Serol Teber’i bilenler bilir. Ancak tahmin ediyorum pek çok kimse, bu değerli insanı duymamıştır. “Kıymet bilmek” derinlikli bir deyim olmakla birlikte; Türkiye’de gerçek karşılığını bulamamış bir deyim derseniz ve etrafınıza bakarsanız, göreceğiniz insanlardan birisi Serol Teber’dir.
Serol Teber 1938 İstanbul doğumlu… 2004 yılında Almanya’dan kesin dönüş yaptıktan sonra, yine İstanbul’da vakitsiz kaybetmiştik. “Her ölüm erken ölümdür” kervanına hakiki bir halka. Çalışkan, etkileyici ve namuslu bir bilim insanı. Bir nöropsikiyatr. Ama ondan önce müthiş bir yazar… Multidisipliner kitapları bugün bile taş gibi, kalıp gibi yerli yerinde duruyor.
Ana teması politik psikoloji olmakla birlikte “Yeni Osmanlılar ve Paris Komünü”nü de yazıyor, “Davranışlarımızın Kökeni”ni de, “Tevfik Fikret’in Melankolik Dünyası”nı da… “Doğanın İnsanlaşması”nı, göçmenlik psikolojisini, Freud’un biyografisini, “Nükleer Savaş ve Sonrası”nı da yazıyor… Hatta “Picasso”yu bile. Bir hazine gibi yazdıkları.
12 Eylül’den sonra Almanya’ya gitmek zorunda kalıyor. Orada boş durmuyor tabi. Hem hekimlik yapıyor hem de göçmen psikolojisi üzerine çalışıyor, kitaplar yazıyor.
Serol Teber’in “Bilimsel Bir Peri Masalı: Freud’un Aile ve Tarihsel Romanı” kitabı bir Freud biyografisi. Biraz da bu kitaptan hareketle 2004 yılında, vefatından kısa bir süre önce Açık Radyo’da Şenol Ayla ile “Didik Didik Freud” adlı bir söyleşi programı yapıyor.
“Didik Didik Freud” söyleşisi sıradan bir Freud anlatısı değil… Hayata dair neler var neler bu söyleşide. Daha sonra 2006’da, yani Freud’un doğumunun 150. yılında Açık Radyo’nun web sitesinde (http://acikradyo.com.tr) söyleşi metni, Işık Ezber isimli dinleyicinin yardımıyla deşifre edilerek yayınlanıyor. Söyleşi, her program bir bölüm şeklinde toplam 16 bölümden oluşuyor.
Serol Teber’in söylediği gibi, “Freud’un yaşamı, yaşadığımız dünyayı anlamak için vazgeçilmez bir biyografi.”
“Didik Didik Freud” söyleşisini okumanızı tavsiye ederim.
Söyleşide (Didik Didik Freud III) benim “otorite karşısında peltekleşme” diye nitelendirdiğim bir bölüm var. Bu bölümde Serol Teber, Freud’la çocukları arasındaki otorite ilişkisini anlatıyor; ilişkinin biçimini ve yarattığı tahribatı didikliyor. Hemen belirteyim, evlendikten sonra 9 yılda 6 çocuğu oluyor Freud’un.
Bu kadar açıklamayı, bilgilendirmeyi aslında sadece bu bölümü hep beraber okuyalım diye yaptım. Serol Teber-Şenol Ayla söyleşisinin bu bölümünü virgülüne dokunmadan aşağıya alıntılıyorum, bakalım ne kadar tanıdık gelecek:
“-Serol Teber: …Ama evdeki tiran tavrı Freud’un, her boyutta sürüyor ve o dereceye varıyor ki, çocuklardan bazıları ileri derecede peltek konuşmaya hatta kekeme olmaya başlıyorlar. Bu, Freud ailesinin çok fazla üzerinde durulmayan bir bölümü, çocuklarındaki bu kekemelik ve pelteklik. Bunlardan biri de Anna Freud’dur ve liseyi bile bitirememiştir. Anna ve çocuklardaki pelteklik öyle dereceye varıyor ki eğitimlerini sürdürmeye engel olacak düzeye geliyor. Bir öğretmen toplantısında okul müdiresi konuyu gündeme getiriyor ve bu çocukların kekemeliklerinin ciddi bir boyuta vardığını ve bir şeyler yapılması gerektiğini söylüyor ve “ciddi bir psikologa gönderelim” diyor.
-Şenol Ayla: Çok ilginç.
-Serol Teber: Ve sınıf öğretmeni, çocuklara esas sahip çıkan öğretmen, kızarıyor, bozarıyor, kekeliyor, “Aman efendim, nasıl olur bunlar Sigmund Freud’un çocukları.” Müdire hiç istifini bozmadan, “Biliyorum” diyor, “ben de bu yüzden söylüyorum ya, ciddi bir psikologa gönderelim diye” diyor.
-Şenol Ayla: Özellikle şimdi gitmeleri lazım.
-Serol Teber: Özellikle gitmeleri lazım.
-Şenol Ayla: Freud’un kekemelikle ilgili saptamaları var aslında değil mi?
-Serol Teber: Evet pek çok yazısı ve pek çok konuşmasında kekemelik üzerine değinir ve kekemeliğin gerçek nedeninin evdeki baba otoritesi ve despotluğu olduğunu söyler. Ama dönüp kendi çocuklarını ya görmez ya görmezlikten gelir. Çünkü evde çok modern bir baba olarak görünmeye çalışmasına karşın, örneğin çocuklarını kucaklayıp öptüğü çok ender olmuştur.
-Şenol Ayla: Ama çocuklarına bazı özgürlükler tanıdığını söylüyorsun.
-Serol Teber: Evet burada oğlu Martin’in, babası öldükten sonra bazı konuşmalarında, bazı yazılarında söylediği çok çarpıcı betimlemeler var. Şöyle diyor Martin; “Babamızın biz çocuklarına sunduğu en büyük özgürlük, kendisinden istediğimiz kadar korkabilme özgürlüğüydü.” Sonra da şunu ilave ediyor “Her bir şeyi bilen, Freud’un en büyük hobisi olan mantar toplama gezilerinde bile, en iyi, en nadide, en az bulunan mantarları bizzat kendisi bulan ve her konuda haklı olan bir babanın biz çocuklarının kekeme konuşmaktan başka çaremiz yoktu.”
Peki ben bu bölümü size niye aktardım?
Düşünün bakalım…
Niye?...