5 Haziran 2009
TMMOB ÇEVRE MÜHEND
İSLERİ ODASI2009 ÇEVRE DURUM RAPORU
Birle
şmiş Milletler Çevre Programı tarafından Dünya Çevre Günü için belirlenen 2009 yılının teması “Gezegeninizin size ihtiyacı var- İklim Değişikliği ile Mücadele için Birleşin” olarak belirlendi. 5 Haziran 1972 yılında Stockholm’de toplanan “Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı”nda “temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın temel bir insan hakkı olduğu” karar altına alınmıştır. Konferansın önemine istinaden her yıl 5 Haziran’da ele alınan “Dünya Çevre Günü”, dünyanın ve ülkemizin bugün geldiği süreçte çok daha büyük anlam ifade etmektedir. O günlerden bugünlere “çevresel söylem”, günümüz kapitalist politikaları içerisinde sadece “sürdürülebilir kalkınma” ilkelerine sıkıştırılmıştır. Bugün, tüm canlılar için temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşam hakkını temel alan değil, ekonomik kalkınmayı, piyasayı koşullarını ve kar dürtülerini temel alan bir yaklaşım hakim kılınmaya çalışılmaktadır. Bugün havamız, toprağımız, suyumuz, gıdamız ticarete konu edilerek şirketlerin iştahını kabartmakta, “çevreci” yaklaşımlar ise yaşam alanlarımızı yok eden tüm bu acımasız politikaların kılıfı olmaktadır.Yarat
ılan İklim Bizim İklimimiz Değil2006 y
ılından bu yana son dört yıla damgasını vuran konu “iklim değişikliği ve küresel ısınma” olmuştur. Yaratılan bu “iklim”in nedeni geleceğimiz ve insanlık için sorgulanmaya değerdir.2006, Çöller ve Çölle
şme – Kurak Toprakları Terk Etmeyin! (Deserts and Desertification – Don’t Desert Drylands!)2007, Eriyen Buz – S
ıcak Bir Konu? (Melting Ice – A Hot Topic?)2008, Al
ışkanlığını Bırak! Düşük Karbon Ekonomisine Doğru (Kick the habit! Towards A Low Carbon Economy)2009, Gezegeninizin size ihtiyac
ı var! İklim Değişikliği ile Mücadele için Birleşin. (Your planet needs you! Unite to combat climate change.)Dünyan
ın yaşadığı iklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğu ve bundan en fazla sorumlu olanların gelişmiş zengin ülkeler olduğu artık bilim insanları ve tüm çevrelerce kabul edilmiştir. Dünya nüfusunun yüzde 15’ini oluşturan zengin ülkeler, toplam CO2 salımının yarısından sorumludur. Dünya atmosferine salınan sera gazlarının çok büyük bir kısmının kaynağını zengin ülkeler oluşturmasına rağmen iklim değişikliğinin en yüksek faturasını yoksul ülkeler ve onların vatandaşları ödeyecek gibi görünmektedir. Gelişmiş ülkelerde kişi başına fosil yakıt kullanımı hala artmaktadır. 1990 ile 2003 yılları arasında uçakla yapılan seyahatlerde %80’lik bir artma olduğu saptanmıştır. Gemicilikte 1990’da, 4 milyar ton olan yük miktarı, 2005 yılında, 7,1 milyar tona ulaşmıştır. Her sektör devasa ölçülerde ve gittikçe de artan enerji taleplerinde bulunmaktadır. Dünyadaki bütün insanların bazı gelişmiş ülkelerle aynı seviyede sera gazı üretmesi durumunda dokuz gezegene daha ihtiyaç duyulacağı öngörülmektedir. İklim değişikliğinin öğrettiği en çetin derslerden biri, zengin ülkelerde büyümeyi sağlayan ekonomik model ve bununla birlikte giden savurgan tüketimin ekolojik olarak devam ettirilemez olduğudur. Ortalama küresel sıcaklık, 1906’dan beri yaklaşık 0.74°C arttı. Bu yüzyıl içinde öngörülen yükselme ise 1,8°C ile 4°C arasındadır. Bazı bilim insanları 2°C’lik yükselmenin, büyük ve geri çevrilemez tahribat durumuna gelmeden önceki, eşik değer olduğuna inanıyorlar. Daha yüksek sıcaklıkların, ishal ve sıtma gibi salgın hastalıkların şiddetini arttıracağı ve küresel anlamda, besin üretimini azalacağı düşünülmektedir. Dünyanın iklim değişikliğini bugün nasıl ele aldığı, insanlığın büyük bir çoğunluğunun insani gelişmeye yönelik beklentileri üzerinde doğrudan etkili olacak. Küresel ısınmanın erken sonuçları olarak dünya nüfusunun en yoksul yüzde 40’lık kısmını (2,6 milyar kişi) etkilemesi beklenmektedir. Uzun vadede ortaya çıkacak etkilerde ise zengin ya da yoksul hiç kimsenin iklim değişikliğinin yol açacağı tehlikelerden muaf olamayacağı belirtilmektedir. 22. yüzyıl başında yaşayanlar bizim neden olduğumuz sera gazı salımlarının sonuçları ile yaşayacaklar; tıpkı bizim sanayi devriminden beri atmosfere bırakılan gazların sonuçları ile yaşamamız gibi. Bugünden gerekli tedbirler alınsa bile 21. yüzyılın ilk yarısında genel olarak dünya ve özellikle yoksullar daha şimdiden neden olduğumuz iklim değişikliği ile yaşamak zorundalar. 21. yüzyılın sonlarında, ekolojik felaketlerin, kuruntu ya da bilim kurgu senaryoları olmaktan çıkıp gerçekleşme sınırına ulaşması hiç de uzak bir ihtimal olarak görülmüyor.Avrupa’da 2003’te ya
şanan sıcak dalgası benzeri iklim şoklarıyla ya da daha korkunç yaz ve kış koşulları ile baş edebilmek için zengin ülkeler şimdiden kamu sağlığı sistemleri geliştiriyorlar. Ancak, sağlık üzerindeki en büyük boyutlu etkiler, yüksek yoksulluk düzeyleri ve halk sağlığı sistemlerinin soruna karşı tedbir alma kapasitesinin düşüklüğü yüzünden, gelişmekte olan ülkelerde görüleceği aşikar!Birle
şmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından yayınlanan “2007/2008 İnsani Gelişme Raporu”nda tehlikeli boyuttaki iklim değişikliklerinin giderilmesi için dünyada henüz-siyasi devinimler ve karbon devinimleri arasındaki açığı kapatacak-net, inandırıcı ve uzun vadeli çok taraflı bir çerçeve programın olmayışına dikkat çekilmektedir. Akla yakın varsayımlar temelinde yapılan hesaplamalarla, iklim değişikliği tehlikesini önlemek için zengin ülkelerin salımlarını bugün en az %80, 2020’de de %30 azaltmaları gerektiği de raporda açıkça belirtilmektedir.Tüm bu olumsuz duruma ra
ğmen sera gazlarının salınımı hızla artmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri ise 7067,57 milyon ton1 ile bu salınımda başı çekmektedir. Şekil-1: Toplam Sera Gazı Salınımı21
http://unstats.un.org/unsd/environment/air_greenhouse_emissions.htm2
http://unstats.un.org/unsd/environment/envpdf/GHG.pdfŞ
ekil-2: Sera Gazı Salınımındaki Değişim3İ
klim değişikliğinin etkilerinin yanında su kaynaklarının yanlış yönetimi ve suyun ticari bir meta haline dönüştürülmeye çalışılması temel insan haklarından olan suya erişimi kısıtlamaktadır.Ş
ekil-3: Kişi Başına Düşen Yıllık Toplam Tatlı Su Miktarı43
http://unstats.un.org/unsd/environment/envpdf/GHGChange.pdf4
http://unstats.un.org/unsd/environment/envpdf/WaterResourcesPerCapita_2.pdfSu kaynaklar
ı azalırken atıksu miktarı artmaktadır. Ancak, hala atıksu arıtma tesisine ulaşamayan milyonlarca insan bulunmaktadır.Ş
ekil-4: Atıksu Arıtma Tesisine Bağlı Nüfus5Tüm do
ğal kaynakları hızla tüketen insanoğlu, bir yandan vahşi bir şekilde tüketmekte diğer yandan ise bilimsel gerçekleri göz ardı ederek atık miktarını artırmaktadır. Ancak, bu atıkların azaltılması ya da bertarafına ilişkin işlemler aynı hızla yürümemektedir.Ş
ekil-5: Toplanan Evsel Atık65
http://unstats.un.org/unsd/environment/envpdf/WasteWaterTreatment.pdf6
http://unstats.un.org/unsd/environment/envpdf/MWCollected.pdfÇevre sorunlar
ını bilimsellikten uzak, parçacı ele alan sığ yaklaşım “küresel ısınmaya bağlı küresel iklim değişikliği” konusuna da çözüm getirmekten uzak görünmektedir. Sadece hükümetler arası protokollere sıkıştırılan konu, “şimdilik” Kyoto Protokolü ile somutlanmıştır. Tamamen ticari bir metin olan bu protokolde yer alan emisyon azaltım hedeflerinin, insan faaliyetiyle artan ısınma etkisini engellemeyeceği bilinen bilimsel bir gerçekliktir. En safdilli bir ifadeyle, bu protokol “birşeyler yapma niyetinin beyanı ve atılacak ilk adımların tarifi” anlamına gelebilir. Ancak durum göründüğü kadar basit değildir. Amacın iklim değişikliğini önlemek değil, “hakkımız” olan her alan gibi bu alanın da ticarileştirilmesi olduğu açıktır. Kimilerinin sorunu, “satılabilir karbon hisseleri” gibi konularda yeterli düzenlemelerin istenen düzeyde yapılamamış olması, dolayısıyla “küresel ısınma ile mücadelenin yeterince ticarileşememiş” olabilir. Bu da ancak bizim iklimimizde değil kapitalizmin ikliminde sorun olabilir.Kyoto Protokolü ve Türkiye
Geçti
ğimiz bir yıl içindeki önemli gelişmelerden birisi de Türkiye’nin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamındaki Kyoto Protokolü “yükümlülüklerini” imzalaması oldu. Kimileri bu gelişmeyi Türkiye nihayet sorumluluğunun farkına vardı diye yorumlayarak sevinç duydu, kimisi “bekleyelim görelim” dedi, kimisi de “korkacak bir şey yok, imzaladık ama herhangi bir sorumluluğumuz yok” diye avundu. İlginç olanı, “imzaladık ama sorumluluğumuz yok” diyenlerin imzayı koyanların kendisinin olmasıydı. Peki ama tüm bu tartışmaların ne anlama geliyordu? Kyoto Protokolü, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’na taraf olan ülkeleri, farklı gruplara ayırmaktadır. Protokole göre “Gelişmişlik” düzeyine göre ülkelerin farklı yükümlükleri vardır. Bazı ülkelerin sera gazı emisyonlarında artışa izin verilirken, bazı ülkelerin sera gazı emisyonlarını 1990 yılı emisyon düzeylerine göre belli oranlarda azaltması gerekmektedir. Bu oranlar ülkeden ülkeye değişmektedir. Protokole göre, 1990 yılı sera gazı emisyonlarının yaklaşık %5 oranında düşürülmesi hedeflenmektedir. Türkiye’nin bu gruplandırmada “özel” bir yeri vardır. “Gelişmiş” ülkelerin yer aldığı Ek-A listesinde yer alan Türkiye, “geçiş ekonomisine” sahi olduğunu beyan etmiş ve bu beyanının kabulu ile Ek-A’da yer almasına rağmen belli bir emisyon azaltım oranı yükümlülüğüne sahip değildir. (“Geçiş ekonomisi”nden kasıt, serbest pazar ekonomisine tam geçişin gerçekleştirilememiş olmasıdır! Yani hala yeterince ticarileştiremediğimiz, özelleştiremediğimiz kastedilmektedir) “Sorumluluğumuz yok” söylemi buradan çıkmaktadır. Yani tartışmalarda bazen işin özü unutularak, bu durumdan nasıl “daha avantajlı” çıkılabileceğinin hesabı yapılmaktadır. Bu “küresel ısınma tüccarlığı”na karşı, IPCC’nin (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) bulgularını bir kere daha hatırlatmakta fayda vardır. Panel’in iklim değişikliği ile ilgili kapsamlı raporlarından 2007’de yayınlanan dördüncü raporda, insan etkinlikleri ile meydana gelen net ısınmaya dair bilimsel veriler ortaya konmuştur. 2500’den fazla uzman görüşü ile 800 yazar tarafından (450’si asıl yazar) ve 130’dan fazla ülkeden katılımla hazırlanan bu rapor bu konuda gerçekleştirilmiş en kapsamlı çalışmadır. Çalışmaları IPCC’ye 2007’de Nobel Barış Ödülü’nü kazandırmıştır. Adı geçen kapsamlı rapordaki çok sayıdaki çarpıcı vurgusundan sadece bir kaçı şunlardır:•
Çoğu bölgede aşırı yağış sıklıkları artmıştır•
1900’den 2005’e, Kuzey ve Güney Amerika’nın doğusunda, Kuzey Avrupa’da,Orta ve Kuzey Asya’da ya
ğışlar belirgin şekilde artmış; Sahel’de, Akdeniz’de,Güney Afrika’da ve Güney Asya’n
ın bazı bölgelerinde azalmıştır•
Küresel olarak, kuraklıktan etkilenen toplam alan 1970’den beri artmış görünmektedir•
Küresel ortalama deniz suyu seviyesi yükselme oranı 1961’de 1.8 mm/yıl iken, 1993’te 3.1 mm/yıl’a çıkmıştır.•
21. yüzyıl sonundaki deniz seviyesi artışına ait projeksiyonlar 18-59 cmarasındadır.Yine raporda yer alan bilimsel tahminlere göre:
2020’de Afrika’da;
•
75-250 milyon insanın yaşadığı “su stresi” artmış olacak•
Bazı ülkelerde, yağmura dayalı tarım ürünlerindeki verim %50 azalacak2050’de Asya’da;
•
Projeksiyonlara göre tatlı su kaynakları azalacak•
Kıyı bölgeleri, özellikle nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu büyük delta bölgelerinde büyük deniz taşkını riski altında olacakYani kimilerinin iddia etti
ği gibi küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle ilgili iddialarda bir "abartı" söz konusu değildir. Daha fazla zaman kaybedilmeden, hem ülkeler düzeyince hem de küresel olarak çevre sorunlarına bakış ve “sürdürülebilir kalkınma” retoriği sorgulanmalıdır. Durum, ticari bakış açısını ya da “imzaladık ama korkmayın birşey yapmamıza gerek yok” söylemini kaldıramayacak kadar önemlidir. Kentleşme, madencilik, tarım, çevre, sanayi ve enerji alanlarında üretim-tüketim ilişkileri göz önünde bulundurulmadığı, bilimsel bilgi ve verilerle sağlıklı analizler yapılmadığı, doğru, akılcı, kamusal politikalar oluşturulamadığı ve bütünleşik bakış açısıyla hayata geçirilemediği sürece sorunun çözülemeyeceği açıktır. Tüm bu nedenlerle “küresel ısınma” söylenceleri ile felaket senaryoları yazanların, önce ekolojik krizi yaratan sonra da “timsah gözyaşları” döken politikacıların, kar hırsı ile gözü dönmüş sanayicilerin, doğayı ve yaşam alanlarımızı yağmalayan uluslararası tekellerin ve “eli çantalı çevreciler”in yarattığı bu iklim, bizim iklimimiz değildir.Hava
Geçti
ğimiz bir yıl boyunca, özellikle kış aylarında, hava kirliliği önceki yıllarda olmadığı kadar çok gündeme gelmiştir. 29 Mart 2009 yerel seçimlerinin de etkisiyle artan “kömür yardımları” ile bozulan hava kalitesi arasındaki ilişki herkes için hissedilir olmuştur. Ancak hava kalitesi ile ilgili gündem yalnızca kalitesiz kömür kullanımı ile sınırlı kalmamıştır. Türkiye’nin hava kalitesi ile ilgili mevzuatta en önemli gelişme, 6 Haziran 2008’de Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği’nin yayınlanması olmuştur. Uzun süredir taslak halinde olan bu yönetmelik artık yürürlüğe girmiştir. Türkiye’nin özellikle çevre mevzuatında son yıllarda çok hızlı bir değişim yaşandığı ve bunun öncelikle ülke mevzuatının Avrupa Birliği mevzuatı ile uyumlu hale getirme çabasının bir ürünü olduğu bilinmektedir. Daha önce yürürlükte olan ve büyük oranda Alman mevzuatına dayanan Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği de bu yeni yönetmelikle birlikte yürürlülükten kalkmıştır. Hava kalitesi mevzuatının güncellenmesi çalışmaları kapsamında daha önce Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği’nde bir arada değerlendirilen farklı konularla ilgili ayrı yönetmelikler yayınlanmıştır (Endüstri Tesislerinden Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği, Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği, vd). Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği’nin hazırlanışında, Avrupa Birliliği’nin açık ortam hava kalitesi ile ilişkili çerçeve direktifi ve buna bağlı kardeş direktiflerin tek bir yönetmelik olarak uyarlanması yöntemine gidilmiştir. Bu yeni yönetmelikle birlikte yeni sınır değerler tanımlanmış, temiz hava planları gibi hava kalitesi yönetimi araçları daha ayrıntılı bir şekilde tanımlanarak sorumluluklar biraz daha netleştirilmiştir. Ancak yine de sorumluluk tanımlamaları hala istenen düzeye gelememiştir. Örneğin, yönetmelikte emisyon envanterlerinin kullanılacağı çalışmalara dair ifadeler yer almasına karşın “il çevre ve orman müdürlükleri, emisyon envanterleri oluşturabilir” gibi muğlak ifadeler de aynı yönetmelikte yer almıştır. Yönetmelikte tanımlanan sorumlulukların çoğunun yüklendiği Çevre ve Orman Bakanlığı ve onun taşra teşkilatlarının ise bu sorumlulukları yerine getirebilecek sayıda ve yeterlilikte çalışanının olmadığı, hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Başka yönetmeliklerden de tanıdık gelen “İl çevre ve orman müdürlükleri, ………… limit değerlere ulaşılmasını sağlamak için gerekli önlemleri ortaya koyan bir temiz hava planı hazırlar veya hazırlatır” maddesi de bu yönetmelikte yer almaktadır. Sadece bu madde dahi, ülkenin hava kalitesini iyileştirmekle yükümlü bakanlığın ve teşkilatının yetersizliğinin ve hava kalitesi alanında da yeni bir ticarileşme sinyallerinin bir ifadesidir.6 Haziran 2008’de yürürlü
ğe giren Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği (HKDYY) ile birlikte yürürlülükten kalkan Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği’nde belirtilen ve bazı kirleticiler için aşılmaması gereken sınır değerler yeni yönetmelikle aşağı değerlere çekilmiştir. Eski yönetmelikte yer almayan başka bazı kirleticiler için de sınır değerler tanımlanmış, hatta yalnız bugün için değil, gelecekte ulaşılması hedeflenen daha da düşük sınır değerler yeni yönetmelikte yerini almıştır. Ancak burada mutlaka hatırlanması gereken bir gerçek, yönetmeliklerde yer alan sınır değerlerin, insanların ve diğer canlıların sağlığının korunacağı mutlak değerler değil, “gelişme” ve “kalkınma” nedeniyle sağlıktan verilen tavizlere denk gelen değerler olduğudur. Pek çok ülkede olduğu gibi bu yönetmelikteki sınır değerler de Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlıklı bir yaşam için öngördüğü değerlerden yüksektir. Ancak bu yeni sınır değerlerin uygulanabilmesi hava kalitesindemevcut duruma göre görece bir iyile
şme sağlayacaktır.Bir di
ğer önemli sorun alanı da hava kalitesi yönetiminin zorunlu bir bileşeni olan havakalitesinin ölçümü ve izlenmesidir. Çevre ve Orman Bakanl
ığı yaklaşık üç yıldır hava kalitesiizleme faaliyetini Sa
ğlık Bakanlığı’ndan devralmıştır. Bu kapsamda da her şehir merkezindeen az bir istasyon olacak
şekilde hava kalitesi izleme ağı genişletilmiştir. Ancak yönetmeliğegöre bu a
ğın daha da genişletilmesi gerekmektedir.Çevre ve Orman Bakan
ı Veysel Eroğlu hava kirliliği tartışmalarının yoğunlaştığı günlerde butart
ışmaya “Ölçüm değerleri sınır değerlerinin altındadır.” sözleriyle katılmıştır. YineBakanl
ık Çevre Yönetimi Genel Müdürü Lütfi Akça da konu ile ilgili basın açıklamasında“baz
ı illerin çok kirli gibi görünmesi, ölçüm hataları ve istasyon arızalarındankaynaklanmaktad
ır.” diyerek sözü edilen ölçüm ağının verilerine atıfta bulunmaktadır. OysaEkim 2008’de Hatay’da gerçekle
ştirilen Hava Kirliliği ve Kontrolü Ulusal Sempozyumu’ndahava kalitesi üzerine çal
ışan bilim insanları tarafından bu ölçüm ağının verileriningüvenirli
ği hakkında ciddi şüpheler olduğu dile getirilmiştir. Ayrıca Bakan’ın, kömürlerinanalizine dair söyledikleri de, bu kömürlerin analizini gerçekle
ştiren bilim insanlarınınverileriyle çeli
şmektedir. Yani Bakanlığın bu kamusal hizmeti ne zaman bir yerlere“yapt
ıracağı”, ne zaman kendi çalışmalarının sonuçlarına güveneceği kendi insafına ya dasiyasi ç
ıkarlarının rüzgarına kalmıştır.Büyük bir yat
ırım sayılabilecek olan Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı, ihalelerin verildiğiş
irketlerin elinde düzgün işleyemez hale gelmiş, ağın oluşturulmasından yalnızca bir yılgeçmesine ra
ğmen, üretilen veriler bilim insanları tarafından kabul görmemeye başlamıştır.Bu noktada, ölçüm a
ğında üretilen verilerin kalite kontrolüne dair bir sistem halaolu
şturulamamış ya da çalıştırılamamıştır. Üstelik bu ağ, birkaç kent dışında bütün illerdekükürt dioksit ve partikül maddenin izlenmesi ile k
ısıtlı kalmış, yönetmelikte adı geçen veizlenmesi gereken pek çok hava kalitesi parametresi ölçümleri bu a
ğa dahil edilememiştir.Üstelik sadece bir istasyon bulunan birçok kent merkezinde seçilen yerlerin kentin bütünü
için hava kalitesini temsil etmesi beklenmektedir.
Hava kirlili
ği, kentlerimizde hızlı nüfus artışı ve plansız büyüme ile birlikte siyasi iktidarınenerjiden sanayiye, ula
şımdan denetim süreçlerine kadar daha pek çok alanda izlediği yanlışve eksik politikalar
ın sonuçlarından sadece birisidir. Bununla birlikte yaşanan havakirlili
ğinin doğalgaz zamları, siyasi rant malzemesi olarak kalitesiz kömür dağıtımları ileilgisi olmad
ığını söylemek mümkün değildir.Kalitesiz kömürün son zamanlarda hava kirlili
ğine yaptığı belirgin katkının inkarındanvazgeçilmeli, ayn
ı zamanda hava kalitesine bakış, sadece kömür sorununaindirgenmemelidir. K
ış ayları ile yerel seçimlerin yaklaşması ve kömür yardımlarıyla paralelolarak artan kalitesiz kömür kullan
ımı sona erdiğinde hava kirliliği sorunu sonaermeyecektir. Hava kalitesi sorununa kapsaml
ı bir yaklaşım, yanma da dahil olmak üzereher türlü hava kirletici kayna
ğının göz önünde bulundurulmasıyla mümkün olacaktır.Kentlerimizde, katl
ı kavşaklarla motorlu taşıt kullanımını özendiren politikalaryayg
ınlaştırılmakta; kent merkezleri yaya değil, taşıt öncelikli planlanmaktadır. Kentlerimizbütünlüklü bir ula
şım politikasından yoksundur. Toplu taşıma sistemlerine yeterli önem veöncelik verilmemektedir. Ülkemizi ihale cennetine çeviren karayolu projeleriyle, üçüncü
belki de dördüncü, be
şinci boğaz köprüsü projeleri ve daha pek çok yanlış ulaşımpolitikas
ının sonuçları bugün ağır bir şekilde yaşanmaya başlanmıştır. Öte taraftan plansızsanayile
şme ile birlikte hala emisyon izni alma sürecini tamamlayamamış pek çok sanayitesisi bulundu
ğu bilinmektedir. Emisyon envanterleri hala oluşturulamamış ve yakın birgelecekte olu
şturulacağına dair de bir işaret yoktur.Su
Do
ğal yaşam için en temel ihtiyaçlardan biri olan suyun, artan nüfus ve plansız büyüme ilebirlikte tükenmeye ba
şlaması, kullanılabilir-içilebilir-temiz suya erişimde yaşanan sorunlar,su yoksunlu
ğu ve yoksulluğu, suyun “ticari bir meta” olarak görülmeye başlamasıylauluslararas
ı su politikaları da biçim değiştirmektedir. 20. yüzyılda dünya nüfusu 4 katartarken su ihtiyac
ının 9 kat artmış olması ve yine aynı dönemde endüstrinin kullandığı sumiktar
ının 40 kat artmış olması su kıtlığını nüfus artışına bağlayan iddiaları ters düzetmektedir.
Dünya Su Kongresinden Dünya Su Forumu’na…
1994 y
ılında toplanan 8. Dünya Su Kongresi’nde kuruluş kararı alınan Dünya Su Konseyi busürecin en önemli aktörüdür. Dünya Su Konseyi 1997’den beri pek çok siyasetçi ve devlet
ba
şkanını Dünya Su Forumu toplantılarında bir araya getirmektedir. Dolayısıyla Dünya SuForumu’nu iyi analiz edebilmek için öncelikle Dünya Su Konseyi’nin yap
ısını ve kuruluşunubilmek gerekmektedir.
Dünya Su Konseyi kendisini çok payda
şlı uluslararası bir platform, bir şemsiye örgüt olaraktan
ımlamaktadır. Konsey, devletlerin çevre ve su konusundaki bakanlıklarını ve devletkurumlar
ını, çokuluslu ve yerel su şirketlerini, Birleşmiş Milletlere bağlı çeşitli kuruluş veprogramlar
ını, çeşitli uluslararası ve ulusal enstitü ve vakfı bir araya getiren bir yapıdadır.Dünya Su Konseyi’nin benzer a
ğlarla arasındaki sınırı belirlemek pek olanaklı değildir.Hiyerar
şik tarzda örgütlenmeyen Konsey içinde 300’den fazla örgüt yer almaktadır.Konsey’in Türkiye’den de 40’a yak
ın üyesi vardır. Bu üyeler arasında Devlet Su İşleri GenelMüdürlü
ğü (DSİ), İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ), Güneydoğu Anadolu Projesi(GAP) gibi kamu örgütleri, vak
ıflar ve su alanında faaliyet gösteren inşaat şirketleribulunmaktad
ır.. Ulusal ve yerel su yönetimi ile ilgili kamu kurumlarını, küresel yönetişimaktörleriyle bir araya getiren böyle olu
şumlar, kamu kurumlarının niteliğini, politikasını,i
şlevlerini derinden etkileyen dönüşümlere neden olmaktadır.Dünya Bankas
ı Başkan Yardımcısı İsmail Serageldin’in 1995 yılında söylediği, “Bu yüzyılınsava
şları petrol için veriliyorsa, gelecek yüzyılın savaşları su için verilecektir.” sözleri birçok yerdeal
ıntılanmıştır. Kullanılabilir su kaynaklarındaki azalma ve suya duyulan ihtiyacın giderekartaca
ğına dikkat çeken bu sözler bugün olgusal olarak sağlıklı, temiz ve yeterli suyaeri
şebilenlerle erişemeyenler arasında olduğu gibi devletler ve topluluklar arasında savaşnedeni olarak fiilen hayata geçmi
ştir.1992 y
ılında Dublin’de düzenlenen Su ve Çevre Konferansı’ndan bu yana, su, küresel piyasaaktörleri taraf
ından ekonomik bir mal olarak tanımlanmakta ve üretiminden dağıtımınakadar suyla ilgili bütün sürecin piyasa mant
ığıyla yönetilmesi savunulmaktadır. Böyleliklesu yönetimi siyasetin d
ışına itilmekte ve kamunun “etkin olmayan”, “israfa yol açan”verimsiz yönetiminin sona erece
ği iddia edilmektedir.Oysa ki, 20. yüzy
ılda dünya nüfusu 4 kat artmasına rağmen su ihtiyacı 9 kat artmıştır. Buarada sanayinin kulland
ığı su miktarı 40 kat artmıştır. Diğer taraftan artan çevre sorunlarınakar
şılık sürdürülebilir kalkınma stratejileri ve buna bağlı olarak geliştirilen“kullanan/kirleten öder” yakla
şımı ve ekonomik araçlarıyla su varlıkları korunamamış,aksine paras
ı olana kirletme ve kullanma olanağı tanınmıştır.1990’l
ı yıllar aynı zamanda küresel su şirketlerinin dünyanın pek çok bölgesinde daha öncebir kamu hizmeti olarak kabul edilmi
ş olan suyu özelleştirme için harekete geçtiği dönemdir.Afrika, Asya ve Latin Amerika’da pek çok hükümet bir yandan neo-liberal politikalar
ındi
ğer yandan da küresel kurumların baskısı altında su hizmetlerini piyasaya açmıştır. Fransagibi su hizmetini çok daha önceden piyasaya açm
ış olan bazı gelişmiş kapitalist ülkelerdeyüksek kârlar elde eden ve giderek çok uluslu bir yap
ıya evrilen su şirketleri bu süreçteazgeli
şmiş ülkelere yönelmiştir. Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF), BirleşmişMilletler (BM) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi küresel politika belirleyici örgütler bu
süreci desteklemi
ştir. 1995 yılında imzalanan Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) ile suküresel çapta ticaret konusu kabul edilmi
ştir.Su üzerine bugüne kadar yürütülen küresel politikalar ve bu politikalar
ın aktörleritaraf
ından düzenlen Dünya Su Konseyi’nin şemsiyesi altında, İstanbul’da, 16-22 Mart 2009tarihlerinde düzenlenen “5. Dünya Su Forumu”nda, örne
ğin, “suyun eşit paylaşımıkonusuna öncelik verilece
ği” gibi politika ve söylemler bu nedenlerle inandırıcı değildir.“Farkl
ılıkların Suda Yakınlaşması” temasıyla toplanan 5. Dünya Su Forumu’nun“farkl
ılıkları derinleştiren” tavrı her alanda hissedilmiştir. Suyun ticarileştirilmesine karşıç
ıkanlar, Forumun açılış günü, 16 Mart 2009 Pazartesi günü taleplerini yineleyip Forum’dadile getirmek istedi
ğinde “farklılıklar” polis şiddeti ile karşılaşmıştır. Forumun açılıştöreninde “farkl
ı” düşüncelerini açtıkları pankart ile dile getirmek isteyen UluslararasıNehirler (International Rivers) aktivistleri s
ınır dışı edilmiştir. Foruma katılmak için 400 avrogibi Türkiye’de bir ki
şinin asgari aylık ücretine denk gelecek miktarda yüksek paralarödeyenler de içerde VIP uygulamalar
ı farklılıklarını bir kez daha derinden yaşamışlardır.Kat
ılımcılara verilen ucuz yemekler nedeniyle gıda zehirlenmesi yaşayanlar da yine onlarolmu
şlardır. Kısacası, temasının aksine 5. Dünya Su Forumu farklılıkların sudaderinle
şmesine bir kez daha aracılık etmiştir.5. Dünya Su Forumu’nu di
ğer dört forumdan farklı yapan yanı ise karşıt ve alternatifetkinliklere çe
şitli yollarla müdahale ve yönlendirme şeklindeki çabaları olmuştur. Dünya SuForumu’na kar
şı düzenlenen etkinliklerde yer alan bazı “uluslararası” katılımcılarınForum’da da etkin görev almas
ı gözlerden kaçmamış, aynı kişilerin 6. Dünya SuForumu’nun Birle
şmiş Milletler aracılığıyla yapılarak meşruiyet kazandırmak için yaptığıkulis faaliyetleri gözlenmi
ştir.TÜS
İAD Su Şirketlerinin Önünü Açıyor!TÜS
İAD tarafından Eylül 2008’de yayınlanan “Küresel Su Krizine Çözüm Arayışları: ŞebekeSuyu Hizmetlerine Özel Sektör Kat
ılımı: Dünya Örnekleri Işığında Türkiye İçin Öneriler” adınıta
şıyan Rapor büyük ölçüde bu konudaki uluslararası metinlerin çevirisine dayanan,Türkiye’nin su yönetimi konusundaki özgün sorunlar
ının araştırılmadığı, suda özelleştirmeya da özel sektör kat
ılımının zorunlu olduğunu gösterebilmek için mevcut durumdakisorunlar
ı göstermeye çalışırken bilindik özelleştirme argümanlarından pek öteye gidemeyenbir belgedir.
Rapor’da do
ğal tekel ya da siyasi tekel niteliğini taşıyan bir hizmet olan suyunözelle
ştirilmesi için, tıpkı telekomünikasyon ya da enerji piyasası özelleştirmelerine benzerbir yol haritas
ı çizilmektedir. Su yönetiminde klasik hizmet sunan bakanlık modelinin ve onaba
ğlı yatırımcı, hizmet sunan örgütlenme modellerinin terk edilmesi ve bu alanda üstkurulla
şmaya gidilmesinin önerilmesi Rapor’un en çarpıcı noktalarından birisidir. Özerk üstkurul modeli örgütlenme, piyasay
ı düzenleyici denetleyici bir işlev görecek, su hizmetininküresel
şirketlere açılmasına yardımcı olacaktır.Rapor’da dikkati çeken bir ba
şka nokta, su hizmetinin ekonomik mal olduğu önermesininkabul edilerek, Rapor’un bütün savlar
ının bu önerme üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Seçilenülkelerde su hizmetini piyasala
ştırmada yaşanan yıkıcı sonuçlar bile bu önermeyisorgulamak amac
ıyla değerlendirilmemiştir. Oysa raporun örnek olarak seçtiği Malezya,Filipinler, Bolivya, Türkiye’de özelle
ştirmelerin olumsuz sonuçları ortaya çıkmış, sukaynaklar
ının korunması bir yana, su parası olanın istediği gibi tasarruf ettiği bir metayadönü
şmüştür. Yoksul kesimlerin su hizmetinden dışlanmasına yol açan yüksek su tarifeleriönlenememi
ştir.5. Dünya Su Forumu’na haz
ırlık amacıyla TÜSİAD tarafından yayınlanan rapor, hazırlıktanöte, önümüzdeki günlerde bizi bekleyen zorluklar
ı da açıkça göstermektedir.Su Hakt
ır, Satılamaz !Bu süreci ve küresel sermayenin yeni pazar aray
ışlarını görmek, suya erişimin temel bir hakoldu
ğunun bilinci ile suyu piyasa değeri olan bir meta değil, insanlığın ve doğanın ortakvarl
ığı olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Su sorununun sadece teknik değil doğrudanpolitik bir mesele oldu
ğunun farkına varmak ve suyu toplumsal mücadele alanının odağınayerle
ştirmek öncelikli bir anlayış olmalıdır. Kapitalizmin su konusunda yarattığıyan
ılsamalar, ancak böyle bir toplumsal mücadele içinde ortadan kaldırılabilir.Dünya’da ya
şamın devam edebilmesi için yeteri kadar su vardır. Su varlıklarımızı gerektiğigibi koruyabilirsek ve kamusal bir yakla
şımla yönetebilirsek herkese yeterli, temiz veücretsiz su temin etmek mümkündür.
Hükümet Kentlerimizde Su Hizmetlerini Ticarile
ştiriliyor29 Mart yerel seçim gündeminin arifesine de denk gelen Dünya Su Günü’nde kentlerimizde
özelle
ştirme ve ticarileştirilmeye teslim edilen su hizmetlerimizin durumu içler acısıdır.Bugün kentsel altyap
ı hizmetlerimiz birer birer uluslar arası pazara açılmaktadır. “Suyune
şit paylaşımı” için toplandığı iddia edilen Dünya Su Forumu’nun, su şirketlerinin vekentlerimizin su hizmetlerini sat
ılığa çıkaran hükümetin maskesi artık düşürülmelidir.Türkiye'de su hizmetlerinin kar
şılanmasında merkez ile taşra/yerel arasındaki işbölümüzaman zaman de
ğişiklikler göstermiştir. Merkezi düzeyde; İller Bankası, Devlet Su İşleriGenel Müdürlü
ğü (DSİ), Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Devlet Planlama Teşkilatı(DPT) eliyle, yerel düzeyde; Su ve Kanalizasyon
İdareleri, Belediyeler, İl Özel İdareleri veMahalli
İdare Birlikleri tarafından kamusal bir hizmet olarak ele alınan su hizmeti, bugünözelle
ştirmeye, taşeronlaştırmaya teslim edilerek ticarileştirilmiştir.Türkiye'ye su sektörü alan
ında başta Avrupa Yatırım Bankası olmak üzere Dünya Bankasıve
Alman Kredi Kuruluşu KfW (Kreditanstalt für wiederaufbau) tarafından dış finansmansa
ğlanmıştır. Çokuluslu şirketler olarak ise Suez, Thames ve Serco konsorsiyumu suyat
ırımlarında yer almışlardır. Yatırımlar genellikle Yap İşlet Devret (YİD) modelido
ğrultusunda sağlanmıştır.•
Antalya Belediye su işletmeciliği imtiyazına 10 yıllık süre ile el koymuş olan ANTSUA.
Ş’nin en büyük hissedarı Dünyanın en büyük su şirketlerinden biri olan (Fransız)Suez Lynonnaise Des Eaux’dir. Bu
şirket daha sonra hisselerini Ondeo Services’edevretmi
ştir.•
İzmit'te Yuvacık Barajı'nın işletme imtiyazı 16 yıllığına yine bir küresel şirketedevredilmi
ştir.•
Bursa Atıksu Projesi’nde uluslararası yabancı yüklenici ortaklığı olarak E.M.I.T S.p.A(
İtalya) ile OTV SA (Fransa) ile ILF Consulting Engineers (Avusturya), Tianjin Metalsand Minerals Import and Export Co. Ltd.
(Çin) ve VAG Armaturen GmbH(Almanya)
firmaları yer almıştır.•
Çeşme Belediyesi sınırları dahilinde su ve kanalizasyonla ilgili altyapı hizmetlerininÇALB
İR (Çeşme-Alaçatı Çevre Koruma Altyapı Tesisleri Yapma ve İşletme Birliği)taraf
ından özel işletmeci eliyle yapılması için General Des Eaux ve Tekser İnşaatSanayi ve Tic. A.
Ş. ortaklığına verilmiştir.•
Adana Su Kanalizasyon İdaresi (ASKİ) tarafından yaptırılacak arıtma tesislerininAvrupa Yat
ırım Bankası ile T.C. Hazine Müsteşarlığı garantörlüğünde finansmanısa
ğlanmıştır. Mali Sözleşme kapsamında üç adet uluslararası konsorsiyum faaliyetgösetmektedir. Bu konsorsiyumlardan VA TECH WABAG
(Avusturya) / Yüksel İnş.(Türkiye)
/ ENER İnş. (Türkiye) / SERCO Group (İngiltere) Konsorsiyumu AdanaBat
ı ve Doğu Atıksu Arıtma tesislerinin yapım ve işletmesini üstlenmişlerdir.MONTGOMERYWATSGN
(İngiltere)/SIGMATECH Konsorsiyumu ise müşavirolarak Do
ğu ve Batı Atıksu Amma Tesisi’nin inşaat kontrolörlük hizmetleriniüstlenmi
şlerdir. GIBB (İngiltere) /TÇT (Türkiye) Ortak Girişimi ise Doğu ve BatıAt
ıksu Arıtma Tesisi ve Adana (Çatalan) İçmesuyu Projesi Proje Yönetim BirimiTeknik Asistanl
ığı görevini üstlenmiştir.•
Fethiye Kanalizasyon Projesi kapsamında Pompa İstasyonu ile Atıksu ArıtmaTesisinin in
şası ve 42 ay işletilmesi, Sistem Yapı / DYVVIDAG / GELSENVVASSERAG Konsorsiyumu taraf
ından üstlenilmiştir•
Diyarbakır Atık Su Arıtma Projesinin müşavirlik hizmetlerini DAR ve Tugal ÇevreTeknolojisi üstlenmi
ş, müteahhitliği ise Lurgi Bamag, Passavant ve Vinsanüstlenmi
ştir. Ana Kolektörler ve Pompa İstasyonu Projesinin müşavirlik hizmetleriDAR ve Tugal Çevre Teknolojisi taraf
ından üstlenilirken müteahhitlik hizmetleriTEPE
İnşaat ve Walter Bau tarafından yerine getirilmektedir. DiyarbakırKanalizasyon A
şama I-II Projelerinin müşavirliğini GIBB-CES ve TIGRIS yapmakta,Alke Arsan Ortak Giri
şimi müteahhitlik işlerini yürütmektedir.•
Konya Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (KOSKİ) tarafından yürütülenAt
ıksu Arıtma Tesisi projesinin inşaatını ve bir yıl süreyle işletilmesini SİSTEM Yapıve INIMA
Türk/İspanyol Ortak Girişimi üstlenmiştir.•
Sivas Belediyesi "Atıksu Arıtma Tesisi ve İçmesuyu Rehabilitasyonu" projesininfinansman
ında Alman Kredi Kuruluşu (KfW) ve Avrupa Yatırım Bankası (EIB)taraf
ından kredi sağlanmıştır. Projenin müşavirlik hizmetlerini yürütmek üzere GauffIngenieure GmbH
(Almanya) ve Alter Şirketi (Türkiye) konsorsiyum olarak yeralmaktad
ır.•
Erzurum Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen Erzurum İçme Suyu ve ArıtmaTesisi Ana Beslenme Hatlar
ı Projesi Tekser-İnyapısal Konsorsiyumu tarafındanyüklenilmi
ştir.•
Siirt Su ve Kanalizasyon İşletme Müdürlüğü'nün (SİSKİ) Su temini ve kanalizasyonprojesinin ilk etap ihalesi DORSCH CONSULT Ingenieurgesellschaft mbH ile Su Yap
ıMühendislik ve Mü
şavirlik A.Ş.'nin ortak konsorsiyumuna verilmiştir.•
Van Belediyesi tarafından Alman Kredi Kuruluşu (KfW) aracılığı ile "Van İli SuTemini ve At
ıksu Depolama Hizmetleri Acil Önlemler Programı" adı altında GKWConsult ve Gentek Engineering Mü
şavir firmaları ile çalışmalar yürütülmektedir.Öte taraftan suyun yasa yoluyla özelle
ştirilmesinin önünü açacak, başta “Kamu-ÖzelOrtakl
ığı Kanun Taslağı”, “Mahalli İdare Gelirleri Kanun Taslağı”, “Sulama BirlikleriKooperatiflerinin Özelle
ştirilmesi” olmak üzere bir dizi yasal düzenleme de sıradabeklemektedir.
Neoliberal anlay
ışın getirdiği piyasacı yaklaşım, kentlerimizin en önemli alt yapı sorununuda ticarile
ştirmekte, ulus ötesi tekellerin denetimindeki piyasa güçlerine teslim etmektedir.Kentsel Çevre Sorunlar
ıTürkiye’nin h
ızlı kentleşen bir ülke olduğu bilinmektedir. Ancak, kentleşme sürecininsa
ğlıksız ve çarpık nitelikleri bugün kentlerin karşı karşıya olduğu sorunların da göstergesiolarak ortaya ç
ıkmaktadır. 1960’dan 2000’lere geçen süre içinde, kentli nüfus 7 milyondan 45-50 milyona yükselmi
ştir. Böyle büyük bir artış, kentlerde yaşayanların kentlileşmesini değil,daha çok “k
ırın kente taşınması” sorununu beraberinde getirmiştir. Bu arada, sanayileşme vekalk
ınma, kentleşmenin önünde değil, arkasında kalmıştır. Bu durum ise, birçok kentsel veçevresel sorunun da kökeni olmu
ştur.Ülkemizde kent yönetiminde ve yerel yönetimler alan
ında, yerel ölçekteki kamu hizmetleriyürütülürken kamu yarar
ı ihmal edilmekte, kentlerin imar, planlama, altyapı, ulaşım, çöp, suve at
ık su gibi konulardaki sorunları çeşitlenmekte ve derinleşmektedir.Kentsel altyap
ı hizmetleri; su, kanalizasyon ve katı atık proje, tasarım ve uygulama süreçleriyabanc
ı firmalar, merkezi denetimden uzak olan belediye şirketleri ya da özel kuruluşlarmarifeti ile ele al
ınmaktadır.“Yerelle
şme” ideolojisi ya da uygulaması olarak ortaya koyulan bu sürecin sonunda,“Belediye Yasa”s
ı ve “Büyükşehir Belediyeleri Yasa”sı değiştirilmiş, yeni yasal düzenlemelerile birlikte, tamamen Dünya Bankas
ı’nın plan ve programına uygun bir “yerel yönetimanlay
ışı” yaratılmaya çalışılmaktadır.Bu noktada, kentsel altyap
ı hizmetleri ve ağırlıklı olarak çevre mühendisliği hizmetleri,kamu hizmeti olmaktan ç
ıkarılarak, ticaretin konusu haline getirilmektedir.Su, kanalizasyon ve kat
ı atık hizmetleri olarak öne çıkan kentsel altyapı hizmetlerinin, birnoktada özelle
ştirmeye ve ticarete konu olması bugün karşı karşıya olduğumuz sorununtemeli olmakla birlikte, belediyelerin bu konudaki bilgisizli
ği ve yetersizliği de ayrıcaüzerinde durulmas
ı gereken bir husustur.Kentsel ortamda çevre sorunlar
ını, genel olarak; sağlıklı içme suyu temini, kanalizasyon vear
ıtma, katı ve zararlı atıklar, yeşil alan yoksunluğu, hava kirliliği ve gürültü kirliliği gibi anaba
şlıklar altında toplamak mümkündür.Özellikle büyük kentlerimizde, emekçi s
ınıfların yaşadığı semtlerde, içme suyu şebekesininyetersiz olmas
ı sonucu, bu bölgede yaşayan insanlara sağlıklı su verilememektedir. Yinebirçok bölgede var olan içme suyu
şebekelerinin eski ve yıpranmış olmasından kaynaklı,ş
ebekeye dış ortamdan sızıntılar olabilmektedir. Yeterli ve sağlıklı içme suyununsa
ğlanamaması, halk sağlığı sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.Bu arada, kentlerde içme suyunun ticari bir mal olarak alg
ılanarak özelleştirilmesi,beraberinde bir dizi sorunu da getirmektedir. Özelle
ştirilen içme ve kullanma suyuhizmetleriyle birlikte birim fiyatlar yükselmekte ve gelir düzeyi dü
şük olan kentliler şebekesuyunu, ihtiyaçlar
ı oranında kullanamamaktadır. Sonuçta oluşacak salgınlar, sadece düşükgelir düzeyi bulunan insanlar
ı etkilemeyecek, tüm kenti etkilemektedir. Bu nedenle kentselya
şamın temel elemanlarından olan içme ve kullanma suyu hizmetleri, kamusal hizmetolarak korunmal
ı ve özelleştirilme uygulamalarına son verilmesi gerekmektedir.Plans
ız ve çarpık bir şekilde hızla gelişen kent varoşlarında kanalizasyon sisteminin yeterlidüzeyde kurulamamas
ı, önemli sağlık sorunlarını ve salgın hastalık riskini ortayaç
ıkarmaktadır. Ayrıca, kentsel atık suların, herhangi bir arıtıma tabi tutulmadan alıcıortamlara (toprak, yeralt
ı suları, deniz, göl veya nehir vb.) bırakılması çevresel kirliliğinönemli nedenleri olarak öne ç
ıkmaktadır.Bu arada, kat
ı ve tehlikeli atıklar, önemli bir sorun alanı olarak gündemdeki yerinikorumaktad
ır. Çöplerin düzenli olarak toplanamamasından kaynaklı sokaklarda bekleyenat
ıklar bölgede yaşayanlar için her zaman tehdit unsuru oluşturmaktadır. Sokaklarda kalançöpler, düzensiz ve vah
şi çöp depolama alanları halk sağlığı açısından istenilen“uygulamalar” de
ğildir. Çöplerin kent ortamından uzaklaştırılması belirli bir “atık yönetimiprogram
ı” dahilinde yapılması gerekirken, bu sürecin en önemli unsuru olan “Düzenli ÇöpDepolama Sahalar
ı” ülkemizde yok denecek kadar azdır. Genel olarak vahşi depolamaş
eklinde olan çöp alanları, kentlerin hızla gelişmesiyle birlikte kentlerle birleşmekte vebüyük tehdit yaratmaktad
ır. İstanbul Ümraniye Çöplüğü’nde geçmiş yıllarda yaşananfelaket, Ankara’da Mamak Çöplü
ğü’nün durumu, ne yazık ki, bu alandaki idari ve tekniksorumsuzluklar
ı ortaya koymaktadır. Yapılması gereken, bir an önce bu alanların rehabiliteedilmesi, mevzuata uygun bir
şekilde Düzenli Çöp Depolama sahalarının yapılmasıdır.Hava kirlili
ği sorunu genel olarak düşük kaliteli yakıt kullanımı ve motorlu araç trafiğindenkaynaklanmakla birlikte, kentlerde
ısınma amaçlı doğalgaz kullanımıyla birlikte azalmae
ğilimindedir. Ancak doğalgaz fiyatlarının çok yüksek olması, özellikle gelir düzeyi düşükgecekondu bölgelerinde dü
şük kaliteli kömür kullanımına neden olmaktadır. Siyasiiktidar
ın, yönetimde olduğu belediyeler kanalı ile yaptığı “kömür yardımları” Türkiyegenelinde kentlerimizin havas
ını kirletmiş, hava kalitesi açısından kent ortamları nefesal
ınamaz hale gelmiştir.Hava kirlili
ğinin kentler içinde bulunan tüm canlı ve cansız varlıklar üzerinde olumsuzetkileri oldu
ğu bilinmektedir. Ancak etkilerin en yoğun olduğu kesim; çocuklar, yaşlılar vesolunum rahats
ızlığı bulunanlar olmaktadır. Ülkemizde, bu konuda sağlık merkezlerindeyeterli kay
ıt bulunmadığı için, yeterli bilgi elde edilememektedir.Türkiye’de gürültü kirlili
ği konusunda yeterli araştırma bulunmamaktadır. Kentlerdeya
şayan yurttaşlarımıza bu konuda bir eğitim verilmediği için, yurttaşların da yeterli bilincibulunmamaktad
ır. Gürültü kirliliğinin temel kaynaklarını; trafik ve kent içinde bulunansanayi tesisleri olu
şturmaktadır.Hukuksal “Geli
şmeler”Anayasa Mahkemesi Dörtbuçuk Y
ıllık Davayı SonuçlandırdıAnayasa Mahkemesi;
madencilik adı altında hiçbir çevre koruma kaygısı taşımadan,ülkemizin yeralt
ı varlıklarının küresel sermayeye peşkeş çekilmesi, Bergama hareketi ile eldeedilen pek çok toplumsal ve hukuksal kazan
ımın yok edilmesi amacıyla 2004 yılında 5177say
ılı yasa ile değiştirilen 3213 sayılı Maden Yasası’nın 7.maddesinin birinci fıkrasını,sekizinci f
ıkrasını ve 10.maddesinin altıncı fıkrasını Anayasa’ya aykırı buldu ve iptal etti.Yasan
ın 7. maddesinin sekizinci fıkrasının yürürlüğünü durdurdu, iptal edilen diğermaddelere ili
şkin yürürlüğü durdurma istemini reddetti ve kararın resmi gazetedeyay
ımlanmasından başlamak üzere bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar verdi.Anayasa Mahkemesi taraf
ından iptal edilen Maden Yasası Madde.7/1: “Orman, muhafazaorman
ı, ağaçlandırma alanları, kara avcılığı alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar,tabiat parklar
ı, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı, tarım, mera, sit alanları, su havzaları,k
ıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, turizm bölgeleri, alanları ve merkezleri ile kültürve turizm koruma ve geli
şim bölgeleri, askeri yasak bölgeler ve imar alanları ile mücaviralanlarda madencilik faaliyetlerinin çevresel etki de
ğerlendirmesi, gayri sıhhi müesseselerile ilgili hususlar dâhil hangi esaslara göre yürütülece
ği ilgili bakanlıkların görüşü alınarakBakanlar Kurulu taraf
ından çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.” şeklinde düzenlemeiçermekteydi. Yasa, madencilik sektörüne; Anayasa ve uluslararas
ı çevre sözleşmelerineayk
ırı olarak dilediği yerde dilediği şekilde maden işletme olanağı sağlıyordu. Türkiye’ninkültür ve tabiat varl
ıklarının korunması için gerekli olan ÇED Yönetmeliği (halkın katılımıve duyarl
ı alanlar) ve GSM Yönetmeliği ve diğer koruma mevzuatı dışlanmış, BakanlarKurulu’nun ç
ıkaracağı bir Yönetmelikle ‘’çevre ve insan sağlığı’’ yok sayılmıştı. İptal edilenyasa ile örne
ğin Kelebek Vadisi’nde, Fırtına Deresi’nde, Kapadokya’da, Ayasofya’nınbahçesinde maden i
şletmesi yasal olarak mümkündü.Anayasa Mahkemesi ayn
ı kararında 5491 Sayılı Yasa ile değiştirilen Çevre Yasası’nın 10.maddesinin üçüncü f
ıkrasını, 12. maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinde yer alan “…veya Bakanl
ıkça uygun görülen diğer kurum ve kuruluşlara…” ibaresini ve geçici2.maddesinin birinci f
ıkrasını Anayasa’ya aykırı bularak iptal etti. Çevre Kanunu’nun10.maddesinde 13.05.2006 tarihinde 5491 say
ılı yasayla yapılan değişiklikle getirilen "Petrol,jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetleri, Çevresel Etki De
ğerlendirmesi kapsamıd
ışındadır" hükmü de böylece iptal edildi. Anayasa Mahkemesi, iptal edilen 10. maddeninüçüncü f
ıkrası ile geçici 2.maddesinin birinci fıkrasına ilişkin iptal hükmünün kararın ResmiGazete’de yay
ımlanmasından başlamak üzere altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verdi.Anayasa Mahkemesi’nin Maden Yasas
ı’nda ve Çevre Yasası’nda Yapılan Değişiklikleriİ
ptal Etmesinden Sonra Danıştay Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği İle İlgiliYürütmeyi Durdurma Karar
ı VerdiDan
ıştay Sekizinci Dairesi, 10.02.2009 tarihli kararı ile Anayasa Mahkemesi’nin iptalkarar
ından Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği’nin ve bu yönetmelikte yapılande
ğişikliklerin yasal dayanağını yitirdiğini belirterek yönetmeliğin iptali istenen bütünmaddeleri hakk
ında “yürütmeyi durdurma” kararı verdi.Dan
ıştay, Anayasa Mahkemesi kararından sonra ortaya çıkan hukuksal boşluğude
ğerlendirerek devlete Anayasa’nın 56.maddesinde verilen çevreyi koruma ödevi veTürkiye’nin taraf oldu
ğu uluslararası çevre sözleşmeleri karşısında yönetmeliğinuygulanmaya devam edilmesi halinde Anayasa ve yasalar
ın dava konusu yönetmeliğeüstünlü
ğü ilkesinin zedeleneceğinin altını çizdi.Dan
ıştay’ın yürütmeyi durdurma kararına göre; "Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırmaalanlar
ı, kara avcılığı alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, tabiatan
ıtı, tabiatı koruma alanı, tarım, mera, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları ve sahilş
eritleri, karasuları, turizm bölgeleri, alanları ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma vegeli
şim bölgeleri, askeri yasak bölgeler ve imar alanları ile mücavir alanlarda(…) yapılacakmaden arama ve i
şletme faaliyetlerinin neden olabileceği zararlar ve bu alanların gerikazan
ılmasının olanaksızlaşması, Anayasa'nın ve bu alanlara ilişkin özel düzenlemeler ileAnayasa'n
ın 90 ıncı maddesine göre onaylanmış çevrenin korunmasına ilişkin uluslararasıanla
şmaların ihlali anlamına gelecektir.(…) Anayasa Mahkemesi kararının ResmiGazete'de yay
ımlanmasından bir yıl sonra yürürlüğe girecek olmasının Yönetmeliği bu süreiçin, hukuka uygun hale getirece
ğini kabul etmek, Anayasa ve yukarıda sayılan yasalarlaDevlete verilen çevre koruma görevinin yerine getirilmesini olanaks
ız kılar.”Ayn
ı şekilde Danıştay kararına göre; “Ortaya çıkan bu hukuksal durum karşısında,Yönetmeli
ğin uygulanması durumunda maden arama faaliyetlerinin çevresel etkide
ğerlendirmesine tabi tutulmaksızın yapılması açısından da Anayasa ve Yasalar ileuluslararas
ı sözleşmelere aykırı sonuçlar doğabilecektir.”TMMOB Çevre Mühendisleri Odas
ı, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası, TMMOB MetalurjiMühendisleri Odas
ı, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası ile Tema Vakfı ve yurttaşlartaraf
ından ayrı ayrı açılan davalarda verilen aynı içerikteki kararların kendisi kadar,gerekçeleri de çevre sa
ğlığı ve canlı yaşamı ile ülkemizin doğal varlıklarının korunmasıalan
ında önemli bir kazanım niteliğindedir.Dan
ıştay 8.Dairesi kararında ise Türkiye’de çevre hukuku anlamında önemli bir adımniteli
ğinde ülkemizin taraf olduğu sözleşmelere vurgu yapılmıştır. Danıştay kararına göre;“Anayasa’n
ın 90.ıncı maddesi uyarınca Türkiye’nin taraf olduğu çevre ile ilgili uluslar arasısözle
şme ve protokollerde, çevrenin korunması konusunda ülkeler yükümlülük altınagirmektedir. Türkiye’nin taraf oldu
ğu, Özellikle Su Kuşları Yaşam Ortamı OlarakUluslararas
ı Öneme Sahip Sulak alanlar Hakkında Sözleşme(1971-Ramsar), DünyaKültürel ve Do
ğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme(1972-Paris), Akdeniz’inKirlenmeye Kar
şı Korunmasına Ait Sözleşme(1976-Barselona), çerçevesinde imzalananAkdenizde Özel Koruma Alanlar
ına İlişkin Protokol(1982), Avrupa Yaban Hayatı veYa
şama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi(1979-Bern), Avrupa Kentsel şartı(1992-Strasburg),Biyolojik Çe
şitlilik Sözleşmesi(1992-Rio), Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin AvrupaSözl
şemesi(1992-Valetta) çevrenin korunması ve sürdürülebilir kullanımına ilişkin ilkelertespit etmekte ve taraf devletler bu konularda yükümlülük alt
ına girmektedir.”Anayasa ve Dan
ıştay kararlarının ana fikri, yasama organının belirlemesi gereken veTürkiye’nin taraf oldu
ğu uluslararası çevre sözleşmeleri dikkate alınarak yasayladüzenlenmesi gereken madencilik faaliyetlerinin, yönetmelikle belirlenmesinin yaratt
ığıhukuka ayk
ırılık üzerine kurulmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Danıştay Kararlarındanard
ından, önümüzdeki süreçte;•
Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliğine dayanılarak verilen madencilik izinlerinin(Bergama-Ovac
ık, Efemçukuru, Kışladağ, Ulukışla vb) tamamı geri alınmalıdır.•
Maden, Jeotermal Kaynakları ve Petrol Arama Faaliyetleri de ÇED’e tabi olmalıdır.Art
ık ÇED incelemesi olmadan hiçbir arama faaliyeti yapılamamalıdır. Kaz Dağları,Kozak Yaylalar
ı, Efemçukuru ve diğer yöreler, altın arama faaliyeti adı altında ÇEDsüreci i
şletilmeden numune alımı, sondaj yarma, galeri ve kuyu açma gibi çevrekirlenmesine yol açabilecek, do
ğal yapıyı bozucu arama faaliyeti yapılamamalıdır.•
Yönetmelik çıkarılması beklenmeden faal durumda olan işletmelerin, çevreyikirletmelerine ve ekolojik dengeyi bozmalar
ına göz yumulmamalıdır. Bu türfaaliyetlerin hemen durdurulmas
ı gerekmektedir.•
Bergama’da çok sayıda alınan yargı kararı yok sayılarak, ABD Büyükelçisi’nin dericas
ı ile verilen imar planları mahkemece iptal edilmesine karşın, imar planıolmadan, üstelik kapasite art
ırılarak faaliyet sürdürülmektedir. MadencilikFaaliyetleri
İzin Yönetmeliği’nin Yürütmesi Durdurulan 77.maddesine dayanılarak;Bergama Ovac
ık Altın Madeni için Yönetmeliğin 77. maddesi düzenlemesi gereğiimar plan
ı olmadan, yapı kullanma izni olmadan verilen 18.05.2006 tarihli 10numaral
ı açılma ruhsatı geri alınmalıdır.•
Danıştay Kararı, 10.02.2009 tarihi itibariyle geçerli bir karardır. Bu nedenle OvacıkAlt
ın Madeni ile ilgili KOZA Altın İşletmeleri A.Ş.’ye verilen 18.02.2009 tarihli ÇEDOlumlu i
şleminin de Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yeniden değerlendirilmesigerekmektedir.
•
Son olarak yasama organının belirlemesi gereken ve yasayla düzenlenmesi gerekenmadencilik faaliyetlerinin, yönetmelikle belirlenmesinden vazgeçilmelidir.
•
Nerelerde, hangi koşullarda madencilik yapılacağına Türkiye’nin taraf olduğusözle
şmeler ve yargı kararları dikkate alınarak küresel sermayenin değil, halkınç
ıkarlarını gözeten bir anlayışla ülkemizin doğal varlıkları ile tarihi ve kültürelzenginliklerini koruyacak yasal bir düzenleme acilen hayata geçirilmelidir.
Dünya Biziz
5 Haziran Dünya Çevre Günü’nü “uyar
ı ve mücadele” günü olarak anlamlandıran Odamız,toplum ve kamu yarar
ı eksenli politikaları hayata geçirmek, kamusal hizmet alanlarındaulusal, bölgesel ve kentsel düzeyde toplumcu yakla
şımları tesis edebilmek için siyasileri vekarar vericileri ya
şam için çok geç olmadan bir kez daha uyarmaktadır!Yürütülen ya
ğma ve talan politikalarına karşı havamızla, toprağımızla, suyumuzla, tüketimve kar h
ırsına teslim edilmiş bir çevre değil, sağlıklı, temiz ve yaşanabilir bir dünya için:Dünya Biziz !
TMMOB Çevre Mühendisleri Odas
ı Yönetim Kurulu