İTÜ’lüden Fizik, Fırıncıdan İşletme Dersi Verilir! 

          Üniversiteye giriş için dershanelere gidilmeye başlanan dönemde her kesimden her keseye uygun dershaneler açılmaya başlayınca önce özel hocalar, sonrasında da herkesin girmek istediği üniversiteleri kazanmış dereceli çocukların ders verdiği bir dönem başladı. Halen internette, Amerikan usulü kahvelerin içildiği cafelerin ilan panolarında “İTÜ’lüden fizik, Boğaziçiliden Matematik dersi verilir” tarzı ilanları görmeniz mümkün. Ancak hiçbir yerde “Fırıncıdan işletme dersi verilir” gibi bir ilanı görmeniz mümkün değil.

          Haklı olarak “O zaman bu başlık ne iş?” diye soracaksınız.

          İzah edeyim:

          Biliyorsunuz fırıncılar artan maliyetler nedeniyle ekmeğe zam taleplerini yüksek sesle dile getirdiler, ekmek fiyatlarını arttırdılar, gramajı düşürdüler, izin alınmadan yapılan bu fiyat ayarlamasına resmi makamlardan gelen tepki de haliyle gecikmedi. İstanbul Belediyesi fırıncıların yaptıkları bu zammı geri almaları gerektiğini açıkladı, denetimler arttı. İşte tam da bu açıklamadan sonra İstanbul’un şirin bir ilçesinde ekmek almak için girdiğim bir fırında ekmeğin fiyatının bir buçuk lira olduğunu görünce fırıncıyla aramızda geçen tatlı muhabbet bu başlığı atmama neden oldu.

          Fırıncıya ekmek fiyatını neden düşürmediğini şaka yollu sorduğumda “2 liradan düşürdük zaten” demesi muhabbetin dallanıp budaklanmasına neden oldu. Adam o kadar dolmuş ki başladı anlatmaya:

-       Unun fiyatı bir ay önce 90 liraydı şimdi 175 lira oldu. Maya fiyatları yüzde 45 zamlandı. Üç senedir zaten ayakta zor duruyorduk. Bizi artık bir buçuk lira da kurtarmıyor...

Dedikten sonra cep telefonunu çıkardı, hazırladığı “Excel” tablosunu gösterdi.

          ...

          Şaka falan yapmıyorum, yazının sonunu rüyaya falan da bağlamayacağım. Üniversite mezunu olmayan, İTÜ’lüden matematik, eczacıdan kimya dersi almamış, belki de dershaneye bile hiç gitmemiş fırıncı cep telefonundan bana maliyet hesabını yaptığı Excel tablosu gösterdi ve devam etti.

-       2 Bin ekmek satınca bile kalan parayı görüyor musun? 150!!! Bununla kirayı mı ödeyeyim, vergiyi mi vereyim? Ne yapayım?

Diye sordu.

          ...

          Eczacılar olarak 13 yıldır bizim de neredeyse hiç zam almadığımızı, hatta aldığımızdan ucuza satarak çoğunlukla zarar ettiğimizi ve buna benzer kendimce birkaç moral verici teselli cümlesini söyleyerek oradan ayrıldım.

          ...

          Ama daha oradan ayrılmadan aklımda deli sorular dönmeye başladı.

          Hayatında hiç işletme dersi almamış, belki matematik dersini bile en son ortaokulda ya da lisede görmüş biri, üniversiteye iyi matematik bilmesi sayesinde giren, öğrenciliğinden itibaren mesleğinin her alanında matematikle içli dışlı olan çoğu eczacıdan daha iyi bir matematik ve işletme bilgisine nasıl sahip olabiliyordu ki?

           ...

          2005 yılında bir antibiyotik, bir grip ilacı, bir antienflamatuardan oluşan reçeteye devlet 36 lira öderken aynı reçeteye bugün yani 13 sene sonra 29 lira ödüyor ama biz zam istemiyoruz(!)

          Sağlık profesyoneliyiz; işimiz doğru kişiye, doğru dozda, doğru ilacı, doğru kullanacak şekilde vermek yani hizmet sunmak olmasına rağmen bu hizmetin ticari kârdan ayrıca bir karşılığı olması gerektiğini söylemiyor, aksine daha çok eğitim alıp, yeterliliğimizi arttıralım, ondan sonra meslek hakkımızı 2020 yılında isteriz, belki verirler diyoruz(!)

