Merhaba sevgili okurlar ve Eczacının Sesi Sitesi;
İlk yazılar hem bir selam niteliğini taşır hem de tanışmanın ilk adımlarını oluşturur.
Bu vesileyle, aranızda olmaktan memnun olduğumu belirterek ilk yazımı yazıyorum.
Eskiden; -bana göre eskiyi 1965 yılında doğan birisi olarak algılayın- “Eczacı” denildiğinde, hem bu işin hem de bu işi yapanın çok önemli bir toplumsal statüsü vardı.Evinde eczacı bir ağbisi olan bir çocuk olarak, eczane hep içimizde oldu, bizde hep eczanenin içinde olduk.
En büyük ağbim 60’lı yılların sonuna doğru İstanbul’da başladığı “Galatasaray Eczacılık Yüksek Okulu”nu bitirip Trabzon’a döndüğünde, hem diploması hem de sınıf arkadaşlarının vesikalık fotoğraflarındanoluşan siyah beyaz resim evimizin duvarına asılmıştı.
O yıllarda Trabzon-İstanbul arasında sık kullanılan taşıtlardan birisi de “Ege “Vapuru” idi.
Belki 5-6 yaşlarındaydım ama iyi hatırlıyorum. Taksiyle evden Trabzon Limanı’na gider, İstanbul’dan tatile gelen ağbimi karşılardık. Sonunda okulu bitirmiş ve Trabzon’a yerleşmişti.
Tatillerde geldiğinde bana her zaman aynı oyunu oynardı: Karnımı açıp dinlerve bir yandan da bana o gün neler yediğimi söylerdi. Ben de buna inanırdım elbette! Neden inanmayacaktım ki?Ağbim koskoca bir eczacıydı. Ekmek yediğimi, sonra mevsime göre lahana, hamsi, patates, turşu yediğimi söylerdi. Trabzon’da da zaten en çok yenen şeyler bunlardı. Bazen bana kitaplarını açıp balık resimlerini ve iskeletlerini gösterirdi. O yaşlarımdan kalma tatlı anılardımdır bunlar. Hamsiyi ve balığı çok sevdiğimden bana “Palamut” derdi. Kitabından da palamut resimlerini gösterirdi.
Kısa dönem askerlik yapıp döndükten sonra artık bir eczane açma zamanı gelmişti.İlk eczanesini o zamanlar ilçe girişindeki tabelasında “Nüfusu: 3.100” yazan Gümüşhane’nin Torul ilçesinde açmıştı. Yıl 1976 olmalı. Çok uzun yıllar o ilçeye ve çevresine hizmet eden başka da eczane olmadı. Sanırım uzun zaman sonra Torul’da başka eczane de açılmıştır. Ağbim orada iki yıl kaldı ve sonra Trabzon’a dönerek SSK hastanesinde çalışmaya başladı. Burada da uzun yıllar çalıştıktan sonra bu sefer Trabzon’un en işlek caddelerinden biri olan Kunduracılar Caddesi’nde “Öztürk Eczanesi”ni açmıştı.
Çevrede bilinen tanınan bir adamdı ağbim. Adı zaten Eczacı Musa’ydı. Adının önündeki bu sıfat her zaman kullanılmıştır. Ben de zaman zaman yanında çalışarak biraz ilaç kokusu almışımdır.Burası on yıl evvel Torul’da yaşanan serüvenden farklıydı. Torul’un yanında Trabzon dev bir metropol gibi kalıyordu. Sadece bizim caddede belki en az on tane eczane vardı. Aynı caddede az ileride Trabzon’un köklü ailelerinden Cafer Hoca’nın kızına ait “Aydın Eczanesi” vardı. İki üst cadde olan UzunSokak’ta ise Kudret Hanım’ın meşhur eczanesi vardı. Bunlar Trabzon için önemli imgelerdi.Eczacı denildiğinde ağırlığı olan insanlardı bunlar. Sadece bunlar değil, eczacı olmanın kendisinde de bir ağırlık vardı.
Ağbimin 1987 yılının başında Trabzon’da eczane açtığı zamanlar artık Türkiye’de serbest piyasa ekonomisinin ağırlığı vardı. Eczane sayısı da gün geçtikçe artıyordu.Eczane sayısı arttıkça eczacılar yavaş yavaş eczanelerinden geri çekilmeye başladılar. Eczaneleri kalfalar ve çıraklar yönetmeye başladılar. Eczanelerde eczacı görmek neredeyse sürpriz sayılacak bir durumdu. Bütün bu gelişmelerin eczane kültürüne olumsuz yansıdığını düşünüyorum. Deyim yerindeyse o yıllarda mantar gibi yayılan marketler gibi bir felsefe eczanelerede girmeye başladı.Benim burnumda hep Torul’daki eczanenin kokusu vardı. Arka taraftaki odada ağbimin kendisinin hazırladığı ilaçlar vardı. Nedense tadı ve kokusu çok daha başka geliyordu bana o ortamın.
Aradan yıllar geçti. Bu kez de ablamın kızı İstanbul Üniversitesi’nin Eczacılık bölümünü kazandı ve bitirdi. Okulunu bitirince özel kurumlarda çalışmaya başladı. Bu arada yüksek lisansını tamamladı. Uygun bir zamanda doktora yapmayı da düşünüyor. Bilime düşkünlüğü ön plandadır yeğenimin. Ailesinin o denli ısrarlarına karşın kendisine eczane açmadı. Ancak o da piyasa baskısından ve çalışma koşullarının yetersizliğinden olumsuz etkilenmiş olacak ki şimdilerde kendisine eczane bakınıyor. Bir ara kendisiyle konuştuğumuzda: “Dayıcığım” dedi, “ben artık bakkal ile eczane arasında fark göremiyorum!”Ülkenin şartları ve konjonktür düşünüldüğünde bunu gayet iyi anlayabiliyorum. Market romancılarının ardından market eczacılığı neden olmasın!
Hayatımın yarısını Almanya’da geçirdim ve hâlâ da burada yaşıyorum. Kaldığım şehirde, “kuruluş tarihi1691” yazan bir eczane var. Adı “Alte Apotheke” olan, yani “Eski Eczane” binasının eskisiyle ilgisi kalmadı elbette. Savaşta bombalanmış, yıkılmış kentlerden birisi Bochum. Ancak bu levha eczanenin duvarında herkesin göreceği şekilde duruyor. Bu eczanenin önünden her geçişimde, bu mesleğin ne denli eski bir meslek olduğunu, geçirdiği serüvenleri, hayat için önemini bir kez daha gözümün önüne getiriyorum.
Türkiye’ye gidişlerimde önlerinden geçerken, kapılarından içeriye baktığım eczanelerde o eski havanın kalmadığını görüyorum. İnsanların sıradan bir müşteri olarak sıradan bir dükkana girip çıktıklarını görmek, bu günün dünyasına ters gelmese de benim alışkın olduğum dönemlerin anlayışına oldukça ters geliyor. Benim burnumda hala ağbimin Torul’daki eczanesinin kokuları var. Gece biri hastalanır evin kapasına dayanır, ağbimden ilaç isterdi. Gelen insanlarla ilgilenilir, ilaçlarla ilgili detaylı bilgiler verilir, halleri hatırları sorulur öyle gönderilirlerdi. Trabzon’daki eczanede bile çok iyi hatırlıyorum; özellikle gece nöbetlerimizde çok yaşamışızdır: Adamın karısı doğum hastanesindedir. Hastanede serum yoktur ve adam eczaneye gönderilir. Böyle ani durumlarda gelenlerin üzerinde para da pek olmazdı. Ağbimin, hiç tanımadığı bir çok hasta yakınına ve hastaya para almadan torbalarla ilaç verdiğini çok iyi bilirim. Ancak hayat bizi her şeye alıştırdığı gibi, bunları unutmaya ve özlemeye de alıştırıyor.
Böylelikle hayatımda ilk kez eczaneyi ve eczacılığı kendisine konu alan bir yazı yazmış oldum.
Bundan sonra haddimi bilerek sizlerle genel olarak kültür, sanat, edebiyat ve düşünce dünyasını ön plana çıkaran yazılarımı paylaşmaya çalışacağım.
Hepinize sağlıklı günler diliyorum...