12 Eylül 1980’ de 17 yaşımdaydım.
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ ne henüz kayıt yaptırmıştım.
O zamanlar İstanbul’ da, sokaklarda metrekareye 3- 5 asker düşüyordu.
Kaldığımız öğrenci yurdunda da...
***
Memleket sanki bir baştan bir başa hapishaneydi…
Cezaevlerinden ve sokaklardan sürekli ölüm haberleri geliyordu.
İşkence, baskı, zulüm, ölüm gündelik işti…
Çok gençtik…
Coşkuluyduk… Kızgındık… Öfkeliydik…
***
Topkapı’ da ki Atatürk Öğrenci Sitesi yurdunda kalıyordum.
Bir akşam vakti mırıldanmaya başladığımız türkü bir anda yurt yerleşkesinde gürül gürül hep bir ağızdan söylenmeye başlandı…
“Hayat damla damla berraklaşıyor kara tende
Hayat ılgıt ılgıt esip gidiyor işkencede
Baskı mapus zulüm kan ile örülü
Seti yıkıp aşıyor derya ırmaklar
Hayat yeşilde yeşil yosunda
Yosunlar boy veriyor kuytuluklarda
Beyaz gelinlik giydireceğiz
Kendi ellerimizle vefalı yare
Kendi ellerimizle cennet vatana”
Askerler telaşlanmıştı ama ne çare… Ok yaydan çıkmıştı…
O anda güçleri susturmaya yetmedi…
Ardı ardına döküldü türküler…
Sonra…
Gece herkes odasına çekildi.
Sabaha karşı dipçiklerle uyandırıldık.
Atatürk Öğrenci Sitesi tanklarla, panzerlerle kuşatılmıştı…
Giyinmemize bile izin verilmeden don, fanila üst üste zemin katta bulunan spor alanına tıkıştırıldık.
Odalarımıza döndüğümüzde her şey darmadağınıktı.
Fark ettik ki; aramızdan birileri yoktu.
Götürülenlerden kimilerini yıllar boyu bir daha göremeyeceğimizi o an bilmiyorduk.
***
Özgür’ ü tanıdığımda 1 yaşındaydı.
1981 yılıydı.
Esmer, kıvırcık saçlı, zeytin gözlü bir çocuktu. Bir dostumun yeğeniydi. Anneannesinin yanına, zorunlu olarak bırakılmıştı. Babası Fatsa’ da bir operasyonda vurulmuş, yaşamını yitirmişti. Annesi ülke dışına çıkmak zorunda kalmıştı. Anneannesini hayatının her şeyi bilerek büyüdü.
12 Eylül kaç Özgür’ ü annesiz babasız bıraktı?..
Kaç Özgür yıllarca annesini babasını görebilmek için cezaevi kapılarına gitti geldi…
Bir bilen var mı?
***
Acılar bitmek bilmedi.
Dedim ya; İşkence, baskı, zulüm, ölüm gündelik işti…
Hepimiz bir biçimde payımıza düşeni aldık.
***
Cunta, 1982 yılında, Anayasasını hazırlamış referandum süreci yaşanıyordu.
Hava karardıktan sonra ev ve işyerlerinin kapılarının altından çekine çekine ittirdiğimiz, iptidai matbaalardan çıkmış olduğu apaçık belli olan el duyuruları dağıtıyorduk.
Çekiniyorduk, çünkü; giden gelmiyordu.
Ama geri durulacak da gün değildi…
O duyuruların başlığı şöyleydi: “Cuntanın Anayasası’ na Hayır!”
Altında da açıklaması vardı…
Neden HAYIR denilecek, o anlatılıyordu.
Bugün, bazıları “cuntacılık, askercilik, darbecilikle” karalanmaya çalışılan bir çok antifaşist aydın “Cuntanın Anayasası’ na Hayır” diyordu.
Evet demek serbest, hayır demek ise yasaktı…
Sonuçta o Anayasa kabul edildi.
***
Şimdi ülkemiz yeni bir Anayasa değişikliği referandumu öncesinde…
“12 Eylül’ ün hesabını soracağız…. Demokratikleşeceğiz… Millet egemen olacak…” diyorlar.
Tüm bunlara tabi ki inanmıyoruz…
Demokratikleşmek iddialarının tartışmaları bir yana…
Benim asıl derdim ne biliyor musunuz?
Bağıra bağıra söylemek istiyorum:
“Siz kimsiniz ki, bizim acılarımızın hesabını soracaksınız… ”
İşte en çok içimi acıtan, canımı yakan bu…
Acılarımızın kirli ağızlarca “politika” malzemesi yapılması…
Buna dayanamıyorum… Buna katlanamıyorum…
30 yıl öncesine gidiyorum…
Yine kendimi buz gibi morg kapılarında gencecik arkadaşlarımın ölülerini bekler buluyorum…
***
Bizim, acılarımıza borcumuz, verilmiş sözümüz var…
İşte onun için; 12 Eylül 2010 da size de HAYIR diyeceğiz…
İşte onun için; sizin zulmünüze, sizin karanlığınıza da HAYIR diyeceğiz.
Sizin sahtekârlığınıza da HAYIR diyeceğiz.
Tıpkı 12 Eylül 1980 de olduğu gibi…
Hiç kuşkunuz olmasın, elbet tarih bunu da yazacak…
Ve bizim alnımız yine açık olacak…
İLETİŞİM
0533 218 16 80
Fax: 0216 574 72 69