Bir süredir 12 Eylül referandumuna ilişkin açıklama yapması konusunda taban baskısı altında kalan İstanbul Eczacı Odası Yönetim Kurulu nihayet bir açıklama yaptı.
EŞİTLİKÇİ, DEMOKRATİK VE ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR ANAYASA İSTİYORUZ!
2004 yılından bu yana uygulanan "Sağlıkta Dönüşüm" programının faturasını en ağır ödeyen kesimlerin başında biz eczacılar geliyoruz. İlaç fiyatlandırma politikaları nedeni ile defalarca stok zararına uğradık ve uğramaya devam ediyoruz. Sayın Başbakan, ilacın marketlerde satılması için çalışma başlattıklarını ekranlarda açıkça ifade etti. İlaç ve eczacılıkla ilgili yasalar, yönetmelikler yapılırken meslek örgütlerimizin görüşü alınmadı. Mesleğimizle ilgili düzenlemeler dayatmacı bir anlayışla uygulandı. Eczanelerimizde yaşadığımız İTS ve Medula Provizyon Sistemi çilesi de bu anlayışın ürünleridir. Eczanelerimiz bu süreçte her geçen gün küçüldü. Giderek daha fazla meslektaşımız eczanelerinin kapısına kilit vurmak zorunda kaldı. 4 Aralık 2009’da sesimizi duyurmak, eczanelerimizi kaybetmemek için hastalarımızı mağdur etmeden yaptığımız eylem sonrasında sözleşme feshi ile cezalandırıldık. Demokratik bir hak arama eylemi sonrasında sözleşmelerimizin feshedilmesine ilişkin Danıştay’ın verdiği yürütmeyi durdurma kararının ardından Sayın Sağlık Bakanı tarafından Birliklerimizin kapatılmasının "bir gecede çıkartılacak bir yasaya baktığı" ifade edildi.
İşte tüm bu gelişmeler; mesleğimizle ilgili bize hiç sorulmadan ve bizlere rağmen hayata geçirilen düzenlemelerin ve antidemokratik uygulamaların çok kısa bir özeti.
İlaç ve eczacılık alanında yapılan düzenlemelerle ilgili olarak bugüne kadar ne düşündüğümüzü bizlere sormayanlar şimdi düşüncemizi soruyorlar. Sayın Başbakan tehditkar bir üslupla meslek örgütlerinin, odaların da fikrini açıklamasını istiyor.
Bizler kamuoyunda saygınlığı olan bir meslek örgütünün yöneticileri olarak bugüne kadar tüm üyelerimizi kucaklayan bir anlayışın sahibi olduk. Düzenlediğimiz miting ve eylemlerde farklı siyasi görüşlere mensup meslektaşlarımız, yan yana ve omuz omuza pankart taşıdılar, sorunlarımızı birlikte dile getirdiler ve mesleklerine sahip çıktılar. Bizler gösterdiğimiz bu birlik ve dayanışmayla her zaman gurur duyduk. Bugüne kadar tüm meslektaşlarımızın, mesleğimizin ve ülkemizin geleceğiyle ilgili konularda ortaya koydukları sağduyulu davranışa ve verdikleri kararlara da hep güvendik, saygı duyduk. Bugün de kendilerine güveniyor ve inanıyoruz. Eczacılar, bu ülkede verdikleri mesleki hak arama mücadelesinde hep en ön saflarda yer almış ve takdir edilmişlerdir.
Şimdi önümüzde 12 Eylül 2010 tarihinde, Anayasamızdaki değişiklik paketine ilişkin yapılacak bir referandum vardır. Bu paketle ilgili görüş ve düşüncelerimizi açıklamamız, yapılacak değişiklikler hususunda bilgilendirmeler yapmamız, bu değişiklik paketinin tartışılarak değerlendirilmesine ve değişik düşüncelerin gelişmesine katkı sağlayacak bir zenginlik yaratacaktır.
12 Eylül 1980 faşist darbesini gerçekleştiren cuntanın hazırlayıp vatandaşın onayına sunduğu 1982 Anayasası, antidemokratik içeriğinin dışında, bizlere, İstanbul Eczacı Odası’nın o dönemdeki Yönetim Kurulunda görev yapan arkadaşlarımızın Havan dergisinde "hayır" görüşünü açıkladıkları için yargılanıp hapis yatmalarını hatırlatmaktadır.
O günden bu yana bizler, özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik bir Anayasa özlemimizi her ortamda dile getirdik. Bugün beklentimiz, ülkemizde demokrasinin tüm kurumlarıyla işlemesini sağlayacak, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, meslek birliklerinin, üniversitelerin görüş ve önerileri alınarak hazırlanacak, toplumun her kesiminin içine sinecek yeni bir Anayasanın hayata geçirilmesidir.
Ancak 12 Eylül 2010’da oylamaya sunulacak Anayasa Değişiklik Paketi, siyasi iktidarın ısrarla kamuoyuna yansıttığı gibi 12 Eylül 1980 cuntasının yarattığı kurumları ve demokrasi dışı uygulamaları tümden ortadan kaldırmakta mıdır?
Seçim barajı sorunu mevcut anayasa paketi ile çözülmüş müdür?
YÖK kaldırılmış mıdır?
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumu ve zorunlu din dersi uygulamalarına dair daha özgürlükçü ve laik bir yaklaşım getirilmiş midir?
Grevli ve toplu sözleşmeli sendika hakkı getirilmiş midir?
Ülkemizin güneydoğusunda yaşananlara ilişkin tek bir somut çözüm veya öneri içermekte midir?
BU SORULARIN TÜMÜNÜN CEVABI "HAYIR"DIR!
O halde mevcut Anayasa paketi neler getiriyor, bunlara bakmak gerekmektedir.
Yeni Anayasa paketinde YARGI daha da geri bir noktaya itilmek istenmekte ve siyasileşmesi sağlanmaktadır.
Adalet Bakanı ve müsteşar Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ndan (HSYK) çıkarılmamıştır. Pakette "kurulun yönetimi ve temsili kurul başkanına aittir" yolunda yeni bir hüküm eklenmiştir. Müfettişlerin yargıç ve savcılar hakkında soruşturma yapması Adalet Bakanı’nın oluruna bağlı kılınmıştır. Bakanın istemediği yargıç ve savcılar hakkında HSYK soruşturma açamayacaktır. HSYK’ya bağlı bir sekretarya kurulacaktır. Ama Genel Sekreter, Bakan tarafından atanacaktır. Böylelikle Adalet Bakanı HSYK’nın tüm işlemlerini denetim altında tutacaktır. Kararnamelerin hazırlanması, toplantı gündeminin saptanması gibi konular Bakanın denetiminde olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı 17’ye çıkarılmakta, 10 üyenin siyasi irade tarafından atanması garantiye alınmakta, böylece mahkemenin bağımsızlığına gölge düşürülmektedir.
Anayasa değişikliğine ilişkin düzenlemede, Anayasa’nın 125. maddesine, yargı yetkisinin idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu vurgulanarak, "Bu yetki hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz" cümlesi eklenmektedir. İdari Yargılama Usulü Yasası’nda zaten mevcut olan bu hükmün Anayasa paketine girmesinin nedeni siyasi iktidarın, idarenin yargısal denetimini sağlayan Danıştay’dan ve özellikle ’’çevre ve kent koruma’’ ve "özelleştirme’’ ile ilgili davalarda verilen kararlardan rahatsız olmasıdır. Zaten Başbakan yargıda yapılacak bu değişikliğin ipuçlarını "Türkiye’de yasama da yürütme de yargı tarafından kuşatılmıştır", "Ciğerlerimize kadar kan kusturuyorlar kan", "Bunun altından bu belediye kalkar mı, kapıya kilidi vurur, ondan sonra da gelsin Danıştay burayı işletsin, yürütsün" şeklindeki açıklamalarıyla vermiştir.
Açılan davalarda Danıştay’ın mesleğimize yönelik verdiği kararların bazıları aşağıda yer almaktadır:
- İlaç reklamının serbest bırakılması için iki kez yönetmelik çıkarıldı. Danıştay her ikisinde de iptal kararı verdi.
- Hastane eczanelerinin kafeterya, dinlenme tesisi gibi özel kişilerce kiralanıp işletilmesine dair yönetmelik çıkarıldı. Danıştay iptal kararı verdi.
- İlaçta ruhsatlandırma sürelerini kısaltan ve ilaç firmalarının taleplerini karşılayan yönetmelik değişikliğinde Danıştay iptal kararı verdi.
- SGK, 4 Aralık eylemimizi gerekçe göstererek sözleşmelerimizi feshettiğinde Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi.
- SGK’nın eczacılarla tek tek sözleşme imzalamaya yönelik e-sözleşme dayatması, Danıştay tarafından durduruldu.
Bu kararların hepsinde de Danıştay, hukuki gerekçelerini tek tek açıkladı ve hukuka aykırılığa "DUR" dedi. Kararlarını hukuk kuralları ve kanunlar çerçevesinde verdi.
Fakat tüm bu kararlar hükümette rahatsızlık yarattı.
Sayın Sağlık Bakanı Recep Akdağ; Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği’nin (MÜSİAD) Samsun Şubesinde 7 Mart 2010 tarihinde yaptığı konuşmada aynen şu ifadeleri kullandı:
"Sizin mahkemeyle satış yaptığınız bir yer var mı arkadaşlar? Yapmayın Allah aşkına böyle şey olmaz yani. Onun için bu yollar çıkmaz yol. Ben sektöre bilerek söylüyorum ki, gidin bu Birliklere laf anlatın yani. Bu gitmez bir yere. Bakın iki maddelik kanundur arkadaşlar, üç maddelik kanundur. Bir kanun yaparız deriz ki Eczacılar Birliği, Tabipler Birliği, Dişhekimleri Birliğinin birlik kanunları iptal edilmiştir. Hadi bakayım Danıştay karar alsın da göreyim bakayım. Hangi kararı alacağını ondan sonra göreyim bakayım ben."
Kanunda yazılı görevini yerine getirerek mesleğin hak, hukuk ve menfaatlerini koruyan ve dava açarak "yapılan bu düzenleme kanuna aykırıdır" diyen meslek örgütleri ve yine görevini yaparak düzenlemelerin hukuka aykırı olup olmadığını inceleyen ve hukuka aykırı bulduklarını iptal eden Mahkemeler, ağza alınmayacak sözlerle karalamalara ve tehditlere maruz bırakıldılar. Bu tavrın demokrasi ile uzaktan yakından ilgisi yoktur ve doğru bir tavır değildir.
Deniliyor ki, Anayasa paketi ile "bilgi edinme hakkı" getirilmiştir. Oysa "Bilgi Edinme Hakkı Kanunu" yıllardır vardır ve uygulanmaktadır.
"Ekonomik Sosyal Konsey getirildi" denilmektedir. Ekonomik Sosyal Konsey YILLARDIR vardır. Mevcut bir yapılanmadır. Ancak toplanmamaktadır.
Anayasadaki toplu görüşme ifadesinin toplu sözleşme olarak değiştirilmesinin hukuki bir anlamı yoktur. Dahası BU DÜZENLEME ILO SÖZLEŞMELERİ İLE DE BAĞDAŞMAMAKTADIR.
Anayasa değişikliği paketine ve referandum sürecine ilişkin getirilen eleştirilerden en başta geleni değişikliklerin madde madde değil bir paket halinde oylamaya sunulmasıdır. Öncelikle insanların her madde hakkında yorum ve tercihleri farklı olabilir. Birini kabul etmek diğerini etmemek isteyebilir. Pakete tamamıyla evet ya da hayır denmesi gibi bir dayatma en başta biçim olarak doğru değildir. Bu durum insanların iradesinin belli bir tercihe yönelik zorlanması anlamına gelmektedir. Bu durum Anayasa Paketinin madde madde tartışılma olanağını da ortadan kaldırmakta, kamuoyu tam olarak bilgilenememektedir. Hükümetin 2007 ve sonrasında anayasa değişikliği girişiminde rehber olarak sıklıkla başvurduğu Avrupa Konseyi’nin danışma organı olan Venedik Komisyonu ilke ve kararlarını, sıra halkoylamasına geldiğinde adeta yok saydığını görüyoruz. Venedik Komisyonu -2006 ve 2010-Referandumlarda İyi Uygulamalar Kılavuzu’na göre; "İçerik Birliği, özgür oy iradesinin daha da önemli bir gerekliliğidir. Seçmenler, aralarında asli bir bağ olmayan farklı sorulara aynı anda oy vermek zorunda bırakılmamalıdır. Seçmenin sorulardan birini desteklerken bir başkasına karşı olabileceği dikkate alınmalıdır. Bir metinde yapılacak değişiklik çok sayıda farklı unsuru kapsıyorsa, halka bir dizi soru sorulmalıdır."
Meslektaşlarımızın tercihlerine saygılıyız. Bizler meslektaşlarımızın oylarını kullanmadan önce konuyu tüm ayrıntılarıyla araştıracaklarından ve öncelikle bir vatandaş ve bir eczacı olarak sağduyuları ile verdikleri vicdani kararı sandığa taşıyacaklarından eminiz. Bir meslek örgütü olarak meslektaşlarımızın kararları konusunda bağlayıcı olmadığımızı belirtiriz. Ancak bugün mesleki hak arama mücadelemizin geldiği nokta da dikkate alınarak ve enine boyuna irdelenerek karar verilmesi gerektiğinin özellikle altını çizeriz.
Mesleğimizle ilgili 2004 yılından bu yana alınan kararlar da, bu mesleğin sahibi ve uygulayıcısı olan bizlere sorulmadı, dayatıldı.
Muayene ücretlerine "HAYIR" dedik, TAHSİLDAR yaptılar!
İTS’ye "HAYIR" dedik, çalışmayan bir sistemi dayattılar!
"İTS çalışmıyor" dedik, "Hayır, tıkır tıkır çalışıyor" dediler!
"BATIYORUZ, ECZANELERİMİZ YANGIN YERİ" dedik, sözleşmelerimizi feshettiler!
"ECZANELERİMİZ TİCARETHANE DEĞİLDİR, BİZ ONURLU BİR MESLEĞİN MENSUPLARIYIZ, MESLEK HAKKI İSTİYORUZ" dedik, "HAYIR" dediler!
"ECZANELERİMİZİ BEDELSİZ KAMULAŞTIRMAYIN, STOK ZARARLARIMIZI KARŞILAYIN" dedik, "HAYIR" dediler!
"KAMU İSKONTOLARINDAN TAŞIMA ZARARINA UĞRUYORUZ" dedik, "HAYIR" dediler!
"ECZANELERİMİZ BİZİMDİR" dedik, "İlacı marketlerde sattıracağız" dediler!
Bizlere yıllardır hep "HAYIR" dediler!
ŞİMDİ SÖZ SIRASI BİZDE...
Bizler siyasi iktidarın ilaç ve eczacılık alanına yönelik uygulamaları nedeniyle mesleğimiz üzerinde giderek artan ve sadece İstanbul’da son üç ayda 300 eczanenin ışığının sönmesine neden olan karanlığa karşı mücadele veriyoruz. Mesleğimize yönelik baskılar karşısında sessiz kalmayacağımızı verdiğimiz mücadeleyi yükselterek gösteriyoruz.
Mesleğimizin ve ülkemizin geleceği için eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir anayasa talebimizi bir kez daha belirtiyor, 12 Eylül referandumunda oylanacak anayasa değişikliğinin bu anlamda hiçbir somut kazanım getirmediğini hatta tüm bu açılardan ülkeyi daha da geri bir noktaya sürükleyeceği tespitimizi kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Saygılarımızla.
İstanbul Eczacı Odası
Yönetim Kurulu