MİTİNGE DAVET
KAZDAĞLARI VE MADRA DAĞINDA
ALTIN’A HAYIR
5 NİSAN CUMARTESİ - SAAT 13.00
ÇANAKKALE - CUMHURİYET MEYDANI
VATAN SAVUNMASININ SEMBOLÜ AZİZ ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİN HEMEN YANIBAŞINDA, ‘’ÇOK ULUSLU ALTIN VE GÜMÜŞ TEKELLERİ İLE YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİNE KARŞI HAYATIMIZI VE VATANIMIZI SAVUNACAĞIMIZI’’ HAYKIRMAK İÇİN,
KAZDAĞLARINDA – MADRA DAĞINDA, BİGA YARIMADASI VE EDREMİT KÖRFEZİ İLE BİRLİKTE TÜM GÜZEL YURDUMUZDA; ‘’HAYAT-ALTIN’DAN DAHA DEĞERLİDİR’’ DEMEK İÇİN,
BUGÜNE KADAR PLANLANAN EN BÜYÜK ÇEVRESEL YIKIM PROJESİ OLAN ‘’5177 SAYILI EMPERYALİST MADEN YASASI DEĞİŞTİRİLSİN’’ DEMEK İÇİN,
‘’KAZDAĞLARI VE MADRA DAĞININ ÜSTÜ- ALTIN’DAN DAHA DEĞERLİDİR’’ DEMEK İÇİN,
‘’KAZDAĞLARININ BİN PINARI GÖZYAŞLARI OLMAYACAKTIR’’ DİYE HAYKIRMAK İÇİN,
DEV CEHENNEM ÇUKURLARI-DEV ATIK BARAJLARI, YANİ ‘’MADEN ÇÖPLÜKLERİ’’ İSTEMİYORUZ. YENİ ‘’BALYA’’LARA İZİN VERMEYECEĞİZ DEMEK İÇİN,
HAYATIMIZ VE VATANIMIZI SAVUNMAK İÇİN,
5 NİSAN’DA ÇANAKKALE’YE - CUMHURİYET MEYDANINA BEKLİYORUZ
HAYDİ, TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK ÇEVRE MİTİNGİNE!
HAYDİ, KOL – KOLA, OMUZ – OMUZA DAYANIŞMAYA!
HAYDİ, ÇANAKKALE’YE!...
KAZDAĞLARI VE MADRA DAĞI ÇEVRE PLATFORMU YÜRÜTME KURULU
Kazdağları'nın Feryadı |
Bu bir cinayettirKazdağlarında altın madeni bulunmasına bağlı olarak bundan sonra gelişecek süreçte altın madeni ile ilgili bir işletmenin gündeme gelmesi çevre duyarlılarının şimdiden yoğun tepkisine yol açtı. Kamuoyunun haberdar olduğu Ayvacık Kısacık’taki altın madeniyle ilgili gelinen son noktaya Troya- İda Platformu Başkanı Muzaffer Bayraktar ve Çevre Gönülleri Derneği Başkanı Deniz Karaduman dan tepki geldi. Bayraktar ve Karaduman yaşanan bu gelişmelerin Kaz Dağları için bir cinayet olduğunu vurguladılar.
Troya- İda Platformu Başkanı Muzaffer Bayraktar Kaz dağlarının sözde ekonomik çıkarlar nedeniyle yok edileceğini vurguladı. Muzaffer Bayraktar bu doğa harikasının bir daha geri gelmeyeceğini belirterek; “2004 yılında Maden Kanunu değiştirilerek çıkarıldı. Bu kanun koruma alanları, milli parklar, sitler, orman alanlarında maden varsa bunları çıkarmak için çıkarılmış çok kötü bir yasa. Burada en önemli özelliklerden bir tanesi ÇED raporları denetim dışı yatırım yapan şirketler tarafından kendi istekleri doğrultusunda yapılıyor. Kaz Dağları ile ilgili 2001 yılından beri Maden Teknik Arama Enstitüsü tarafından araştırmalar yapılıyor. Burası için 2004 yılında bir deklarasyon yayınlandı. Buradaki maden yatakları ile ilgili harita çıkarıldı. Halbuki Kaz Dağları büyük bir mirası barındırıyor. Bu bakımdan Kaz Dağları zengin arkeolojik bir değere sahiptir.. Kazdağında altın çıkarma işlemine bağlı olarak gündeme gelecek bir işletme Kazdağlarının bütün değerlerine zarar verecek bir gelişmedir.Bunun sonucu çok ağır olur. Bu tamamen bir cinayettir.. Kazdağlarında gerçekleşecek doğa tahribatı eko sisteme de zarar verecek olup, giderilmesi imkansız sonuçlar doğuracaktır. Bölgemizde iklimin bile değişeceği dengesizliklere yol açacaktır. Bunlar yasa dinlemiyorlar. Altını siyanürle işleyecekler ve siyanür insanları zehirleyecek. Dünyada siyanürle altın işleyicilerini en ilkel Afrika ülkeleri bile ülkelerinden kovdu. Biz ise tam tersini yapıp bütün değerlerimizi teslim ediyoruz. Kaz Dağlarına gerçekten yazık olacak. Yerel yönetimler bu konuda duyarlı olmazsa Kaz Dağları 4 yılda yok olup gidecek. Sonuç olarak yerele yönetimlere ve devletimize büyük görev düşüyor. Kaz Dağlarına sahip çıksınlar. Bizler bu değerlerin yok olmaması için her türlü mücadeleye hazırız..” diye konuştu. “Ekolojik dengemizi bozmasınlar” Çanakkale Çevre Gönülleri Derneği Başkanı Avukat Deniz Karaduman ise bazı kişiler tarafından ekolojik dengenin bozulmak istendiğinin altını çizerek; “Bazıları bu çalışmaların hep ekonomik yönüne bakıyor. Ancak bu ekonomik yönden daha önemli bir konudur. Kaz Dağları bizim en önemli mirasımızdır. Bunun ekonomik değeri ne olursa olsun bizler bu dengenin bozulmasına her zaman karşı çıkacağız. Bizler yeşil doğasıyla Kaz Dağlarımızı istiyoruz. Siyanürle hiçbir canlının öldürülmesini istemiyoruz ve bu işin sonuna kadar arkasında durarak takipçisi olacağız.”dedi. Troya -İda Platformuwww.kazdaglari.org Av. İskender Azatoğlu'nun konuşmasıSaygıdeğer Konuklar, sevgili Komşularım, Konumuz olan altın, bir madeni tanımladığı gibi, aynı zamanda önemli bir "değer ölçüsü"dür. Günümüzdeki her şeyin değeri "altın" ile ölçülmektedir. "Altın", yaşamımızdaki diğer değerli maddelerin de adıdır. Örneğin, petrol "karaaltın", zeytinyağı "yeşilaltın"dır. İnsanlar farkında olmadan, neredeyse "altın" ile yatar, "altın" ile kalkarlar. Devletlerin zenginliği, sahip oldukları "altın" rezerviyle orantılıdır. Yani "altın", ülkeler için "stratejik" bir maddedir ve bu gerçek binlerce yıldan beri aynıdır. Bu nedenle devletler "altın"a sahip olabilmek için başka ülkeleri yağmalamış, topraklarını işgal etmiştir. "Altın" adı sihirli, gizemli bir sözcüktür ve bu konuda kötü şöhreti vardır. Bulunduğu yerde dostlukları düşmanlığa, sevgiyi nefrete dönüştürür, insanları kötü yola düşürür, çılgınlığa iter. Tarihte görülen en büyük boğazlaşmalar, kıyımlar hep "altın" nedeniyle olmuştur. Yaklaşık 200 yıl önce Kuzey Amerika'nın batısında "altın var" haberi duyulduğunda, tüm dünyanın macera severleri, hırsızları, katilleri buraya akmış, olağanüstü bir göç dalgası yaşanmıştır. Sonucunda yerli halk olan "Kızılderililer" kıyıma uğramış, toprakları ellerinden alınmıştır. Bu örnek çeşitli zamanlarda ve ülkelerde tekrarlanmış, sonucunda Latin Amerika, Afrika, Asya ve Avustralya kıtaları yağmalanmıştır. Altın, gümüş ve elmas ülkeleri olan toprakların yerli halkları ise, bu zenginlikten nasibini alamamıştır. Üstelik daha da fakirleşmiş, hastalık, açlık, kuraklık gibi belalarla başbaşa kalmışlardır. Değerli konuklar, Bugün tartıştığımız konu, çizilen manzaraya benzemektedir. Kazdağı ve çevresinde alınmış olan bu denli çok ruhsat, "altına hucum" olayına benzemektedir. Bunun sonucunda meydana gelecek sosyal ve ekonomik patlamalarla, yerli halkın bölgede üstünlüğü kaybetme riski vardır. "Altın"ın çok önemli bir özelliği vardır. "Altın", bulunduğu yerden çıkarılmayı ister ve bekler. Onun kaderi "bulunmak" ve "ne olursa olsun" çıkarılmaktır. Bunun nedeni "insanoğlu"nun karakteridir aslında. İnsan, "altın"ın varlığını öğrendiği andan itibaren tüm riskleri, uğraşları göze alarak, hırsla onu çıkarmaya, elde etmeye çalışır. Bu aşamada onu durdurabilecek güç neredeyse yoktur. Uğruna katil olur, hapse girer, ancak yine bildiğinden şaşmaz. Bu özellik "altın"ı tehlikeli bir madde haline getirmektedir. Günümüzün güçlü firmaları da Kazdağı/İda'daki "altın"ın varlığını öğrenmiştir. Altına odaklanmış, gözleri kamaşmıştır. Bu nedenle doğa, çevre, insan sağlığı, tarihsel ve kültürel değerler onlar için artık yoktur. Bu konuda tek gerçek vardır, ne yapılacak edilecek ve bu "altın" alınacaktır. Ne yapılmalıdır sorusunu cevaplamayı, çözümler üretmeyi arkadaşlarıma bırakarak, olayın bölgemizdeki tarihsel yönünü irdelemek istiyorum izin verirseniz. Kazdağı/İda, zengin yeraltı ve yerüstü kaynakları nedeniyle, binlerce yıldan beri yoğun yerleşime sahne olmuştur. Kazdağı/İda dendiğinde Troas, yani Biga Yarımadası anlaşılmalıdır. Biga Yarımadası ise, Kapıdağ-Erdek-Gönen'den Edremit'e çekilecek bir hattın batısında kalan topraklardır. Antik yazarlar Kazdağı/İda'yı bir Ahtapot'a ya da Kırkayak'a benzetmişler, bu sınırlar içindeki dağları, tepeleri de onun uzantısı kabul ederek, İda olarak adlandırmışlardır. Bu tanımlama ve sınırlar, günümüz için de geçerlidir. Zengin bitki ve hayvan varlığı, suları, temiz doğası, yerleşmeye uygun toprakları, ticaret yolları üzerinde oluşu, jeopolitik önemdeki konumu, Kazdağı/İda'yı "stratejik bölge" yapmaktadır. Üstüne üstlük, yeraltı zenginlikleri bu değerinin kat kat artmasına neden olmaktadır. "Altın" ve "gümüş"ün, yaklaşık 5 bin yıldan beri bölgemizde elde edildiği arkeolojik verilerden bellidir. Bunlarla yapılmış takılar, fetişler Çanakkale Arkeoloji Müzesi'nde görülebilir. Troya'dan kaçırılan ve günümüzde Rusya'daki Puşkin Müzesi'nde sergilenen ünlü "Troya Hazinesi" ise, yaklaşık 4500 yıl öncesine tarihlenmektedir. Girit Adası'nın da zengin "altın ve "gümüş" yataklarına sahip olduğunu mitolojik öyküler, antik yazarlar anlatmaktadır. Ancak, 3500 yıl önce meydana gelen sosyal çalkantılar nedeniyle, ticari ve kültürel yaşam bozulmuş, dolayısıyla madencilik üretimi de sona ermiştir. Yine mitolojik öyküler bu dönemde "Teukro" adlı bir liderin, "Teukriler" olarak adlandırılan halkını alarak Kuzey Ege kıyılarına geldiğini ve burada yerleşerek madenciliğe başladığını anlatır. Bu göçmenler yerli halkla kaynaşmış, zengin ve güçlü "Troya" devletinin temelini atmışlardır. Bu öyküler, Akdeniz Çukurunda daima göçlerin yaşandığını ve bu alanda yaşayan halkların benzerliğinin nedenlerini bize anlatmaktadır. Bölgemizi anlatan en eski "yazılı" eser sayılan Homer'in İliada'sı, İda yöresindeki "altın ve gümüş" ülkelerinin adlarını verir. Daha sonra gelen antik yazarlar da bunlardan ve İda'nın zenginliklerinden bahseder. Örneğin, Kazdağı/İda önemli bir "gemi kerestesi" ve "katran" ihraç bölgesidir. Aynı zamanda, tüm Adramytteion (Edremit) Körfezi'nin gemi tersaneleri ile dolu olduğu ve bunların Osmanlı donanmasına dahi hizmet verdiği bilinmektedir. Altın, gümüş, kurşun ve demir ise, tarihin her çağında elde edilmiş ve günümüzde bu işkolu halen çalışmaktadır. Bu arada, "demir" deyip geçmemek gerekir Sevgili Konuklar. Günümüzde sadece "inşaat" adıyla birlikte anılan bu demir, 3 bin yıl önce paha biçilmez bir değere sahipti. Yeni bulunmuştu ve bu madenden yapılan silahlar nedeniyle orduların güç dengesi bozuluyordu. Eski eserleri yorumlayan günümüzün ulusal ve uluslararası sanayicileri/tüccarları, bu yazıları izleyerek aynı noktalarda bu madenleri çıkarmış, çıkarmakta ya da toplantımıza neden olduğu üzere, yeni yöntemlerle çıkarmaya hazırlanmaktadırlar. Bölgemizle ilgili yoğun bilgi aldığımız bu yazarlardan hemşehrimiz Amasyalı Strabon, bu yatakların artık kuruduğunu yazmaktadır. Ancak, günümüz teknolojisi bu durumu değiştirmiş, yerin binlerce metre derinlerine inme olanağı sağlamıştır. Amasyalı Strabon'un verdiği bilgilere bakalım biraz da (MÖ.64-63/MS.21, Amasya). "Geografika/Coğrafya" adlı eserinde yazdığına göre; Çanakkale yakınlarındaki Astyra'da (Ilıca) "altın" çıkarılmıştır. Balya yakınlarındaki "Argyra/Argiza"da "gümüş" elde edilmiştir. Ayrıca, pek çok yerin adı "altın ve gümüş ülkesi" olarak anılmaktadır. Günümüzde, aynı bölgelerde "altın" ve "gümüş" elde edildiği, Çanakkale'deki madenin, geleneksel yöntemlerle halen çalıştığı ve maden alanında Strabon'un bahsettiği işletme izlerinin bulunduğu; Balya'daki "simlikurşun" madeninin ise "çevre felaketi" yaratıldıktan sonra kapandığı bilinmektedir. Özetle, Kazdağı/İda yöresindeki antikçağ adları bizlere "altın ve gümüş"ün yayılım alanını, yani damarını göstermektedir. Bizler bunları önemsemezken, şirketler "kutsal kitap" gibi onları ezberlemekte, derslerini çalışmaktadırlar. Adı "Astyra" olan eski yerleşimler (Çanakkale ve Güre beldesinde) muhtemel "altın" yatakları üzerinde olmalıdırlar. "Astyra" Çoban Yıldızı'nı, yani Afrodite/Venüs'ü simgeler ve bu tanrıçanın unvanı "Altın Afrodite"dir. Bu nedenle tüm ılıcaların adı "Afrodit" kaplıcasıdır. Bu ılıcalar; Balya Dağılıcası, Küçükkuyu Afrodit ve Güre Afrodit ılıcası, Havran Bostancı (Büyükdere yakınında), Bergama Asklepion ve Dikili ılıcaları "fay hatları" üzerindedir. Bu tanımlama ise, "depremi" olduğu kadar, jeotermal ve kıymetli madenleri işaret eder. "Astyra"nın "altın"ı işaret etmesi gibi, Havran, yani Aurelian adı da "aurum=altın" anlamındadır ve Büyükdere'deki "altın" kaynakları bunu kanıtlamaktadır. Balya, yani "Argyra/Argiza" ise, "argentum=gümüş" anlamındadır ve "simlikurşun" yatakları bunu doğrulamaktadır. Öyleyse Homer'in "altın ve gümüş ülkeleri" dediği bölgeler bunlardır ve bu bilgi "gizli" değildir. Sadece bu bilgiden yararlanma niyeti önemlidir ve bizlerdeki eksiklik de budur. Çanakkale üzerinden tüm Troas'a, yani Biga Yarımadasına yayılan bu değerli maden alanı, Güney'e uzanmaktadır. Havran Büyükdere üzerinden (buradaki altın madeni çalışmaları faaldir), Madra Dağı'na geçmekte, Bergama Ovacık'dan (altın madenine karşı ilk duruş burada yapılmıştır), İzmir Efem Çukuru'na ve bir kol da Uşak Eşme yönüne uzanmaktadır (ünlü Krezüs/Karun'un "altın ülkesi" Lydia'ya doğru). Şimdi tüm bu bölgelerden çığlıklar yükselmektedir. Bu bölgelerin yerli halkları can havline/derdine düşmüştür. Bunda haklı olduğunu yaşanan olaylar kanıtladığından, direnmeye ve yaşam alanını, toprağını kurtarmaya çabalamaktadır. Buna karşın, uygun ortamı yakalayan, gözünü "altın ve gümüş tozu" bürümüş uluslararası şirketlerin yürekleri katı, kulakları tıkalıdır. Mücadelenin zorlu geçeceği ise, bu tutumlarından bellidir. Sevgili Konuklar, Komşularım, biraz da "hukukçu" kimliğimle konuşacağım şimdi. Toplumların gelişmesi için her değerin, maddenin eldesi ve işlenmesi zorunludur. Özetle, yaşamın sürmesi için toprak ekilecek, madenler çıkarılacaktır. Önemli olan bu işlemler arasında "ortak noktalar" bulmak ve yaşam alanlarını bozmamaktır. "Üretim" ve "tüketim" olgusu arasında böyle bir denge kurulamaz ise, "dünya" diye bir varlığın ortada kalmayacağı da artık bilinmektedir. Son zamanların gözde sözcüklerinden olan, "sürdürülebilir" üretim ve tüketim bunu ifade eder. Bu dünyayı samimi duygularla, gerçekten torunlarımıza bırakmak istiyorsak, "bindiğimiz dalı" kesmemeliyiz. Günümüzün koşulları nedeniyle bunu anlamak istemeyenlere de, bir "yasal" yolunu bularak engel olunmalıdır. Bu gerçek salt bizim değil, tüm dünya ülkelerinin anayasalarında "yaşamsal bir hak"dır. Öyleyse, akıllı toplumların yaptığı gibi, akılcı çözümler üretilmeli ve bu "yaşamsal haklar" kullanılmalıdır. Bu sözlerin altında yatan bir başka gerçek ise şudur. Mücadele bir yandan Kazdağı/İda ekosistemi için verilmekle birlikte, ana hedef "maden yasası"nın iptali olmalıdır. Çünkü, bu yasadan yararlanan şirketlerin hedefi büyüktür ve tüm Türkiye'yi "şantiye" olarak görmektedirler. Türkiye'nin herhangi bir yerinde "siyanür liçi" yöntemiyle maden elde edilmesinin yasal dayanağı oluştuğunda bu "temel" sayılacak ve her bölge için emsal/örnek teşkil edecektir. Bu gerçek nedeniyle, Kazdağı/İda'nın korunması yanında, maden yasasının iptali için gerekli çalışmaların başlatılması ve eşzamanlı yürütülmesi zorunluluk olmaktadır. Seneler öncesi Ovacık ile Büyükdere krizleri patladığında, Cumhuriyet Gazetesi'ne verdiğim ve 1997 Mart ayında yayınlanan ilanımı burada tekrar etmek istiyorum. "YEŞİL ALTIN - SARI ALTIN" Konuklarımızı ağırladığımız evimizin bulunduğu Edremit Körfezi, dünyanın en nitelikli zeytinyağının üretildiği bir bölgedir. "Yeşilaltın" olarak niteliyebileceğimiz doğa harikası bu zenginlik, para olarak ülke insanının cebine ve sağlık olarak da bedenine akmaktadır. Aynı yöre bir başka zenginliği de toprağında saklamaktadır, "sarıaltın"ı. Ancak, bu altını elde etmek için toprağın siyanürle ayrıştırılması gerekiyor ki, bu da yeşil örtünün, yeraltı sularının, denizin ölmesi anlamına geliyor. Komşularımız Havran ve Bergama insanı doğal olarak "sarıaltın"ı değil, "yeşilaltın"ı istemekte ve direnmektedir. Çevreyi öldürmeyecek yeni bir üretim tekniği bulununcaya kadar varsın sarı altınımız toprağımızda kalsın." Bu dileğimi yineleyerek sözlerimi bitiriyorum. Hepinize sevgilerimi sunarım. Saygıyla, |