Dr. Ecz. Neda TANER
KANSER HASTALARININ DİKKATİNE!
Kanser teşhisi alan hastaların çoğu, primer tedavi ya da adjuvan tedavi olarak kemoterapi alacaklardır. Bu yeni hasta grubu, ailelerinin-arkadaşlarının deneyimleri ya da medyada yansıtılma şekli nedeniyle kemoterapi hakkında belli bir algıya sahiptir; bu algı büyük oranda önyargılar ve korkulardan oluşur.
Hastaların en büyük kâbusu saç dökülmesidir; mide bulantısı-kusma, enfeksiyon kapma ve aşırı kilo kaybı hastaları tedirgin eden diğer yan etkilerdir. Kadınlar özellikle alopesiden korkarken, yaşlıların en çok korktuğu yan etki kilo kaybıdır.
Kemoterapi tedavisi, çoğunlukla ayakta tedavi ortamında uygulanır, buna bağlı olarak hastalar kemoterapinin yan etkileriyle genellikle evde yüzleşirler, yüzleşmenin ardından yan etkilerle başa çıkma ve çözüm arayışına girerler. İşte bu noktada, hastaların sağlık profesyonellerine danışmadan televizyon, sosyal medya, internet ya da tanıdık vasıtasıyla tercih ettikleri uygulamalar tedavinin ve hastalığın seyrini değiştirebileceği gibi ölümle dahi sonuçlanabilir.
Tamamlayıcı ve alternatif tıp (TAT), geleneksel tıbbın bir parçası olmayan; hastalanmayı önlemek, sağlığı iyileştirmek, hastalıkların nüksünü engellemek, hastalıkların semptomlarıyla başa çıkmak için başvurulan yöntemlerin tamamıdır.
Kanser hastaları genellikle, kanseri tedavi etmek, immün sistemi kuvvetlendirmek, fiziksel ve ruhsal iyilik halini artırmak, kanserin nüks etmesini engellemek gibi amaçlarla TAT uygulamalarına başvururlar; kemoterapinin ve kanserin komplikasyonları arttıkça, TAT uygulamalarına yönelim aynı oranda artmaktadır.
TAT uygulamalarının kanser hastalarında analjezik, antiemetik, antidepresan, yorgunluk kontrolü gibi bazı yararlı sonuçları da vardır ancak ürünler bu etkileri ortaya koyarken hepatotoksisiteye neden olabilir, karaciğer nakli ya da ölümle sonuçlanabilecek klinik tablolara yol açabilirler.
Pek çok hasta, ‘’doğal’’ olmasına güvenerek kullandıkları çayların ya da diğer TAT uygulamalarının toksik, alerjik hatta kanserojenik olabileceğine ihtimal dahi vermez, aldıkları kanser tedavileriyle etkileşime girerek tedavinin etkinliğini azaltabileceğini akıllarından bile geçirmezler. Üstelik veriler şöyle enteresan bir bilgiyi bizlere sunmaktadır; yüksek eğitim seviyesine sahip kadınlar TAT uygulamalarına daha çok başvurmaktadır…
Bu durum bize şunu göstermektedir; hastaların eğitim seviyesine bakılmaksızın toplumun her kesimi, Eczacılar ve doktorlar tarafından bu uygulamaların nelere mal olabileceğine dair bilgilendirilmelidir.
TAT uygulamaları kullanımı tüm kanser hastalarının yaklaşık yarısı tarafından tercih edilmektedir, özellikle meme kanseri hastaları TAT uygulamalarını tercih eden kanser hastalarının büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır.
Türkiye’de yapılan araştırmaların sonuçları, TAT uygulamalarını tercih eden hastaların yaklaşık %90’ının bitkisel karışımlar ve bitkisel çayları tercih ettiğini, bu hastaların da %89’unun ısırgan otu kullandığını raporlamıştır.
Kemoterapi gören kadınların %36’sı ve radyoterapi alan kadınların %30’u tedavileri sırasında en az bir antioksidan kullandıklarını belirtmişlerdir, en sık tüketilen antioksidan yeşil çaydır, bunu melatonin, C vitamini ve E vitamini takip eder.
Bitkisel ürünlerin pek çoğu, kanser tedavisinde kullanılan ilaçlarla etkileşime girerek, tedavinin etkinliğini ya da tedavinin toksisitesini artırabilecek özellikler taşır.
Asıl endişe kaynağı antioksidanlara yöneliktir çünkü antioksidanlar oksidatif stresi azaltarak etki gösterirken radyasyon tedavileri tümör hücrelerinde oksidasyonu indükleyerek etki gösterirler, bu durum antioksidanların radyoaktif tedavi mekanizmasına ters çalıştığı anlamına gelir.
Antrasiklin grubu kemoterapötikler (doksorubisin, dosetaksel, taxotere) ve platin bazlı kemoterapötikler de aynı etki mekanizması ile çalıştıklarından, beraberinde antioksidan kullanımına dair riskler bu ilaç grupları için de geçerlidir.
Taksan grubu kemoterapötikler ise reaktif oksijen türleri üreterek etki göstermedikleri için antioksidan kullanımı endişeye yol açmaz.
Dosetaksel ve paklitaksel, CYP izoformları 3A4, 3A5 ve 2C8 tarafından metabolize edilir, sayılan CYP enzimlerini etkilediği bilinen ekinezya, sarımsak, ginko biloba, greyfurt suyu, deve dikeni, St John's wort, meyan kökü, şeytan pençesi ve omega-3 yağ asitleri dosetaksel ve paklitaksel tedavisi alan hastalarda kullanılması uygun olmayan bitkisel ürünlerdir.
Antioksidan kapasitesinden istifade edilmek amacıyla kullanılan A, C, E vitaminleri, beta-karoten, selenyum, üzüm çekirdeği ekstresi ve koenzim Q-10 bu grup kemoterapötiklerle tedavi alan hastalarda kullanılmamalıdır.
Soya ve keten tohumu gibi östrojen içeriği zengin bitkisel ürünlerden, özellikle östrojen pozitif meme kanser hastalarının uzak durması gerekir. Üstelik adjuvan endokrin tedaviler alan meme kanseri hastalarında, antioksidan bakımından zengin çörek otu, nar ve zencefil gibi besinlerin etkileşime girebileceği varsayılmaktadır.
TAT uygulamalarının önemli bir kısmını oluşturan bitkisel ürünler, hastalar tarafından reçetesiz elde edilebilmekte ve kolaylıkla ulaşılabilmektedir.
Bu ürünlerin kanser tedavisinde kullanılan ilaçlarla etkileşimleri hafife alınmakta ve önemi yeterince anlaşılamamaktadır.
Özellikle kanser hastalarında, bir mikro besin eksikliği gibi, kullanımları için kanıtlanmış bir tıbbi endikasyon yoksa, ekstreler ve konsantreler şeklinde yüksek dozlarda takviyelerden kaçınılmalıdır. Endikasyon olsa dahi her durumda aşırı dozdan kaçınılmalıdır.
Doktorlar ve eczacılar riskleri ele almalı ve hasta kayıtlarında TAT takviyelerinin kullanımını belgelemeli ve ilaçlarla etkileşimleri kontrol etmelidir.
Dr. Ecz. Neda TANER
Kaynaklar: