dergideki görevinden ayrıldı. 1906'da Robert Kolej'in hemen yakınında bir ev yaptırarak Aşiyan(*) adını verdi, eşi ve oğlu Haluk'la birlikte buraya yerleşti. 1908'te II. Meşrutiyet'in ateşli savunucularından biri oldu. Meşrutiyet'ten sonra Hüseyin Kazım Kadri ve Hüseyin Cahit (Yalçın) ile birlikte Tanin gazetesini kurdu. Gazete İttihat ve Terakki'nin yayın organı durumuna getirilmek istenince buna karşı çıktı ve Tanin'den ayrıldı. Daha sonra Mekteb-i Sultani müdürlüğüne getirildi. O günlerde çıkan 31 Mart Olayı'nı protesto etmek amacıyla bu görevinden de ayrıldı; ama öğrencilerinin ve Maarif Nazırı Nail Bey'in ısrarlarıyla geri döndü. Sekiz ay sonra yeni Maarif Nazırı Emrullah Efendi ile anlaşamayarak görevinden bir daha dönmemek üzere ayrıldı. İttihat ve Terakki iktidarına karşı çıkarak Aşiyan'a çekildi. Ağır bir şeker hastalığına tutulmuştu. Kolundan olduğu bir ameliyattan sonra öldü.
Küçük yaşlarda yazmaya başladığı ilk şiirlerinde iç dünyasından gelen sesleri yansıtmaya çalışan Tevfik Fikret, Muallim Naci ve Recaizade Mahmut Ekrem'in şiir anlayışları arasında uzun bir arayış dönemi geçirmiştir. Daha sonra Fransız şiiriyle tanınmış ve özellikle Françoıs Coppe'den etkilenerek kendi şiiri aramaya başlamıştır. Fikret'in Fransız edebiyatındaki "şiirsel yazı" türünün etkisiyle dize sonlarını değişik eylem kipleriyle ya da eylemsiz bağladığı şiirleri, beyit bütünlüğünü kırıp dizeyi özgür bırakması aruz ölçüsünün katı kalplarını genişletmiştir. Fikret aşırı titiz tutumu ve en küçük ayrıntılar üzerinde durmasıyla kendine özgü bir üslup yaratmış ve çağına damgasını vurmuştur. Biçimsel kaygıları hiçbir zaman bırakmamış, sürekli yenilik aramıştır. Rübab-I Şikeste'de (1900,1984), toplumsal konulara ağırlık veren şiirlerinin yanı sıra günlük konuşma diline yakın şiirlerinde vardır. Betimlemelerindeki ayrıntı ustalığı ressam kişiliğiyle de ilgili olan Fikret'in doğa şiirlerinde, doğayla neredeyse örtüşmeye varan bir uyum görülür. Oğlu Haluk'un, onun şiirlerinde büyük etkisi olmuştur. İkici şiiri Haluk'un Defteri'ndeki (1911, 1984) şiirler en iyimser ve umutlu şiirlerdir. Bu şiirlerinde Fikret oğluna ve Osmanlı gençliğine çalışkanlık, yurt sevgisi, hak ve hukuktan yana olma gibi erdemleri öğütlemiştir. Rübabın Cevabı'ndaki (1911, 1945) "Sis" şiirinde acı, zorbalık, baskı ve haksızlıkları anlatmış, "Tarih-I Kadime Zeyl" şiirinde de Mehmet Akif'in (Ersoy) suçlamalarına karşılık vermiş, din ve doğa konusundaki görüşlerini ortaya koymuş, kendisinin de doğanın bir izleyicisi olduğunu söylemiştir. Şermin ise (1914, 1983) Fikret'in, yalın bir dil ve kısa dizelerden kurulu dolaysız bir anlatımın egemen olduğu şiirlerinden oluşur.
Fikret 30 yaşlarındayken çevresindeki olumsuzluklardan etkilenmeye başlamış ve sorunlarına karşılık aradıkça, dünya görüşü yaşadığı dönemin kültür koşullarını aşmıştır. Özgürlük ve eşitlik anlayışı ezilen insanların çıkarları doğrultusunda toplumsal bir öz kazanmıştır. Sınıfsal çıkarlara dayalı yönetim biçimini eleştirmiş, belli egemen sınıfların koyduğu yasalara ve yönettiği devlete karşı çıkmıştır. Ekonomik hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılan kitleleri kağıt üstündeki siyasal özgürlüklerinin bir anlamı olmadığını göstermiştir. Özel yaşamında da katı bir ahlak anlayışını sürdürmüş, kusursuz bir aile babası olmuş çevresindeki kaypaklık ve çıkarcılıkları hoş görmemiş, bu nedenle de pek az insanla dostluk kurabilmiştir. Fikret'in düşüncesinde en önemli yan insana verdiği önemdir. Ona göre bütün sorunların üstesinden gelecek, mutlu yarınları hazırlayacak olan insandır. İnsanın üstünlüğünü sağlayan duyarlığı ve sezgi gücü değil, düşünme gücü ve aklıdır. Öbür yapıtları arasında Tarih-i Kadim (1905), Son Şiirler (1952; yay. Haz. Cevdet Kudret) sayılabilir.
|