Buzulların genişlemesi ya da geri çekilmesi gibi  değişimlerin, oldukça

yavaş hızlarda gerçekleşmesi gerekir. Ama onlar, gözümüzün önünde

yitip gidiyorlar.

 
 
 
 

İklimin değiştiğini biliyoruz. Ancak bu olguyu tam olarak kavramamız bazen zor olabiliyor. Ekstrem Buz Araştırması, bu değişiklikleri elle tutulur hale getiriyor. Zaman atlamalı yaklaşık bir milyon fotoğraf sayesinde, bir dönemlerin buzullarının giderek yok olduğuna ilişkin olarak artık su götürmez –ve çok üzücü–  delillere sahibiz. Bu projeyi 2007 yılında, iki yıl süreceğini düşünerek başlatmıştım. Grönland, İzlanda, Alaska, Alpler ve Kayalık Dağları’ndaki buzul kıyıları boyunca, güneş enerjisiyle çalışan 25 adet fotoğraf makinesi yerleştirdik. Açıkçası, bu kadar kısa sürede böylesi büyük değişiklikler görmeyi hiç beklemiyordum. Fotoğraflar, buzulların tahmin ettiğimizden çok daha hızlı parçalanıp eridiğini gösteriyor. Bu nedenle bu araştırma artık süresiz devam edecek ve Güney Amerika’yla Antarktika’yı da kapsayacak. Bu muazzam değişikliklere birilerinin tanıklık etmesi gerekiyor. Asla duramayız. İnsanlar iklim değişikliğinin gerçek olduğunu görmeli.

Buzullar vahşi hayvanlardır. Sanayileşme öncesi dönemde buzullardan, kurttan korkar gibi korkardık; çünkü, buzullar köyleri bütün olarak yutardı. On dokuzuncu yüzyıl sonlarına gelindiğinde, buzullar turistik yerlere dönüştü; İsviçre’de, her yaz Belvedere Oteli’nin yanından kazılan bir tünelle, Rhône Buzulu’nun göbeğine ulaşmak mümkündü. Yine o günlerde, ileride belki de hiç buzul barındırmayacak bir dünyanın inşasına da başlamıştık. Ama buzullar bugün hâlâ birer canavar.

Buzullar nefes alır. Bir buzulun yüksek rakımlarında kar yığılıp buz haline gelir; burna yakın yerlerde ise erir. İsviçre’deki Fribourg Üniversitesi’nden genç buzulbilimci Matthias Huss’a göre, “Buzullar kışın nefes alır, yazınsa nefes verir.” Ağustos ayında, Rhône Nehri’nde akan suyun dörtte biri, eriyen buzullardan gelir.

 

Buzullar hareket eder. Aslında, taşıdığı yük yeterince ağırlaştığında, buz da akmaya başlar. Montana’da, Ulusal Buzul Parkı’ndaki iyice büzülmüş beyaz alanı işaret eden Dan Fagre, “Hareket etmiyorsa, söz konusu olan duran buzdur,” diyor. “Buzul değil.” Fagre, 20 yıldır parkta iklim değişikliği ekolojisi üzerine çalışıyor. Bu parkta aktif 25 buzul var. Yüzyıl önce sayıları 150 imiş ve çoğu, daha haritalandırılamadan yok olup gitmiş. Varlıklarını, buzultaşlardan, yani canlı ve hareketli oldukları günlerde yokuş aşağı kayarken kazıp çıkardıkları irili ufaklı taş parçalarıyla oluşturdukları yığınlardan biliyoruz.

Buzullar kraldır –yani bir zamanlar öyleydiler. Yirmi bin yıl önce İsviçre bir buz denizi, bu denizdeki yegâne adalarsa, rüzgârların dövdüğü yüksek Alpler’di. Bu Buzul Çağı’nın kalıntıları 19. yüzyılda, bugün Küçük Buzul Çağı olarak anılan dönemin sonunda biraz yol kat etti. Dagerreyotipi yöntemiyle elde edilen 1849 tarihli bir fotoğraf, Rhône Buzulu’nun burnunun bugünkü konumundan –dikey olarak– 500 küsur metre daha ileriye uzandığını gösteriyor.

Küçük Buzul Çağı’nda bu tür canavarlarla haşır neşir olma cüretini göstermiş olmaları, İsviçreli bilim insanlarının –dağ tepelerindeki buzultaşlar ve diğer izler sayesinde– bir zamanlar büyük buzul çağlarının yaşandığını fark etmesini sağladı. Dünya ikliminin çok ciddi biçimde değişebildiğini de bu yolla öğrendik. Bugün biz değiştiriyor olmasak, diğer bir ifadeyle iklim hâlâ doğanın kontrolünde olsa, bin–iki bin yıl içinde yeni bir buzul çağı beklenebilir. Yok eğer, toprağın altındaki bütün kömür, petrol ve gazı yakarsak, işte o zaman Dünya’daki her buz parçasını eriteceğiz. Buzullar bize, ilginç bir yol ayrımına geldiğimizi hatırlatıyor...

*’Can Çekişen Buzullar’ adlı yazının tamamını, National Geographic Türkiye’nin Ekim sayısında okuyabilirsiniz.

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat