Başbakan’ın ülkemizi teğet geçeceğini söylediği krize yönelik ekonomi bürokratlarının 37 maddelik tedbir paketi hazırladığı geçtiğimiz günlerde basına yansıdı. Tedbir önerilerinin bir kısmının uygulamaya konulduğu, diğer bir kısmının ise önümüzdeki günlerde uygulanacağı aynı haberlerde yer aldı. Öyle anlaşılıyor ki AKP Hükümeti “bizi etkilemez” dediği krizin faturasını çalışanlara ödetmenin adımlarını atmaya başladı. “Genel tedbirler” mahiyetinde değerlendirilebilecek olan akaryakıt ÖTV’sinin artırılması başta olmak üzere alınan ve alınacak “önlem”lerin amacının krizin yükünü topluma yükleme çabası olduğunu biliyoruz. Artık herkesçe görüldüğü gibi Sağlıkta Dönüşüm Programı tedavi odaklı bir sağlık hizmeti anlayışını yerleştirmektedir. Koruyucu hizmetleri öncelemek yerine sağlık hizmetlerini metalaştıran, piyasaya açan tedavi odaklı bu sistemin sağlık harcamalarını arttıracağı tüm emek ve meslek örgütleri tarafından defalarca tekrarlanmıştır. Bugün dile getirilen tasarruf tedbirleri de Sağlıkta Dönüşüm Programı’na yönelik eleştirilerimizi haklı çıkarmıştır. Hükümet bütçe açığını kapatmak için düşünülen bir tedbir olarak eşdeğer ilaç uygulamasında değişikliğe gitmişti. Bugüne kadar devlet en ucuz ilacın yüzde 22 fazlası kadarını öderken, yeni düzenlemeyle bu oran yüzde 15’e çekilmişti. Eşdeğer ilaç bandı içinde kalan ilaçlar için fiyat farkı ödenmezken 1 Ağustos’tan itibaren hastaların verecekleri katkı payı artacaktır. Hastanın cepten ödemelerini artıracak bir diğer tedbir ise ilaçta katılım paylarının emekliler için % 10’dan % 15’e, çalışanlar için %20’den % 30’a yükseltilmesidir. Bu uygulama ile hasta kendi tedavisi için daha fazla para harcayacaktır. Öte yandan, eşdeğer bandı dışında kalan ilaçların fiyatları düştüğünde eczacıların elindeki ilaçlar bedeli kimse tarafından ödenmeksizin açıkça kamulaştırılmış olacak ve eczanelerin varlıklarını tehdit edecek süreçlere yol açacaktır. Sağlık alanında gerçekten tasarrufu düşünen bir hükümetin piyasacı sağlık sisteminin her yönüyle israfı arttırdığını bilmesi gerekir. Birinci basamağın piyasalaştırılması olan aile hekimliği pilot uygulamasının bir tasarruf tedbiri olarak 33 ille sınırlı kalması önerisi, uygulaması süresiz ertelenen sevk sistemindeki “tıkanma” ile birlikte yorumlanmalıdır. Başladığı illerde aile hekimi olmayı kabul eden hekimlere verilen ücreti israf olarak gören bir hükümetin kısa süre öncesinde kamuoyunun gündemine getirdiği “tam gün” çalışma uygulanmaya başladığı takdirde hekimlere verileceğini iddia ettiği ücretleri nasıl ödeyeceği ayrı bir sorudur. “Tasarruf tedbiri” aranırken, aile hekimliği eğitimlerinin neden halen 5 yıldızlı otellerde yapılmaya devam edildiğini, neden binlerce dolar maaşlı Bakan danışmanlarının halen orta yerde dolaşmaya devam ettiklerini, ilaçta ve tıbbi malzemede neden toplu alımların yapılmadığını da merak ediyoruz. En önemlisi, çok daha etkin ve verimli olduğu herkesçe kabul gören sağlık ocaklarının neden yeniden faal hale getirilmediklerini, tüm bu yanlışlardan dönülmek için halen neyin beklendiğini de öğrenmek istiyoruz. “Tasarruf” peşinde koşarken çalışanların emekleri konusunda ise angaryanın tercih edildiğini görüyoruz. Sağlıkta Dönüşüm Programı sürecinin bir sonucu olarak güvencesiz çalışma ve taşeronlaştırma uygulamasının bütün birimlere yaygınlaştırılması hedeflenmektedir. Kamu hastane birlikleri yasa tasarısı, Sağlık Bakanlığı’nın taşeron şirketler aracılığı ile çalıştırılan sağlık işçilerinin asgari ücretten fazla maaş alamaması ve personel sayısının azaltılması genelgesi ile fazla çalışmanın önü açılarak angarya işin arttırılması söz konusu olmaktadır. Sayıları 110 bine yaklaşan taşeron çalıştırma ekonomik olmadığı gibi hizmetin niteliğini de olumsuz etkilemekte, çalışanı mağdur etmektedir. Çözüm yolu kadrolu ve iş güvenceli çalıştırmaktır. Sağlık personeline emeklerinin karşılığı adeta “sus payı” olarak ödenen döner sermaye, performans, aile hekimliği ödeneğinin ise emekliliğe yansımayan, kalıcı olmayan düzenlemeler olduğu bilinmektedir. Oysa sağlık çalışanlarının ücretlerinde özlük haklarına yansıyan, kalıcı iyileştirmeler yapılmalıdır. Kamuoyu hiçbir kalıcılığı olmayan ve giderek artan ödeme gecikmeleri yaşanan performans uygulamasındaki yüzdelerle aldatılmaktan vazgeçilmelidir. Ekonomik kriz gittikçe derinleşmektedir. Özürlülere yapılan eğitim ve evde bakım desteğinin düşürülmesi ve huzur evinde kalanların ödemelerinin artırılması düşüncesinden vazgeçilerek bu kesimlere destek artırılmalıdır. İşsizlik ve yoksulluk verilerine, yaşam güçlüklerine rağmen akaryakıt başta olmak üzere yapılan ve yapılacak zamlar toplumsal yaşamı örselemektedir. Hükümet zengini vergilemekten kaçınırken dolaylı vergilerle yoksulun sırtına yüklenmektedir. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın diğer bileşenlerinden Genel Sağlık Sigortasının, işsizliğin rekor boyutlara çıktığı koşullarda tüm toplumu kapsaması imkânsızdır. Bu Program tüm yönleriyle tam bir toplumsal kıyıma dönüşmeden terk edilmelidir. Yerine konacak yoksullar ve işsizler başta olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin sağlık hakkının güvenceye alındığı toplumcu bir sağlık sistemi için sağlık çalışanları olarak tüm birikimimizle görev, sorumluluk almaya hazır olduğumuzu kamuoyuna duyururuz.
|