Twitter Masalları

Türk Eczacıları Birliği’nin sayın genel sekreteri geçtiğimiz günlerde 2012 yılı İlaç Alım Protokolü ile ilgili görüşlerimiz nedeniyle İstanbul Eczacı Odası’na ve şahsıma Twitter hesabı üzerinden verip veriştirmiş. Sosyal medya olarak da nitelendirilen Twitter, Facebook gibi paylaşım sitelerine karşı nedendir bilinmez, çok fazla ilgi duymadım. Özellikle gençler ve sanat dünyamızın popüler isimleri tarafından çok sık kullanılan ve özel hayatlar dahil olmak üzere pek çok konunun paylaşıldığı bu paylaşım ağlarına üye olmadım. Bu nedenle de oralarda yazılıp çizilenleri ve konuşulanları yazılı ve görsel basında ve internet sayfalarında yer aldığında öğrenmek durumunda kalıyorum.

TEB’in sayın genel sekreteri ise, hakkını vermek lazım, sosyal medyayı çok iyi kullanıyor. Birlikte iş yapma, paylaşma, karşısındakilerin düşüncelerini alma ve ona göre politika üretme gibi alışkanlıkları olmadığından, sayın genel sekreterin faaliyetleriyle ilgili bilgi sahibi olabilmek için kendisini sosyal medyadan takip ediyoruz ve ancak bu şekilde "değerli düşüncelerini" öğrenme fırsatını buluyoruz.

Bu nedenle kendisini Twitter üzerinden izlemeye başladık. Ne diyelim buna da razıyız. Sayın genel sekreter özellikle hayli uzun süren trenle Konya yolculukları sırasında bizlere bazen ders alacağımız ilginç düşüncelerini aktarıyor. Ayrıca yaptığı ziyaretleri ve görüşmeleri de o izin verdikçe takip etme şansımız oluyor. İzin verdikçe diyorum, çünkü aralarında eczacı odalarımızın yöneticilerinin de olduğu Twitter kullanıcısı meslektaşlarımız, sayın genel sekreterin hoşuna gitmeyecek bir düşünce belirttiklerinde ya da kendisini eleştirdiklerinde aşağılanabiliyorlar veya bloke edilebiliyorlar.

İşte o bahsettiğim Konya-Ankara arası hızlı tren seyahatlerinin geçen hafta gerçekleşeni esnasında sayın genel sekreter, yine hakkını yemeyelim, tamamen kendi eseri olan (yönetim anlayışı gereği başka türlüsünün olması mümkün değildir) 2012 İlaç Alım Protokolü ile ilgili çok ama çok ilginç açıklamalarda bulundu.

Öncelikle sayın genel sekreter yaptığı açıklamada, benim protokol imzalandıktan sonra televizyonda canlı yayına çıkıp imzalanan taslağı görmediğimi söylediğimi belirtti. Ve Ankara’da yapılan Başkanlar Danışma Kurulunda detaylı bir sunum yaparak taslakla ilgili bilgi verdiklerini ve bu nedenle benim "taslağı görmedik" şeklindeki ifademi hayretle karşıladığını dile getirdi.

Evet, protokol gündemli bir Başkanlar Danışma Kurulu toplantısına çağrıldık. Ama ne zaman? Sosyal Güvenlik Kurumu’nun TEB Merkez Heyeti’nin önüne kendi hazırladığı taslağı koymasının ardından geçen bir aylık süre sonunda görüşmeler tıkandığı anda bizleri; yani Türkiye’deki 24 bin eczacıyı temsil eden oda başkanlarını toplantıya çağırdılar. Yapılan görüşmelerin başlangıcında ne bizleri bilgilendirdiler ne de bir zamanlar adet olduğu gibi taslağın birer kopyasını göndererek görüş ve önerilerimizi talep ettiler. Kısacası bizlerle; yani bu işin faturasını ödeyecek eczacıların temsilcileriyle böylesine hayati bir konuyu sıkışıncaya kadar paylaşmaya zahmet etmediler. Ama yine de birileri el altından protokol taslağının detaylarını öğrendiler, kamuoyuna sızdırdılar. Ancak biz eczacı odası başkanları yine her zamanki "En son babalar duyar" örneği gibi, taslakla projeksiyon ekranından TEB Dora Otelinin duvarına yansıtılmış haliyle tanışma fırsatını bulduk. Taslağın dağıtılıp birer kopyasının bizde kalmasını talep ettik, vermediler. Nedense birçok insanın öğrendiği taslağı bizden sır gibi saklama kararlılıkları toplantıda da devam etti. Ön sıralarda oturan oda başkanları duvara yakın oldukları için (aralarında ben de vardım) görebildikleri kadar sunum esnasında taslağı incelemeye çalıştılar. Ancak arkalarda oturan oda başkanları sadece genel sekreterin söyledikleri ve ekrandan yansıyandan okuyabildikleri kadarı ile yetinmek durumunda kaldılar.

Sayın genel sekreter için bu durumun hiçbir önemi yoktu, çünkü kendisi her sunumunda yaptığı gibi (Sayın genel sekreterin her toplantıda bir sunum yaparak bizleri bilgilendirmesi artık adet haline geldi), yine bir "başöğretmen" edasıyla, elleri cebinde yaklaşık bir saat ders vererek, ucube bir taslağı verdikleri mücadeleyle yalnızca 15 konuda mutabakat sağlayamadıkları bir metne nasıl dönüştürdüklerini övünerek anlattı.

İşte sayın genel sekreter, benim televizyonda yaptığım açıklamada "taslağın son halini görmedik, bizler de kamuoyu gibi biraz önce televizyonda sayın bakandan öğrenme fırsatını bulduk" sözlerimde dile getirdiğim taslağın, bize görüşmeler başladıktan bir ay sonra sıkışınca gösterdiği taslak olduğunu zannediyor ya da kamuoyuna öyle algılatmak istiyor. Sayın genel sekreter aklınca Twitter paydaşlarına "cinlik" yapmaya çalışıyor. Ama sayın genel sekreter çok iyi biliyor ki benim kastettiğim taslak Kurumla yapılan görüşmeler sonunda son halini almış ve mutabakata hazır hale gelmiş olan taslaktı. Her oda başkanı gibi benim de, Sosyal Güvenlik Kurumu ile 5.000 anlaşmalı üyesi olan bir eczacı odası başkanı olarak son halini görüp, görüş ve önerilerimi ilettikten sonra imza atılmasını beklediğim taslaktı. Eczanelerin tarihlerindeki en ağır ekonomik krizi yaşadığı süreçte, sadece ortak aklı oluşturduktan sonra imza atılması gereken taslaktı beni canlı yayında isyan ettiren.

Habertürk ekibinin tam da sayın bakanın açıklama yapacağı saatte canlı yayın için İstanbul Eczacı Odası’na gelmiş olması tamamen tesadüftü. Biraz haberci sorumluluğu ve biraz da kendilerinin de bihaber olduğu anlaşmaya yönelik en sıcak tepkiyi aktaracak olmanın avantajı ile haber programına canlı bağlantı yapıldı ve ben de eczacıya 25 kuruş değer biçilen bir kölelik sözleşmesine yönelik eczacının tepkisini kamuoyuyla paylaşma fırsatı buldum. Sayın genel sekreteri asıl rahatsız eden, haberde söz edilen taslak değil, kendilerinin "zafer" olarak nitelendirdiği anlaşmanın daha imza altına bile alınmadan içi boş yeni bir "kölelik" anlaşması olduğunun canlı yayında kamuoyuna duyurulmuş olmasıydı.

Sayın genel sekreterin özellikle ders almamız gereken açıklamaları ise, 25 kuruşluk hizmet bedeli ile meslek hakkı konusunda söyledikleriydi. Sayın genel sekreter her meslektaşımızın ibretle izlemesi gereken açıklamalarda bulundu.

Televizyonda naklen yayında yaptığım açıklamaları anlamakta güçlük çektiği ve kulaklarına inanamadığı gibi, kazanım olarak gösterilen 25 kuruşla ilgili olarak meslektaşlarımızın (hizmet bedeline karşı çıkmalarını) tepkilerini de anlamlı bulmuyordu! Meslektaşlarımız maalesef fotoğrafın büyüklüğünü kaçırıyorlardı! Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tüm kesimlerden büyük kesintiler yaptığı, ilaç firmalarından büyük kamu kurum iskontoları aldığı bir ortamda Türk Eczacıları Birliği müzakere yeteneği (!) sayesinde biz eczacılara önemli kazanımlar sağlamıştı! Ancak sayın genel sekretere göre kamu ile yapılan görüşmelerin ne kadar çetin ve zor olduğunu bilmeyenler (yani bizler) her şeyi kolay sanıyorlardı. Oysa protokole ilk defa bir hizmet bedeli girmişti! Bu büyük bir adımdı!

Sayın genel sekreter üstüne basa basa belirtmiş ve "hizmet bedeli bir meslek hakkı değildir" demiş, "meslek hakkı taleplerinin saklı olduğunu" dile getirmiş.

Sayın genel sekreter hiç merak buyurmasın, bizler fotoğrafın büyüklüğünü görüyoruz. Fotoğraf başta kendileri olmak üzere görüşme masasında bizlerin haklarını savunmada ve taleplerimizi kabul ettirmede ne denli başarısız olduklarını (kaldı ki bu fotoğrafa yabancı da değiliz, geçtiğimiz sözleşme döneminin fotoğrafı hâlâ belleklerimizde kazılı) ortaya koyuyor. Sayın genel sekreter Sosyal Güvenlik Kurumu’nun savunuculuğuna soyunmuş bir ruh hali içerisinde "Herkesten aldılar, ilaç firmalarını dize getirdiler, ne yapalım bizim de elimizden gelen bu kadar, idare edin" demeye getiriyor. Sayın genel sekreter ilaç firmalarının 2011 Kasım ayında yapılan düzenlemelere nasıl karşı çıktıklarını, kamu kurum iskonto artışlarını kabul etmediklerini, İlaç Fiyat Kararnamesine dava açtıklarını, yaptıkları ortak açıklamalarla Sosyal Güvenlik Kurumu’na bayrak açtıklarını çok iyi biliyor, ama nedense sabah sabah hızlı tren seferi başını döndürmüş olacak ki tüm bunları birdenbire unutuveriyor.

Ayrıca yorumunda, kesintiler yapıldı dediklerinin arasında yer alan özel hastaneler de bizim gibi bir sözleşme süreci yaşadılar. Onlara son dokuz senede hükümet tarafından katlanarak artan kaynak aktarımı yetmemiş olacak ki, kendilerine önerilen protokolü beğenmediklerini açıkça ifade ederek sonuna kadar direndiler. En azından 1 yıllık bir protokole imza atarak taleplerini ertesi yıl tekrar dile getirme fırsatına sahip oldular. Oysa Birliğimizin sayın genel sekreteri ve görüşme ekibi ekonomik taleplerimiz hâlâ masada dururken, görüşmeleri ısrarla sürdürmek yerine en temel talebimiz olan meslek hakkı talebimizi es geçerek (pardon saklı tutarak; yani tam üç buçuk yıl sonraya öteleyerek) 25 kuruşluk sus payını kabul ettiler ve binlerce eczaneyi ateşin içine attılar.

Sayın genel sekreter doğru söylüyor, protokol görüşmeleri zorlu geçer. Kendisi Konya Eczacı Odası Başkanı iken 2008 yılı protokol görüşmelerine birlikte katılmış (o zamanlar oda başkanlarını da görüşme sürecine dahil ediyorlardı), gerektiğinde masadan kalkma iradesini göstererek sıkı bir görüşme sürecinin sonunda herkesin içine sinecek bir protokol ortaya çıkarmıştık. Birlikten güç doğduğunu ve sonuç alındığını bir oda başkanı olarak görüşmelerde yer alarak yaşayan sayın başkanım, Türk Eczacıları Birliği’nin tam yetkili genel sekreteri olunca ne yazık ki o dönemleri çok çabuk unutuverdi. Bugün benzeri bir protokol süreci yaşanırken başarının, o gün olduğu gibi sorunu ve gücü paylaşmaktan geçtiğini aklına bile getirmiyor.

Sayın genel sekreterin "meslek hakkı" ile ilgili getirdiği yorum ise akıl alacak gibi değil!

Başkanlar Danışma Kurulu’nda 2012 İlaç Alım Protokolü üzerine yaptığı uzun sunumda ekonomik taleplerimizin en tepesine kutu başına 75 kuruşluk meslek hakkını koyan ve "kırmızı çizgimiz" olarak niteleyen sayın genel sekreter, protokolün üzerindeki imza daha kurumadan, bakın neler söyleyebiliyor!

"Meslek hakkı tanımı yanlış kullanılmaktadır. Meslek hakkı hastaya verilen hizmetin dışında mesleki bilgi ışığında verdiğimiz özel bakım hizmetidir. Maalesef kavramı tam oturtamadığımız için her şeye meslek hakkı diyoruz. Meslek hakkı her eczacıya verilmez. Onu hak eden eczacıya verilir. O hizmeti sağlayacak eğitimden geçmiş olan eczacıya verilmesi gereken ayrı ve özel bir haktır.

Meslek hakkını konuşabilmek için bu konuda altyapı oluşturmak gerekir. Hastaya yapılan bakım hizmetinin bir karşılığı olmalıdır. Meslek hakkının İngiltere’deki karşılığı servis bedelidir. Meslek hakkını ancak bu hizmeti görünür kılarak isteyebiliriz. Öyle kimse kimseye durduk yere meslek hakkı filan vermez. Bunu unutmamak gerekir. Meslek hakkını da inşallah bir gün alacağız."

Madem eczacı meslek hakkını hak etmiyordu, neden en başından beri ısrarla meslek hakkını almak gibi bir yola girdiniz? Neden eczacı tabanında böyle bir beklenti oluşturdunuz?

Kaldı ki kutu başına 75 kuruşluk meslek hakkı, tüm eczacı odalarının da ortak talebi idi. Rakam üzerinde pazarlık yapılabilirdi, ancak bu talepten vazgeçmemiz söz konusu bile olmayacaktı. Eğer bir meslek hakkı alabilseydik eczacı kârlılığından bağımsız sabit bir gelir, eczacının kayıplarının önemli bir kısmını karşılayacaktı.

Evet; sayın genel sekreter seyahat ettiği trenin hızını da geride bırakacak bir çabuklukla birden bire meslek hakkından vazgeçiverdi. Sayın genel sekreter, bugün deyim yerindeyse bulunduğu konuma yakışmayan bir tavır sergiliyor ve Sağlık Bakanlığı yetkililerinin ağzıyla konuşuyor.

Ne demek meslek hakkı her eczacıya verilemez!

Meslek hakkı onu hak eden eczacıya verilir demek ne anlama geliyor?

Meslek hakkını hak etmeyen eczacı mı vardır?

Bugün ülkemizin dört bir yanında her türlü olumsuz koşula rağmen yılmadan hizmet veren eczacı, sadece aldığı beş yıllık eğitimin karşılığı olarak bile bir meslek hakkını hak etmektedir. Bizler birinci basamak sağlık hizmeti sunucusuyuz, bize bir meslek hakkı verilsin diye özel bir misyon yüklenmemize gerek yoktur. Bizler, hastalarımıza sadece ilaç danışmanlığı hizmeti vermiyoruz, onların en yakın sağlık danışmanı olarak her sorunu ile ilgileniyor ve çözüm üretiyoruz. Eczacı her türlü bilgi ile fazlasıyla donanımlıdır. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun o her gün değişen kurallarını eksiksiz uygulayabilmek için gerekli olan farmakoloji bilgisine ve teknik donanıma sahiptir. Bu bilginin karşılığı 25 kuruşluk bir hizmet bedeli değil meslek hakkıdır. Her gün 10 saati aşan bir mesai vererek sadece reçeteli ilaç hizmeti değil, gelen her türlü hastaya bilgi ve birikimiyle hizmet veren eczacı için, kutu başına meslek hakkı anasının ak sütü gibi helaldir.

Sayın genel sekreter bu sözleri ile tahammül sınırlarımızı aşmıştır. Eczacının meslek hakkı talebine böyle bir yorum getirmek kendisine yakışmamıştır. Sayın genel sekreter açıklamalarını bundan sonra önce Twitter gibi sosyal medya üzerinden değil, Birliğimizin resmi internet sitesi üzerinden yapmalıdır ki bu açıklamaların TEB Merkez Heyeti’nin ortak düşüncesi olup olmadığı anlaşılsın. 56 yıllık bir geçmişi olan Türk Eczacıları Birliği’nin yönetim anlayışına yakışan budur.

Bu alışkanlıklarından vazgeçeceğine ihtimal vermediğimiz sayın genel sekreterin, bir an önce o görevi bırakarak her zaman çok başarılı olacağını bildiğimiz eczacı odası başkanlığı görevine geri dönmesi hem bizi hem de haksızlık ettiği 24 bin eczacıyı çok mutlu edecektir.

Saygılarımla.

İstanbul Eczacı Odası Başkanı
Ecz. Semih Güngör



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat