Bir avuç pireyi cam kavanoza koymuşlar...
Kavanozun ağzını da açık bırakmışlar. Pireler teker teker zıplayarak cam kavanozdan çıkmışlar. Tekrar içeri atmışlar. Pireler tekrar sıçrayarak kavanozun dışına kaçmışlar.
Bu defa içinde pire bulunan kavanozun kapağını kapatmışlar. Pireler sıçramaya başlamışlar. Ancak sıçradıkça kapağa vurarak geri düşmüşler.
Kapağı ve mesafeyi öğrenen pireler bir süre sonra sıçrama mesafelerini kapağa göre ayarlamaya başlamışlar.
Pireler sürekli sıçrayıp ancak kapağa değmeden geri düşer olmuşlar.
Sonra tekrar kapağı açmışlar...
Ancak pireler sıçrayıp kaçmak yerine kapak mesafesine kadar sıçrayıp sıçrayıp geri düşmeye başlamışlar.
Yani artık gönüllü tutsak olmuşlar.
Başka bir deyişle gönüllü tutsaklığı öğrenmişler.
***
Türk Tabipleri Birliği, "hekimin teşhis ve tedavi yetkisine müdahale ediliyor" gerekçesiyle yargıya gitti.
Danıştay karar verdi...
Reçetelerde 4 kalem ve adet sınırlaması kalktı. SGK karara uydu. Artık söz konusu sınırlamalar yok.
SGK şimdi ne yapacak?..
Bakalım...
Göreceğiz...
Yine bu işin faturası bize çıkar ya...
Neyse...
Bu yazının konusu o değil.
***
Gözlemliyorum; bir çok meslektaşımız "Yok canım, bu kadar da olmaz. Kısıtlama olmalı. Bir orta yol bulunmalı" düşüncesinde.
Yani devletin yurttaşlarına potansiyel suistimalci anlayışıyla yaklaşarak koyduğu kuralları pek bir güzel içselleştirmişiz.
Neden şöyle düşünemiyoruz:
Hekim gerektiğince ilacı hiçbir kısıtlama olmadan reçetesine yazar, eczacı da hastasına verir.
Hekim hiç bir engellemeyle karşılaşmadan teşhisini koyar, tedavisini uygular. Eczacı da gereken ilacı, yine hiç bir engellemeyle karşılaşmadan hastasına verir.
Olması gereken bu değil mi?
Şimdi "Rüya görme, Türkiye’ de olmaz o iş" dediğinizi duyar gibiyim.
Peki, neden?
Biz, Türkiye’ nin hekimleri ve eczacıları ve de tüm sağlık çalışanları toptan, doğuştan potansiyel hırsız mıyız?
Yani hekimler ve eczacılar, kısıtlama konulmadığında SGK’ nın bütçesini talan mı ederler?
Kabul ettiğimiz şey bu mudur?
Yazık ki, bize algılatılan ve toplumca bizim de kabul ettiğimiz şey budur, galiba...
Baskılarla, kısıtlamalarla, yasaklarla beyinlerimiz öyle bir köleleştirilmiş ki, öylesine alıştırılmışız ki, son derece normal, olağan, insanca durumları düşleyemiyoruz bile...
***
Diğer yandan; devletin görevi yasaklama, kısıtlama koyarak bir zapt-u rapt havası yaratmak mıdır?
Yoksa...
Gerektiği gibi sağlık, ilaç, eczacılık hizmeti verilebilmesi ortamını ve koşullarını oluşturmak mıdır?
Elbette budur.
Devlet, herkesi suistimalci varsayarak kural koyamaz.
Koyarsa, o çağdaş bir hukuk devleti değildir.
Ancak, tabi ki devlet suistimal yapanları saptayıp ağır bir biçimde cezalandırmalıdır.
Batı ülkelerinde örnekleri var.
Öylesine caydırıcı cezalar var ki, yanlış bir işi akıllarından bile geçiremiyorlar.
***
Yazık ki, biz de devlet herkesi suistimalci varsayarak kural koyuyor.
Ve o kurallar hepimizi boğuyor.
İnsanların sağlıklı yaşama hakkı engelleniyor.
Hekimin hekimlik, eczacının eczacılık hakkı engelleniyor.
Daha fenası, kural konulanlar da, öğretildiği gibi, kendini ve diğerlerini potansiyel suistimalci sanıyor.
Yazının başındaki cam kavanozdaki pireler gibiyiz.
Kapağı açsalar da sıçrayamıyoruz.
Beyinler tutsak düşmüş!
İLETİŞİM
h.gencosmanoglu@eczacininsesi.com
0533 218 16 80
Fax: 0216 574 72 69