Cumhuriyet Haber Müdürü Hakan Kara, Deniz Temiz Dergisi’nde yayınlanan söyleşisinde, "Bu gezegen ve üzerinde yaşayan milyonlarca canlı türünün kaderi bizim elimizde. Değişmek zorundayız. Eğer bu değişimi başaramazsak, bunun bedeli çok ağır olacak ve gelecek kuşaklar bizi affetmeyecek" dedi.

Deniz Temiz” dergisi son sayısında Cumhuriyet Haber Müdürü Hakan Kara ile yapılan röportaja 5 sayfa yer ayırdı. Deniz Temiz Dergisi’nde yayınlanan röportaj şöyle:

Türkiye’nin ilk çevre muhabirlerinden biri olan ve 30 yıldır gazetecilik yapan Cumhuriyet Gazetesi Haber Müdürü Hakan Kara ile çevre gazeteciliği, eğitimi, Türkiye’deki durumu konuştuk. İzmir’de gazeteciliğe çevre muhabiri olarak başlayan, İstanbul Üniversitesi’nde10 yıl boyunca internet gazeteciliği” ve “web tasarımı” konusunda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri veren Hakan Kara ile çevre gündemini konuştuk. Kara, deneyimlerini ve görüşlerini Deniz Temiz Dergisi ile paylaştı.

- Çevrecilik, bilgisayar teknolojileri pek birbiriyle bağdaşır konular gibi durmuyor...

Aslında ikisi arasında bir ilişki var. Kardeşim Boğaziçi’de bilgisayar mühendisliğinde okurken, “iyi bir programcı olmak istiyorum, ne okumamı önerirsin” diye bana sorduğunda, ona “ekoloji” ile ilgili kitaplar önerdim. “Ekolojinin kavramlarını öğren. Özellikle de sistem kavramını incele” dedim. Sonuçta bir bilgisayar programı oluştururken de bir “sistem” inşa ediyorsunuz. Kardeşim sonrasında Amerika’da master yaparken, hocaları da ona “ekoloji” okumasını önermiş. Dünyanın çevre açısından ilk felaket raporu olarak adlandırabileceğimiz The Club Of Rome’un ünlü “Dünyanın Tükenen Kaynakları” raporu da geleceğe yönelik bir bilgisayar simülasyonu oluşturularak ortaya çıkmıştır. Diğer yandan bugün internet hem çevre sorunları konusunda toplumsal bir bilinç yaratmak açısından büyük bir öneme sahip. Bugün çevreciler internet üzerinden örgütleniyorlar.

- İnternet konusuna tekrar döneceğiz. Fakat önce Türkiye’de çevre haberciliğinin dününü bugününü değerlendirebilir misiniz? 80’lerde çeve haberciliği nasıldı? Bugün hangi noktaya geldik?

80’ler Türkiye’de çevre hareketinin yükseldiği yıllardı. Çevre muhabirliği bu dönemde ortaya çıktı. Elbette öncesinde çevre haberleri yapan çevreye duyarlı gazeteciler vardı. Ama zamanının büyük bölümünü çevre konusuna ayırabilen, ağırlık konusu çevre olan gazeteciler yoktu. Toplumun da gazetelerin de konuya ilgisi azdı, çevreyle ilgili sivil toplum örgütleri bugünkü kadar güçülü değildi. O yıllar bir yandan Cumhuriyet Gazetesi’nin İzmir bürosunda çalışıyor diğer yandan Ege Üniversitesi’nde kitle iletişimi konusunda yüksek lisans yapıyordum. Tez konum “medya ve çevre”ydi. 80’lerde çevre hareketinin ağırlık merkezi İzmir’di. Şöyle bir rakam verirsem, çevre muhabirliği ile ilgili görüşlerim daha rahat anlaşılır sanırım: 1982 yılında Türkiye’de ulusal düzeyde yayın yapan gazetelerde bir yıl içinde yayınlanan çevre haberi sayısı toplam 89’du. Yedi yıl sonra 1989 yılında aynı gazetelerde bir yıl içinde yayınlanan çevre haberi sayısı 1000’e ulaşmıştı. Yaklaşık 11 katlık bir artış yaşanmış.

Aslında on yıllık bir gecikmeyle Avrupa’daki sürecin benzerini yaşadı Türkiye. Avrupa basınında 1960’ların sonundan itibaren çevre haberlerinde bir patlama yaşanmış. Ama Avrupa ile Türkiye arasında elbette yoğunluk ve derinlik açısından önemli farkla var. Oradaki çevre hareketlelri kurumsallaştı. Toplumdaki çevre bilinci ciddi bir yükseliş gösterdi.

80’lerde Cumhuriyet Gazetesi’nde Caretta carettalar konusunda 70’i aşkın haber ve röportajım yayınlandı. Menderes Deltası’ndaki tepeli pelikanları, Foça Siren kayalıklarındaki akdeniz foklarını, Burdur’un dik kuyruğunu yazdım. Kuş cennetlerini, sulak alanları, deniz, hava, toprak, su kirliliğini, erozyonu, kıyılardaki betonlaşmayı, ormanların yokoluşunu, çevreci hareketlerni, Aliağa termik santraline karşı gerçekleştirilen eylemleri, iklim değişikliğini, Ozon tabakasındaki incelmeyi yazdım... Yüzlerce haber... Toplam bir sayı şu anda ne yazık ki veremiyorum. Zamanım olduğunda tümünü toparlamayı düşünüyorum. Özellikle Aliaga Termik Santraline karşı İzmir’de düzenlenen “insan zinciri” eylemi onbinlerce insanın katıldığı bir eylemdi ve Türkiye’nin en büyük çevre eylemi olarak tarihe geçti.

- Çevre haberciliğine nasıl başladınız? Gazete mi size bu görevi verdi. Gazetecilerin bu alana yönelmesi nasıl oluyor?

Hayır. Bu daha çok kendi tercihimdi. Çevremde çevre haberciliği yapan gazetecilere baktığımda da bu alana kişisel ilgileri nedeniyle yöneldiklerini gördüm. Özel yaşamında da doğaya ilgi gösteren, doğa yürüyüşlerine katılan, dağcı, yelkenci, dalgıç olan insanlardı çoğu.

Çocukluğum Almanya’da geçti. Kara Ormanlar’da küçük bir köyde okudum ilkokulu. Kışları alplerde kayak kayardık. Ormanlarda gezerdik. Ormanları çok severdim. Ormanda arkadaşlarla bir ağaç ev yapmıştık. İlkokul dördüncü sınıftaydı. Hocam bana bir kitap verdi: Homeros’un Odysseia’sı... Elbette orijinali değil. Çocuklar için yazılmış, içinde çizimler olan 100-120 sayfalık bir kitaptı. Kitabı çok sevmiştim. Üstelik Homeros da benim gibi İzmirli’ydi. Çizgi romanlar dışında okuduğum ilk kitap buydu. İkinci kitapsa Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe’suydu okuduğum... İki yıl önce bir kızım oldu. Adı Ada... Ne diyebilirim ki. .. Yaşamınıza yıllar sonra yeniden baktığınızda, okuduğunuz kitapların, dinlediğiniz müziklerin ne denli derin bir etki yarattığını fark ediyorsunuz. En azından bende öyle oldu. Türkiye’ye döndükten sonra da deniz tutkusu başladı bende. Halikarnas Balıkçısı’nın kitaplarıyla ortaokulda tanıştım. Ders çalışmak yerine Sadun Boro ve eşi Oda’nın yelkenliyle yaptığı dünya turunu okurdum. Sonrasında dalgıçlık, yat kaptanlığı... Ege ve Akdeniz sahillerini hem karadan hem tekneyle epeyi gezdim diyebilirim.

Çevre konusu üniversite yıllarında ilgimi çekmeye başladı. O dönemde beni en çok etkileyen kitap Carl Sagan’ın “Kozmoz”uydu. The Club Of Rome’un “Dünyanın Tükenen Kaynakları” raporunu uzun uzun tartıştığımızı hatırlıyorum. Oysa bu rapor 72’de yayınlanmıştı. Biz ancak 80’lerde keşfedebilmiştik. Çevre, ekoloji, çevre haketi, yeşil hareketle ilgili kitaplar okuyorduk.

Gazeteciliğe başladıktan sonra yavaş yavaş çevre haberleri yapmaya başladım. Kıyıların betonlaşması, tarımsal alanların imara açılması, erozyon, deniz, hava, toprak, gürültü kirliliği haberleri... Almanya’daki çevre ve doğa dergilerini izliyordum. Üniversitelerin çevre bölümlerindeki hocalarla röportajlar yapıyordum. Sonra biyolojik çeşitlilik konusu gündeme geldi. Sırt çantası ve fotoğraf makinemle gezmeye başladım. Şanslı bir gazeteciyim. Çünkü haberlerim ses getiriyordu. Ve kimi konularda bazı sonuçlar da alınıyordu. Her gazeteci ilgilendiği, gündeme getirdiği sorunların çözüme ulaştığını görmek ister. Yazdığı haberlerin bir işe yaramasını ister. Bu gerçekten çok haz veren bir şey. O dönemde benim ilgilendiğim konularla ilgilenen pek çok gazeteci vardı. İyi kötü kimi adımlar da atıldı. Dalyan’daki otel inşaatından vazgeçildi. Özel Çevre Koruma Bölgeleri kuruldu. Carettalar, akdeniz foku, tepeli pelikanların yaşam alanları koruma altına alındı. Kuş cennetleri konusunda da koruma çalışmaları arttı. Aliağa termik santrali yapılmadı... Elbette bütün bunları başaran sivil toplum örgütleri, çevreciler, yeşiller, radikaller, çevreye duyarlı insanlardır. Ama az da olsa bizlerni yani gazetecilerin de bu çorbada tuzu var. Bu hoş bir duygu.

- Size göre genel olarak medya, toplumsal çevre bilinci oluşturmada, kamuoyu yaratmada etkili oluyor mu?

Medya elbette ki olumlu bir etki yaratıyor. Ama bu etkinin kimi zaman çok fazla abartıldığını düşünüyorum. 1950’lerden beri medyanın toplum üzerindeki etkisi üzerine araştırmalar yapılır. Yapılan araştırmalar medya insanlara belirli bir düşünceyi benimsetmek konusunda çok başarılı olmadığını ortaya koyuyor. Buna karşılık gündem oluştumak konusunda daha etkili olduğu anlaşıldı. Bu da önemli birşeydir.

Sonuç olarak bizler gazeteciyiz. İşimiz haber yapmak. Çevre haberleriyle ilgilendiğim dönemde yaptığım şey aslında gayet basitti. Çevrecilerin, sivil topum örgütlerinin, baskı gruplarının, bilimadamlarının görüşlerini aktarmak. Doğru insanlara doğru sorular sormak. Konuyla ilgili tüm tarafların görüşünü almak. Yandaş ya da karşıt. Burası çok önemli. Yaptığınız haberler tek taraflı olmayacak. Konu aslında bu kadar basit. Bunu yapabilmek için de elbette temel tezleri biliyor olmak gerekir. Biraz da inatçı olmak gerekiyor. İşin peşini bırakmayacaksınız. Ele aldığınız konunun takipçisi olacaksınız. Dalyan’daki carettalarla ilgili örnek vereyim. Carettalarla ilgili haberlerler yıllarca sürdü. İki yılı aşkın bir sürenin ardından burası Özel Çevre Koruma bölgesi ilan edildi. Ama haberler bitmedi. O aşamadan sonra da bölgedeki koruma önlemlerinin yeterli olup olmadığına ilişkin haberler yapılmaya başlandı. Toplumda çerve bilinci oluşturmak, insanların bu konuya ilgisini çekmek sadece haberle olmaz. Toplumda çevre bilincinin oluşmasında kimi zaman bir fotoğraf, karikatür, bir müzik, film, belgesel yaptığınız tüm haberlerden daha etkili olabiliyor.

Bana sorarsanız, Can Yücel’in “Yeşilmişik” şiiri, Yeni Türkü’nün (Derya Köroğlu’nun) aynı adlı şarkısı, Grup Bulutsuzluk Özlemi’nin “Acil Demokrasi” albümü, Bütlent Ortaçgil’in parçaları, Claude Nuridsany ve Marie Pérennou “Microcosmos” belgeseli, Luc Jacquet’in İmparator Penguenlerinin yaşamını anlattığı "İmparator’un Yolculuğu" belgeseli, Reis Seattle’in 1854’de Amerikan Başkanı’na yazdığı mektup, George Mille’in "Neşeli Ayaklar" çizgi filmi toplumda çevre bilincinin oluşmasında daha büyük bir etki yaratmıştır.

- Bugün Medyada çevre haberlerinin kullanımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Elimde gazetelerde son yıllarda yer alan çevre haberlerinin sayısal dökümüyle ilgili somut bir analiz yok. Fakat sizinle görüşmeden önce küçük bir çalışma yaptım. Ciddi bir haber arşivim var. Bu arşiv Anadolu Ajansı’nın 1997 yılından bu yana geçtiği tüm haberleri de kapsıyor.

Anadolu Ajansı, 1997-2012 yıllarında toplam 3 milyon haber geçmiş. Çalışmayı son on yılla sınırlandırdım. Haberler içinde “çevre” sözcüğünü aradım. İçinde çevre sözcüğü geçen haber sayısı 2002’de 5 binmiş. 2005 yılında 11.667’ye yükselmiş. Sonraki yıllarda bir azalma dikkat çekiyor. 2012’de yeniden yükselmeye başlamış.

Benzer şekilde “Sulak Alan”, “Deniz Kirliliği”, “Hava Kirliliği”, “Caretta” gibi sözcüklerin geçtiği haberlerin sayılarını da çıkardım. Onlarda da aynı eğilimi görüyor. 2005 yılından sonra çevreyle ilgili haber sayılarında belirgin bir azalma var. 2012 yılındaysa hafif bir yükselme gözleniyor. Sadece içinde “İklim değişikliği” geçen haberlerde durum biraz farklı. Bu haberler 2009 yılında en üst seviyeye ulaşılmış. 712 haber. 2011’de 195’e gerilemiş, 2012’de 233’e yükselmiş.

İNTERNETTE ÇEVRE YOK

Bugün kağıda basılı gazetelerden çok “İnternet Medyası”nı önemsiyorum. Çünkü gazeteler gelecekte dijital hale gelecek. Yani kağıda basılı gazetenin günleri sayılı. Türkiye’de ulusal düzeyde yayın yapan 31 gazete var. Tümünün de web sayfası var. Ulusal yayın yapan gazetelerin web sayfalarına baktım. Ne yazık ki sadece iki gazetenin web sayfasında “Çevre” diye bir kategori var. Bunlardan biri Cumhuriyet. 29 Gazetenin Internet sitetesinde “Çevre” diye bir kategori yok. Emlak, Magazin, Moda, Kişisel Bakım, Tatil, Astroloji, Cinsel yaşam var, Çevre yok. Elbette diğerleri de olsun, ama çevre niye yok. Bu gerçekten üzücü.

- Üniversitede uzun süre ders verdiniz. Sizce üniversite öğrencilerinin çevre sorunlarına yaklaşımı nasıl?

İstanbul Üniversitesi’nde “İnternet Gazeteciliği” ve “Web Tasarımı” üzerine on yıl boyunca verdiğim derslerde çevre konusu her dönem mutlaka gündeme gelirdi. Çevre konusuna bir ilgi, duyarlılık var. İklim değişikliği konusunu biliyorlar. Carettaları, Akdeniz Fokunu duymuşlar.

Bir dönem, çevre tartışılırken, öğrencilerden biri Reis Seattle’nin mektubundan söz etti. Hemen internetten bulup birlikte okuduk. Böylece bir gazeteci “internette nasıl arama yapar. Arama motorları nedir” konusunu da işlemiş olduk. Reis Seattle’nin Amerikan başkanına yazdığı mektuptaki sözler epeyi tartışma konusu oldu: “Dünyadaki herşey, biribirine bağlıdır Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır. Hayvanlar, ağaçlar, insanlar, hepsi aynı nefesi, aynı havayı paylaşır. Dünya insanlara ait değildir. İnsanlar dünyaya aittir.” 1854’te yazılmış bu mektubun gençler arasında hala ilgili görmesi ilginçti.

Geçenlerde bir haber dikkatim içekti. İngiltere’de 1966’da 210 milyon kuş sayılmış. 2012’de sayı 166 milyona düşmüş. 44 milyonluk bir azalma var. Korkunç bir şey. Türkiye’de durum ne bilmiyorum. Sonra moda terimiyle “Monitoring” denilen bir şey var. Kuşlardan örnek verdim oradan sürdüreyim. Kuşları, sulak alanlar, önemli doğal alanlar sistematik olarak sürekli izlemek durumdasınız. Almanya’da 2009 yılında Doğa Koruma Kurumu’na bağlı 5 bin kişi sayım yapmış. Kamu görevlisi olarak. Üstelik bu 5 bin kişi, bu işi gönüllü olarak yapmış. Yani para almıyorlar. Eğitiliyorlar sonra yıl boyunca belli dönemlerde grörevli olarak, sistematik biçimde belli yerlerde kuş sayımı yapıyorlar. Sonuçları internet üzerinden kuruma aktarıyorlar. 2009’da belirlenmiş 3500 noktada sayım yapılmış. Sonrasında toplanan veriler doküman haline getirliyor ve veriler kamuoyuyla paylaşılıyor. Söz konusu kamu kuruluşu her yıl kuşlarla ilgili bir rapor yayınlıyor. Eldeki verileri kamouyoyla paylaşmak çok önemli. Türkiye’de kuşların sayımı ile Doğa Dernegi gibi çalışmalar yapan kurum ve kişiler var. Ama desteğe ihtiyaç var. Önceki yıl bir anket yaptılar yine Almanya’da 12-16 yaş grubundaki öğrencilere 12 kuş fotoğrafı göstermişler. Öğrenciler ortalamada sadece 4’ünün adını bilmiş. Bu olay oldu Almanya’da. Çocuklarımızı çevre konusunda eğitmemiz lazım demeye başladılar.

Peki biz Türkiye’de öğrencileri çevre konusunda eğitmek için ne yapıyoruz? Onların çevre konusunda daha etkin olabilmeleri için hangi mekanizmaları kurduk? Sahip olduğumuz zenginlikleri onlara ne ölçüde anlatabiliyoruz?

Geçen zaman içinde excell’i öğrendik. Şimdi sıra veritabanlarında. Türkiye doğasıyla ilgili ciddi bir veri tabanları oluşturmak zorundayız. Gerçi yapılmıyor değil. Ama yeterli değil. Ayrıca Coğrafi Bilgi Sistemleri oluşturulmalı. Neyin nerede olduğunu görebilmeliyiz. Bu bilgiler, sayısal veriler yurttaşlarla paylaşılmalı. İnternet çağının hala yeterince kavranmadığını görüyorum.

Kollektif çalışmalar yapılmalı. İki üç uzmanın bu işin altından kalkması mümkün değil. Konuya meraklı insanların desteğini sağlamak gerek. Bu çalışmalarda “internet” etkin bir şekilde kullanılmalı. İşte Almanya örneği karşımızda. Yeniden keşfetmeye gerek yok. Ayrıca Türkiye’de de ilginç çalışmalar yok değil. Örneğin Türkiye Arkeolojk Yerleşmeleri Projesi (Tay Projesi: http://tayproject.org/ ). Burada Türkiye’nin arkeolojik envanteri çıkarılıyor. Sorunlar saptanıyor. Bu projenin web sayfasına bağlanan insanlar da katkı sağlayabiliyorlar.

- İnternette, özellikle sosyal medyada çevre sorunları sık sık gündeme geliyor ve insanlar çeşitli çevresel sorunlara karşı duyarlı olmaya, harekete geçmeye davet ediliyor. Zaman zaman çeşitli kampanyalar düzenleniyor, resmi kurumlara çağrıda bulunuluyor. Sizce sosyal medyadaki çevre duyarlılığı etkili mi? Etkisi artırılabilir mi?

Sosyal medya çok önemli. Çevre duyarlılığının artırılmasında da etkili. Çevreyle ilgili sivil toplum örgütleri açısından sosyal medya pek çok avantaj sağlayabilir. Ama bunu nasıl kullandığınız da çok önemli. Türkiye’de biliyorsunuz 31 milyon Facebook kullanıcısı var. Avrupa’da birinci sıradayız. İngliltere, Fransa ve Almanya’nın önündeyiz. Dünyada da sanırım 6. sırada. Yani sosyal olmayı seviyoruz. Twitter’da da iyiyiz 7 milyon kullanıcı. Peki Wikipedia’da ne durumdayız? Wikipedia biliyorsunuz bir dünya ansiklopedisi. Pek çok dilde var. Türkçe’de de. Son istatistiklere bakalım: İngilizce madde sayısı 4 milyon, Almanca 1.5 milyon, Fransıza 1.3 milyon, İtalyanca 1 milyon, Türkçe 210 bin. Sohbette iyiyiz, sosyaliz, ama iş bilgiye gelince tekliyoruz.

Bugün sivil toplum örgütleri açısından internet yaşamsal bir öneme sahip. Çevre ilgilenen sivil toplum örgütlerinini internet olmaksızın düşünemiyorum bile. Eminim ki, her sivil toplum örgütüne destek verecek yüzlerce, binlerce insan var. Sorun şu: İnsanların size destek verebilmeleri için uygun yapıyı oluşturdunuz mu? İşin sırrı burada. İnternetin sağlayabileceği olanakları ne yazık ki yeterince kullanamıyoruz.

- Türkiye’de özellikle büyük şirketlerin, holdinglerin kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetleri çerçevesinde çeşitli çevre projeleri gündeme geliyor. Bu projeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok olumlu buluyorum. Bu çabaların şirketlerin kamoyundaki imajını da çok olumlu etkilediğini düşünüyorum. Şirketlerin bu konuya daha çok yönelmelerini, özellikle de sivil toplum örgütlerini desteklemelerini öneriyorum.


- Sivil toplum kuruluşlarının çevre konusundaki performansları sizce nasıl? Bu bağlamda TURMEPA’nın çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?

1980’lerden bugüne baktığımda çevre ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının sayısının epeyice arttığını görüyorum. Son olarak bana söylendiğine göre Türkiye’de çevreyle ilgili sivil topuml örgütü sayısı 160’a ulaşmış. Ama bu sayı içinde sanırım şubeler de var. Bence bu çok olumlu bir gelişme.
Turmepa denizlerin korunması, Türkiye’de bu konunun kamuoyu gündemine taşınması konusunda neredeyse 20 yıldır çok önemli bir işlev yerine getiriyor. Sınırsız mavi eğitimleri, gençler için açılan kamplar, kıyı temizliği kampanyaları, sıvı ve katı atık tekneleri, Saros’un koruma altına alınması konusundaki çabalar... Öğrenciler için dijital el kitapları hazırlamak bence çok iyi bir fikirdi. O kitapların neredeyse tümüne bakmıştım. Bilgisayara da kaydettim. Biraz daha büyüyüğünce kızıma okuturum diye. Eğitim çok önemli. Ayrıca Turmepa’nın web sayfasını da beğeniyorum. Doğa Derneği, Greenpeace, Tema, Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Buğday Derneği gibi sivil toplum örgütleri de güzel işler yapıyorlar. Daha pek çok iş yapılabilir. Çevre ile ilgili kimi önemli önemli kitapların yazarlarına telifleri ödenip bunlar hem dijital kitap olarak internete konabilir. Hem de veri tabanı mantığıyla şekillendirilip web sitesi biçimine dönüştürülebilir. İnternette çevre konusunda Türkçe kaynaklarda ciddi eksik var. Çocuklar için kuşlar, memeliler, ağaçlar, çiçeklerle ilgili dijital boyama kitapları da hazılanabilir. Çeşitli kart oyunları oluşturulabilir. Değişik konularda bilimsel araştırmalar teşvik edilir, hazırlanan raporlar internette yayınlanabilir. Organik tarım yapan çiftliklerde de yaz kampı düzenlenebilir.

- Sizce denizlerimizi temizlemede başarılı mıyız? Denizlerimizden yeteri ölçüde yararlanabiliyor muyuz?

Öncelikle kirletmemek gerekiyor. Turmepa’nın web sayfasında deniz kirkliliği konusunda istatistikler var. Belediyelerde, özel kuruluşlarda arıtma tesisleri konusundaki çalışmalara hız vermek lazım. Türkiye’de yıllık 2 milyar metreküp suyun kabaca dörtte biri arıtılmadan akarsulara, denizlere bırakılıyor. Bu kirliliği baştan engellemek gerek. Yoksa temizlemek gerçekten çok zor.

Kıyıların betonlaşması sürüyor. Tarım ilaçları da akarsu ve denizlere karışıyor. Diğer yandan “sürdürülebilir bir balıkçılık” yapmak gerekiyor. Balıkçılıkla geçimini sağlayan insanlara bu konuyu anlatmak gerek. Balık stokları ciddi bir hasar görürse kendini bir daha toparlayamaz. Bugün balıkçılıkla geçimini sağlayanlar da işsiz kalır. Diğer yandan Akdeniz’de 513 balık türünün yaşadığı ve bunun neredeyse yarısının tehdit altında olduğu söyleniyor. Ayrıca izlemek gerekiyor. Türkiye’de deniz kirliliği ölçüm istasyonu sayısı 208’di. Bu sayıyı arttırmak, yapılan ölçüm sonuçlarını yurttaşlarla paylaşmak gerek.

Türkiye üç yanı denizlerle çevrili bir ülke. Ama deniz kültürünün pek yaygınlaştığını söyleyemem.

- Son olarak eklemek istedikleriniz…

Bu gezegenin ve üzerinde yaşayan milyonlarca canlı türünün kaderi bizim elimizde. Dünyadaki en güçlü canlıyız. Ama güç aynı zamanda sorumluluk gerektirir. Değişmek zorundayız. Ya biz değişeceğiz ya da dünyanın iklimi değişecek. Eğer bu değişimi başaramazsak bunun bedeli çok ağır olacak ve gelecek kuşaklar bizi affetmeyecek.



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat