Bir şiir düşünün;
Kronos'un en kalın kadranına yazılmış dizelerden oluşmuş
ve kaç yüzyıllık olabilirse, o kadar yüzyıl öncesinde doğmuş olsun.
Öyle ki 1500'lü yıllarda İspanya'dan göz etmek zorunda bırakılan Yahudi ailelerini, 4 asır sonra yaşam hakkı elinden alınan Deniz Gezmiş'e bağlasın.
Hikayesini değil en derinini anlatacağım şiir bu işte.
Öyle bir denizdir ki bu şiirin yüzdüğü, Ertuğrul Fıkrateyni'nin batışıyla beş yüzü aşkın denizcimizle beraber geminin kaptanı Ali Bey'i de mağrur üniformasıyla misafir etmektedir.
Öyle bir denizdir ki bu şiirle beraber ölümü ölümle yok eden dalgaların ev sahibidir.
Haydi Sevgili Kronos,
Sen anlat, ben yazıyorum...
1500'lü yılların başında İspanya'dan zorla göç ettirilen Müslüman ve Yahudi ailelerin bir kısmı Osmanlı'nın açtığı kapıdan girmişti. Aradan geçen yüzyıllar toplumlar arası kardeşlikle beraber köklü aileleri de yaratmıştı. Bu ailelerden biri olan Yahudi "Kamhi" ailesinin küçük üyesi ise 1905 yılında Dolmabahçe Sarayı'nın yakınlarındaki bie yalıda gözlerini açmıştı dünyaya. Boğazın mavisiyle hayata bakıyordu Victoria, yıllar sonra gözlerini seve seve paylaşacağını bilmeden. Büyükada'dan topladığı çiçeklerin kokusu odasından Rumelikavağı'na, Haliç'e yayılıyordu. 1500'lü yıllarda yaşananlara "iyi ki" der miydi bilinmez ama O, İon'un Hera'dan canhıraş kaçarken yarattığı yarığın, bağımsızlık ve aşkın simgesi olan "deniz"le dolmasıyla oluşan İstanbul Boğazı'nın çocuğuydu. Dünyaya gelmesinden 25 sene önce İstanbul Boğazı'na indirilen Ertuğrul Fıkrateyni kadar aitti boğaza.
Ancak 24 yaşında müzik eğitimi için gittiği Paris'te İstanbul aşkından daha büyük bir aşkla tanışacak ve hayatının kalanını o'nun biricik aşkı ve iki gözü olarak devam edecekti. Bu aşkın diğer kanadındaki adam, Deniz Gezmiş'in idam sehpasında ıslıkla çaldığı konçertonun sahibi Joaquin Rodrigo'dan başkası değildi. O sene evlendiler.
Rodrigo'nun iki gözünden ziyade kalp gözü olan Victoria tarafından notaya dökülen besteleri giderek ünleniyordu. Eşinin İstanbul Boğazı'ndaki martılara simit atar gibi içtenlikle notalaştırdığı bestelerinden biri olan "Dulcinea'ya Hasret" adlı eserinin, yaşadığı 16. yüzyılda Akdeniz kıyılarında Türk korsanların eline düşen Cervantes'in ismiyle anılan ödülü almış olması ise Kronos'la kader'in ortak çalışmasından başka bir şey olamazdı.
Kronos ve kader en gösterişli çalışmalarını sona saklamıştı. İstanbul'u görmeden birçok efsunlu yolla İstanbul'a bağlanan Rodrigo'yu tanımamıza vesile olan asıl bağlantı, bağımsızlığını hayatının önüne koyan Deniz Gezmiş'in ölümünden hemen önce idam sehpasında "Rodrigo'nun Girat Konçertosu"ndan "Adagio" bölümünü mırıldanmasıydı.
Victoria, doğumuna iki ay kala hastalanmış ve hastaneye kaldırılmıştı. Evde endişe içinde eşinden ve bebeğinden gelecek haberi bekleyen Rodrigo, bebeklerinin ölüm haberiyle meşhur konçertonun "Adagio" ismini verdiği 2. bölümünü bestelemişti.
Ölüme bestelenen bu tını önce İstanbul Boğazı'na genç kızlık gözyaşlarını döken Victoria'nın kalemine sonra İstanbul Boğazı'na 6. filoyu döken Deniz Gezmiş'in dudaklarına değip yerleşmişti derinlerimize.
Bu ıslıktan saatler sonra ise, İstanbul Boğazı'ndan Japonya'ya yola çıkan ancak dönüş yolunda batan Ertuğrul Fıkrateyni'nin kaptanı Ali Bey'in torunu olan Hasan Ali Yücel'in oğlu Can Yücel, bu eşsiz dizelere imza atacaktı.
"En uzun koşuysa elbet
Türkiye’de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez luverin namlusundan fırlayarak
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun
Ama aşk olsun sana çocuk, Aşk olsun…"
Öyle bir şiirdi bu... Öyle bir beste...
Ve Deniz, en derin denizdi ölümü hala ölümle yıkayan.
Direnişti. Haykırıştı.
"Aşk olsun" demişti Can Yücel. Çünkü O'da biliyordu.
Deniz, aşktı.
Gaye Özeken
Kaynaklar:
SkyLife Dergisi - Akgün Akova - Ocak 2017
Ertuğrul Süvarisi Ali Bey’den Ayşe Hanım’a Mektuplar - CananYücel - 2007
Bir Siyasinin Şiirleri - Can Yücel - İş bankası Kültür Yayınları - 2009
OTAM(Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi) - Cervantes'in Türklere esir düşmesi ve esaretinin eserlerine yansıması - Yrd. Doç Dr. Ertuğrul Önalp - 1992