“Danıştay kararı TEB Merkez Heyeti'ni oldukça rahatsız etmişti. Toplantıyı açış konuşmasında TEB Başkanı Ecz. Erdoğan Çolak bu rahatsızlığını açık bir dille ifade etti ve İstanbul Eczacı Odası'nı kınadığını söyledi. Çolak, Danıştay kararı ile ilgili konuşmasının bir bölümünde "İstanbul Eczacı Odası'nın Danıştay'dan aldığı yürütmeyi durdurma kararı TEB'in ve eczacıların değil, SGK'nın elini güçlendiren bir karardır. İstanbul Eczacı Odası'nı bu nedenle kınıyorum" diyerek karardan duyduğu memnuniyetsizliği açıkça ortaya koydu.”
“Bu dayatmalar karşısında TEB Merkez Heyeti meslek örgütüne yakışır bir tutum alacağına tam bir çaresizlik içinde "mekik diplomasisi" adı altında çalmadık kapı bırakmıyor, kendisinden ne isteniyorsa onu harfiyen uyguluyordu. Eczacı Odaları bilgilendirilmezken bazı dernekler üzerinden "açılım" siyasetine prim verildi, haftalarca süren suskunluk ile bilinçli ya da bilinçsiz olarak eczacı kamuoyunun direnci bir şekilde kırıldı”.
TEB Merkez Heyeti'nin çağrısı üzerine 2. Başkanlar Danışma Kurulu toplantısı 14 Ocak 2010 tarihinde Ankara'da toplandı.
İlki 22 Aralık 2009 tarihinde yapılan Başkanlar Danışma Kurulu toplantısının, bir ay içinde ikincisinin yapılması bir şeylerin iyi gitmediğini gösteriyordu. 18 Eylül'den 22 Aralık'a kadar Başkanlar Danışma Kurulu toplantısının sözü bile edilmezken, son bir ayda yaşanan bu hızlı trafik dikkatlerden kaçmadı.
Neydi yaşanan gelişmeler?
4 Aralık eyleminin hemen ardından eczacıların bu kararlı duruşundan rahatsız olan SGK, TEB ile yapılan protokolü tek taraflı olarak feshetme kararı aldı. Sonrasında Başbakandan, "eczacıların eczaneler üzerindeki tekelini kaldıracakları ve ilacı marketlerde satmanın hazırlıklarına başladıkları" yolunda bir açıklama geldi.
Bu arada hükümetin, TEB'den 4 Aralık eylemiyle ilgili "Hata yaptık, özür dileriz" içerikli bir açıklama yapması konusundaki beklentisi ifade edilmeye başlandı. Buna, hükümete karşı hiçbir başlıkta eylem yapılmayacağı talebi de eklendi. Başbakan ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının bu talepleri karşılandı ve TEB üç ulusal gazetede "Kamuoyuna" başlıklı özür ilanını yayınladı. Bu ilan eczacı kamuoyunda şok etkisi yarattı. Ancak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu açıklamayı yeterli bulmamış olacak ki, TEB Başkanı Erdoğan Çolak Anadolu Ajansı'na bir açıklama yaparak bakanlığa, verdikleri destekten (!) ötürü teşekkür etti.
Bu da yetmedi! 30 Aralık'ta sağlık alanındaki tüm örgütler, yani sağlık meslek birlikleri, sendikalar ve derneklerle birlikte hazırlanan ve TEB'in de altına imza attığı basın açıklaması TEB'in internet sitesinde yayınlandı. Ancak hemen ardından Sağlık Bakanı'nın baskısıyla TEB Merkez Heyeti basın açıklamasını internet sitesinden geri çekti.
TEB'in gazetelere verdiği "özür" ilanı da, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ile SGK yetkililerini tatmin etmemiş olacak ki yeni koşullar dikte edilmeye başlandı.
11 Ocak 2010 tarihinde SGK tarafından TEB'e dayatılan koşullar, kölelik sözleşmelerini aratmayacak nitelikteydi.
Bu dayatmalar karşısında TEB Merkez Heyeti meslek örgütüne yakışır bir tutum alacağına tam bir çaresizlik içinde "mekik diplomasisi" adı altında çalmadık kapı bırakmıyor, kendisinden ne isteniyorsa onu harfiyen uyguluyordu. Eczacı Odaları bilgilendirilmezken bazı dernekler üzerinden "açılım" siyasetine prim verildi, haftalarca süren suskunluk ile bilinçli ya da bilinçsiz olarak eczacı kamuoyunun direnci bir şekilde kırıldı.
TEB Merkez Heyeti yönetsel ve örgütsel zaafı ile bu sürece öncülük edemedi. 2. Başkanlar Danışma Kurulu toplantısı bu zaafın giderilmesi, moral motivasyonun yükseltilmesi bakımından önemli bir toplantı olacaktı.
İstanbul Eczacı Odası olarak bu umutla toplantıya katılıyorduk. Toplantı öncesinde Danıştay'a açtığımız davada yürütmeyi durdurma kararının çıkması bu umudumuzu daha da artırdı.
Çünkü Danıştay 8. ve 10. Daireleri, SGK'nın 4 Aralık eylemini gerekçe göstererek verdiği fesih kararını durdurduğu gibi, kurumun eczanelerle tek tek sözleşme yapma kararını da hukuka aykırı bularak durdurmuştu.
Karar bu boyutuyla TEB'e ve örgütlü mücadelemize de güç veriyordu. Ayrıca hukuki zeminde sürdürülen bu mücadele mesleki zeminde sürdürdüğümüz mücadeleye güç vermesi bakımından da önemliydi.
SGK üzerinde şok etkisi yaratmış olan bu kararın, aslında daha çok TEB Merkez Heyeti üzerinde şok etkisi yarattığını ise tahmin edememiştik. Bunu 2. Başkanlar Danışma Kurulu toplantısında öğrenmiş olduk.
Danıştay kararı TEB Merkez Heyeti'ni oldukça rahatsız etmişti. Toplantıyı açış konuşmasında TEB Başkanı Ecz. Erdoğan Çolak bu rahatsızlığını açık bir dille ifade etti ve İstanbul Eczacı Odası'nı kınadığını söyledi. Çolak, Danıştay kararı ile ilgili konuşmasının bir bölümünde "İstanbul Eczacı Odası'nın Danıştay'dan aldığı yürütmeyi durdurma kararı TEB'in ve eczacıların değil, SGK'nın elini güçlendiren bir karardır. İstanbul Eczacı Odası'nı bu nedenle kınıyorum" diyerek karardan duyduğu memnuniyetsizliği açıkça ortaya koydu.
TEB Merkez Heyeti'nden beklenen, hukuk zemininde kazanılmış bu adımın daha da ileri taşınmasıydı. 4 Aralık'ta başlatılan hak arama mücadelesi hukuk zemininde de haklılık kazanmıştı. Bugün elimiz, dünden daha güçlüydü. Danıştay'ın kararı toplumsal meşruiyeti olan mücadelemize bir de hukuki meşruiyet kazandırmıştı.
İşte TEB Merkez Heyeti bunun farkında değildi. Bunun farkında olmadığı gibi, İstanbul Eczacı Odası'nın hukuk zemininde sürdürdüğü mücadeleyi karalamaktan çekinmeyerek 2. Başkanlar Danışma Kurulu toplantısını da İstanbul Eczacı Odası için bir yargılama platformuna dönüştürdü.
İstanbul Eczacı Odası ne yapmıştı?
SGK'nın hukuk dışı tutumuna hukuk yoluyla "dur" demişti. Eczacıya bu belirsiz süreçte soluk aldırmış, örgütsel mücadeleye zaman kazandırmış ve halkın da bu süreçte ilaçsız kalmamasını sağlamıştı. 4 Aralık eylemine hukuk zemininde de sahip çıkmıştı. İstanbul Eczacı Odası hukuki süreci başlatarak taşları yerinden oynatmıştı.
Peki İstanbul Eczacı Odası'nı eleştiren TEB Merkez Heyeti bu süreçte ne yapmıştı?
En başından bu yana sorunlarımız ve taleplerimiz konusunda SGK'yı işaret etmiş ve aslında sorunlarımızın gerçek çözüm yeri ve muhatabı olan Sağlık Bakanlığı'nı bilinçli olarak göz ardı etmişti. Sorunlarımızın kaynağını yanlış yerde aramış ve sürekli "SGK bürokratları"nı hedef almıştı. Bu tutumunu halen de ısrarla sürdürmektedir.
Protokol feshinin ardından gelinen süreçteyse, önce Başbakan ve Çalışma Bakanı istedi diye gazetelere "özür" içerikli ilan vermiş, bu yetmiyormuş gibi Sağlık Bakanının baskısına boyun eğerek imza attığı bir ortak basın açıklamasını internet sitesinden kaldırmış ve bu tutumuyla meslek örgütleri tarihinde bir ilki gerçekleştirerek TEB'i emir-komuta zinciri içinde hareket eden bir örgüt haline getirmişti.
Eczacıların diğer meslek örgütleri nezdinde sağladığı güven TEB'in bu tutumuyla önemli ölçüde zedelenmiştir.
Bundan sonra ne yapılması gerekir?
TEB Merkez Heyeti'ne yakışan tutum, eczacıların hak ve hukukunu koruyacak bir tutum ve davranışın sahibi olmak ve bunu kararlılıkla savunmaktır. Eczacı kamuoyunun beklentisi de bu yöndedir.
İlaç fiyat kararnamesinde eczacı kârlılığının yükseltilmesi, stok zararlarımızın karşılanması, kutu başına meslek hakkı verilmesi yönündeki taleplerimiz hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Bu taleplerin karşılanması için görüşülecek kurum Sağlık Bakanlığı'dır. TEB sorunlarımızı SGK'yla çözme çabasından bir an önce vazgeçerek Sağlık Bakanlığı ile taleplerimiz doğrultusunda çalışma yapmaya başlamalı, bu taleplerimize sahip çıkmalıdır.
İstanbul Eczacı Odası olarak mesleğimizin geleceği ve insanca yaşamak için sürdürdüğümüz mücadelemizi, her zeminde olduğu gibi, hukuk zemininde de sürdürme kararlılığımız devam edecektir.
Tüm eczacı kamuoyunu bu mücadeleye hep birlikte sahip çıkmaya çağırıyoruz.
İstanbul Eczacı Odası
Yönetim Kurulu