Ecz. Tuncay SAYILKAN
İzmir Eczacı Odası Başkanı
Eczacılık Günü’nün sadece bir gün öncesinde, 13 Mayıs 2014 tarihinde Manisa’nın Soma ilçesinde meydana gelen maden faciası sonrasında yaşamını yitiren emekçilerin acısı hepimizi derinden sarstı. Ülkenin her yerinde kurşun gibi ağır bir matem havası hakimdi artık. Tüm kesimler kendi sorunlarını dondurup tek vücut olarak Soma’da yaşanan acının yasını tutmaya başlamışlardı.
Biz de Eczacılık Günü etkinliklerimizin müzik ve eğlence içeren bölümlerini hemen o gece ileri bir tarihe erteledik. Manisa Eczacı Odası Başkanı Ecz.Burçin Kurtuluş ve yöneticiler ile yaptığımız görüşmeler facianın boyutunun o gece ekranlarda görünenden daha ciddi olduğunu gösteriyordu. Bölgeye gitmenin bir yararı olmadığı, yeterli ekip ve malzemenin bulunduğu, sadece umutlu bir bekleyişin hüküm sürdüğü anlaşılmıştı. Saatler ilerledikçe umutlar azaldı ve madenden artık yaralı değil, emekçilerin cansız bedenleri çıkmaya başladı.
Yas ilan edilen ortamda herkes çok üzgün ve çaresizliğe tepkiliydi. Resmi kayıtlara göre 301 maden emekçisi yaşamını yitirmişti. Gaziantep Eczacı Odasının sevgili başkanı Ecz.İrfan Demirci’nin de yazısında vurguladığı gibi, hepimiz kısa sürede maden, madencilik, gaz maskesi, yaşam odası gibi konuları hızla öğrendik. Asıl önemlisi de devlete ait bu kurumun özelleştirildiğini ve madeni işleten firmanın sahibinin kömürü nasıl ucuza mal ettiğini her yerde anlattığını, yani işgücünün nasıl bu kadar ucuzlaştığını, alın teri ve emeğin nasıl yok sayıldığını öğrendik.
O süreçte herkes çok duyarlı ve kırılgandı doğal olarak. Özellikle de sosyal medyada dost ve arkadaşlarımızı acımasızca eleştirdik. İyi niyetle bile olsa, kafe ve restorandan resim paylaştı veya resimlerde tebessüm etti diye demediğimiz kalmadı. Hemen herkes maden ve madencilik üzerine görüş bildirdi, profil resimleri karartıldı veya siyah kurdele olarak değiştirildi.
Soma için ve yaşamını kaybedenlerden geriye kalanlar için ne yapılabilir, yaralar nasıl sarılabilir süreci başladığında ise ağırlıklı olarak para yardımı öne çıktı.301 eve ateş düşmüştü ve artık 400’ün üzerinde yetim çocuk vardı. Önemli olan bu ailelere ve çocuklara katkı sağlayabilmekti. Türk Eczacıları Birliği de bir yardım kampanyası başlattı ve Eczacı Odaları aracılığı ile bunu duyurdu.
Ancak bu gün, yani 23 Mayıs 2014 Cuma günü kampanyanın geldiği nokta ne yazık ki istenilen ve beklenilen yerde değil. O insanların acısını paylaşan ve onların çığlığına kulak veren bizler, ne yazık ki kampanyaya gereken desteği sağlayamamışız şu ana kadar. Bu günden sonra bahane üretmeden samimiyetle gereğini yapmak biz eczacılara yakışır bir tavır olacaktır kuşkusuz.
Şimdi Soma’da yaşanan facianın hepimizi derinden yaraladığını ve toplumun vazgeçilmezi biz eczacıların sadece sanal alemde değil yaşamın ta kendisinde de üzerimize düşeni yaptığını açıkça göstermemiz gerekiyor.
Tabi ki; daha önce yaşanan doğal afetleri, 1999’da Adapazarı’nda, 2011’de Van’da yaşanan depremlerden sonra yaraların sarılıp sarılmadığını, yakınlarını ve evini kaybedenlerin ne durumda olduklarını da sorgulamak, unutmamak gerekiyor. 2010 yılında Zonguldak’ta Grizu Patlaması sonrası yaşamını kaybeden madencilerin ailelerinin durumunu ve madende yapılan düzenlemeleri de takip etmek gerekiyor.
Sadece Zonguldak ve Soma’da değil ülkemizin tüm madenlerde ve zor koşullarda çalışılan diğer iş yerlerinde iş güvenliği ve işçi sağlığının takipçisi olmak gerekiyor.
Bizlerden çok devletin kurumlarının yapması gerekenler olduğunu da çok iyi biliyoruz. Başta madenler olmak üzere iş yerlerinin düzenli ve ayrıntılı denetimlerin ciddiyetle yapılması ve gerekli önlemleri almayanlara ağır yaptırımlar uygulanması artık kaçınılmazdır.
Devletin kaynakları taşeronlaşma adı altında özelleşirken, emeğin ,iş güvenliğinin ve işçi sağlığının ön planda tutulması, yani paranın bu insani değerleri gölgede bırakmaması şarttır.
Soma’daki maden faciasında yaşamını kaybedenler ailelerin geçimini sağlayan yani eve ekmek götürenlerdi. Bu nedenle acilen şehit madencilerimizin ailelerine makul bir emekli maaşı bağlanmalı ve çocukların eğitim masrafları karşılanmalıdır.
Tüm bunlar devletin olanakları ve kurumları ile yapılması gerekenlerdir. Bizler de bunların takipçisi olmalıyız. Ama takipçisi olabilmemiz için de önce yardım kampanyasını bizlere yakışır bir noktada sonlandırmamız yani samimiyet testinden başarı ile geçmemiz gerekiyor.
Sadece sağlık alanında yaşanan sorunları dile getirerek, ya da sadece kendi hak kayıplarımız için mücadele vererek sonuç alamayız. Yaşadığımız ülkedeki diğer sorunlara da duyarlılıkla yaklaşmalı, sadece kendimiz için değil ülkemiz ve ülke insanımız için de gereğini yapmalıyız.
İşte o zaman topluma kök salmış bir meslek grubu olarak eski saygınlığımızı kazanmak ve vazgeçilmez olma yolunda ciddi adımlar atmış olacağız.
Saygılarımla…