          ...

          İlaç sektörü kendince çözüm bulmuş, firmalar ve depolar ihracat yapıyor, MF’leri kısıyor, ortalamadan kârlarını (şimdiye kadar) tutturuyorlar.

          Özel hastanelerin 2005 yılına göre devletten aldıkları ödeme kat be kat artmış, hastalardan yüzde 200 fark alıyorlar, yine de ayakta zor duruyorlar, daha fazlası lazım diye de yetkililerin kapısını aşındırıp duruyorlar.

           Biz ise bebek mamalarında fiyatlar iki kat artmasına rağmen eczacı kârından daha düşük kârla satıyor, ona rağmen marketlere çok daha ucuza verildiği için kazıkçı muamelesi görüyoruz.

          Diz içine uygulanan 500-600 liralık ilaçları yüzde 9’dan bile düşük kârla sattırıyorlar, ilaç dışı ürünlerde yüzde 20 ’lik yasal kârı elde etmek için yüksek miktarda ve MF’li olarak almak zorunda kalıyoruz ama neden diye sormuyoruz.

          Resmi enflasyonu baz aldığımızda bile tüm giderlerimiz sene başına göre yüzde 45 artmışken cirolarımızın aynı oranda artmamasına gık bile demiyor, aralık ayında fiyatları düşecek 404 ilaçtan oluşacak zarardan en az nasıl etkileniriz diye düşünüyoruz.

          2,69’dan hesaplanan Avro kuruna göre belirlenen fiyatlarda ilacın referans olarak alınan Avro fiyatı düştü diye fiyat düşüşü olur mu diye sormuyoruz.

          Ama 16 sene önce hazırlanan düzenlemeyi ısrarla savunup, “Biz istedik sözümüzden dönemeyiz, yoksa zincir gelir aman haa!” diye tüm gücümüzü enerjimizi surda delik açtırmamak için harcıyor, “Biz de zaten içinde bulunduğumuz ekonomik koşullar nedeniyle şimdilik kaldırılmasını isteyecektik diye” siyasi akıl kullanamıyoruz.

          ...

          Hani fırıncının yanından ayrılırken aklımda deli sorular oluştu demiştim ya, bu yazdıklarım o soruların zekâtı bile sayılmaz.

          İnstagram’da, Facebook’ta şuradayız, buradayız diye ele güne karşı kuyruğu dik tutmak için paylaşım yapanları görüp “Herhalde ben beceriksizim, hata bende” diye düşünen, ödemelerini nasıl yapacaklarını bilemeyenler de hiç üzülmesin.

          Eczacılığın Karl Marks’ı, Adam Smith’i olsanız içinde bulunduğunuz ekonomik açmazdan kurtulamazsınız. Hata sizde değil.

          Normal şartlarda bile eczane işletme giderleri yüzde onbeşi geçmişken enflasyon karşısında yüzde elli eriyen eczane ciroları ile sistemin devam etmesi mümkün değil.

          Yüzde 15 faizle aldığınız krediyi, yüzde 25 faiz ödeyerek kapatmanız da matematiksel olarak imkânsız.

          Bir de vadelerinizi öne çektilerse of of offf...

          ...

          “Gamlı baykuş gibi karamsar bir tablo çiziyorsun, hiç mi çıkış yolumuz yok?” diye sorabilirsiniz.

          Yapılacak şey çok basit aslında;

          Avro kuru şubat ayı beklenilmeden reel kura yaklaştırılıp uygulanır, reçete başı meslek hakkı uygulaması hayata geçer, tabi ki bunların hayata geçmesi için de ciddi şekilde dosyalar hazırlanıp yetkililerin kapısı önünde kamp kurulur, ısrarcı ve takipçi olunur, tüm camia da sonuna kadar destekler.

          ...

          Kim mi kamp kuracak?

          Onu da bana soruyorsanız verilecek tek cevabı Nazım vermiş zaten;

 

          “...kabahat senin,

          demeğe de dilim varmıyor ama...”



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat