İstanbul Eczacı Odası’ nın 09.07.2010 tarihli "Zincir Eczane Sevdalılarına Geçit Vermeyiz!" başlıklı yazısından bir bölüm:
"....Bu ülkede eczacılar olduğu sürece hiçbir güç mesleğimizi yapamayacaktır. Bu konuda atılacak sözkonusu web sitesi benzeri her türlü adım karşısında eczacının örgütlü gücünün tepkisi çok ağır olacaktır."
Yine İstanbul Eczacı Odası’ nın 14.07.2010 tarihli, İLAÇ TAKİP SİSTEMİNDE YENİ DAYATMA!” başlıklı yazısından bir bölüm:
“…meslektaşlarımızın da bir dayanma sınırı vardır ve o sınırı aşanlar eczacının örgütlü gücünü karşılarında bulacaklardır.”
Çok sayıda benzeri örnekleri var...
***
Artık bu türden söylemlerin daha doğrusu tehditlerin bir anlamı olmadığını, dahası kimse tarafından ciddiye alınmayarak müstehzi bir ifadeyle okunduğunu düşünüyorum.
Ben de öyle okuyorum.
Hatta eczacı hareketine fazlasıyla zarar verdiğini, meslek örgütünün bütün ilgililerin gözünde saygınlığını ciddi ölçüde aşındırdığını, inanılırlığını tümden yitirdiğini söyleyebilirim.
***
Herkesin bildiğini kendimizden niye sakınalım…
Bugün, bu ülkede eczacılardan daha çok hak gaspına uğratılan bir başka meslek grubu var mı?
Hepimiz yaşıyoruz; rezalet durumdayız…
Rezalet!
Hele bugünlerde…
Rafta duran, parası verilmiş, vergisi ödenmiş ilaçlarımızı satamayıp, firmalardan etiket dileniyoruz.
***
Çok  basit bir benzetme yapalım mı?
İki boksör dövüşüyor…
Biri diğerini fena halde dövüyor. Öyle ki; dayak yiyenin ağzı burnu dağılmış, kaşları patlamış, yüzünün şişkinliğinden gözleri görünmez olmuş, ha düştü ha düşecek… Nefesi gitti gidecek…
O arada dayak yiyen boksörün belli belirsiz, kendisini döven boksörün kulağına “seni çok kötü döveceğim…” diye fısıldaması ne kadar inandırıcıdır?
***
Sizi ciddiye alırlar…
Ne zaman, biliyor musunuz?
Bilgi, birikim, donanım, kabiliyet ve bunlara dayalı öngörülerinizi gördükleri zaman.
Sloganlarla değil, bilgi, birikim, donanım ve akılla konuştuğunuz zaman.
İmbikten süzdürülmüş, akılcı önerileriniz olduğu zaman.
Sizi ciddiye alırlar…
Varsa, samimiyetinizi ortaya koyduğunuz zaman.
Sizi ciddiye alırlar…
Örgütlü gücünüzü “gerçekten” ortaya koyup, karşınızdakine diz çöktürünceye kadar devam ettiğinizde ve çöktürdüğünüzde.
Ama siz gerçekten ciddiye alınmak istiyor musunuz?
Böyle bir niyetiniz var mı?
Doğrusu  bundan emin değilim…
Çünkü; böyle bir ortamda bu dille konuşabiliyor olmayı inanın ben anlayamıyorum.
Ya ciddiye alınmak gibi bir niyetiniz yok, ya da bu potansiyali hakikaten taşımıyorsunuz.
***
Hani güzel bir halk sözümüz vardır ya, “yağmasan da gürle” diye…
O söz; bir, bilemedin iki sefer için geçerlidir.
Damla yağmur düşürmeyip ha bire gürlemeye çalışırsan, kimse tınmaz.
Haklı olarak…
***
Hatırlıyor musunuz; SGK sözleşmeyi fesh etmişti…
“Başım gözüm üzerine” diyeceğinize, gidip Danıştay’ a dava açtınız…
Danıştay’ da sözleşmenin devamına karar verdi…
Bu karar sonrası bir düğün alayları oluşturmadığınız kalmıştı.
Herkesin gözü önünde…
Hükümetin, ilaç sanayicilerinin, SGK’ nın…
Hatırladınız mı?
***
Artık biraz “söz” dinleyin…
Aklınızı başınıza toplayın…
Bakın ne haldeyiz…
Yazıktır!
 
 
!
14 Ocak 2010’ da aşağıdaki yazıyı yazdım diye neler söylemişler, yazmışlardı.
Üşenmezseniz buyurun okuyun ve yaşadıklarımızı düşünün.
Bir de örgütlü gücümüzü nasıl kendi elleriyle perişan ettiklerini hatırlayın:
 
Danıştay, Hükümeti ve SGK’yı Kurtardı
 
14 OCAK 2010
 
Hiç hesapta olmayan, beklenmedik bir durum ortaya çıktı.
 
Kararın zamanlaması çok ilginçti. Kıyametin kopmasına iki gün kala…
 
Danıştay kararı hükümeti kurtardı. Tam zamanında yetişti. Başbakan düzeyinde bize bu kadar yüklenilmesinin ardında ki gerçek, bizden çekinildiğidir.
 
Türkiye’ de bizden başka tek başına alanlara binlerce insan yığabilen, firesiz iş durdurabilen, halkın arasına bu kadar yayılmış, örgütüne bu kadar bağlı, onun her dediğini emir sayan başka bir meslek grubu var mı?
 
Üstelik bizim yaptığımız iş, insanların yaşayabilmesi için olmazsa olmaz…
 
Leblebi satmıyoruz…
 
***
 
Bunu biz biliyoruz da, bakanlar, bürokratlar bilmiyorlar mı?
 
Onlar, 16 Ocak gününden öyle çok korkuyorlardı ki; onun için bağırıp, çağırıp duruyorlardı.
 
Bakan’ ın “itiraz edeceğiz” demesine aldanmayalım, içten içe seviniyordur.
 
Başbakan ve SGK Başkanı’ nın söyledikleri bize yaramış, örgütlülüğümüz sıkılanmıştı.
 
Tam zamanıydı… Çok iyi bir ders verecektik.
 
Ülkenin haline bakın bir… Siyasi otorite, bu konjonktürde halkın ilaç alamamasını göze alabilir miydi?
 
Zaten, ilgili olan herkes Başbakan’ ın “ne yapın edin, ilaçta problem istemiyorum!” dediğini biliyor.
 
Eczacı tarafında 16 Ocak’ tan korkanlar eczacıya güvenmeyenlerdir.
 
***
 
Şimdi ne olacak?
 
Pratik açıdan- geçici de olsa- 4 Aralık öncesindeyiz…
 
Onca çaba, emek, eylem…
 
Tam da korktuğumuz fiili durum şu anda ortada ve zamana yayılmış durumda...
 
Herkes mutlu… Hükümet, ilaç sanayi, dağıtım kanalları… Hatta meslek örgütlerimizin yöneticileri… Herkes bir nefes aldı…
 
Ya biz?
 
Eczacı?..
 
Giderek artan sorunlarla eczanelerimizde bir başımızayız…
 
Gerçek bu değil mi?
 
4 Aralık’ ın temel nedenlerinden olan zararlarımız ödendi mi?
 
Diğer yandan, olay hukuki açıdan sürece yayıldı. Danıştay’ın verdiği karar ara karar. Süreç devam ediyor. TEB’ in olayı değerlendirdiği duyuruda kaygı satır aralarından seziliyor.
 
Şöyle deniyor:
 
“…Danıştay kararına itiraz ya da nihai kararın farklı olması sonucu, varolan Protokol’ün geçerliliğini yitirmesi veya Protokolsüzlük tehlikesi halen bir olasılık olarak gündemdedir…”
 
Yani, belirsizlik devam ediyor.
 
Bu her açıdan bizim aleyhimize…
 
Siz 24 bin kişinin örgütlülüğünü süreç bitinceye kadar en üst düzeyde tutmalısınız. Bu o kadar kolay mı?
 
Karşınızda her türlü olanağa sahip bir iktidar var. Bir gecede yasalar değiştirebilen bir iktidar.
 
Biz zaman kazanmadık. Onlar kazandı.
 
Örgütlülüğümüz tam tavan yapmışken “işi kırma” olanağını kaçırdık…
 
Başarmaya ilk defa bu kadar yaklaşmıştık…
 
Tek bir adım önümüzü açacaktı…
 
Olmadı…
 
Şimdi çok daha çetin bir dönem bizi bekliyor.
 
Çok daha zorlaştırılmış ve zorlaştırılacak…
 
Yine derin bir belirsizlik ortamına giriyoruz.
 
***
 
Bugünün duygusallığı, son derece subjektif değerlendirmeleri ve hissedişleriyle bu yazıyı yadırgayabilir hatta bana kızabilirsiniz.
 
Benim için temel ölçü şu: Gördüğünü ve gerçek bildiğini söyle…
 
Bu yazı arşivde kalacak.
 
Bir süre sonra konuşuruz.
 
Şimdilik, en azından karşı yakaya malzeme vermemek adına size bir önerim var; danıştayın kararını müjde olarak vermeyin ve almayın.
 
Herkes sizi izliyor. Eşeğini kaybedip bulduğunda sevineni hiç kimse ciddiye almaz. Yalnızca güler. Ya da acır…
 
 
 
 
İLETİŞİM
0533 218 16 80
Fax: 0216 574 72 69


Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat