Avrupada çok daha öncesinden olmak üzere 1997 yılında Amerikada tanınmaya başlayan bir molekül olan SAM-e (S- Adenosil metionin) 2012 yılının ikinci yarısında Türkiye piyasasına giriyor.
Amerikan Ulusal Mental Sağlık Enstitüsünün, FDA onaylı ilaçlara dirençli majör depresyon sorunlarında SAM-e’nin destekleyici tedavide kullanımına yönelik olarak çift kör ve plasebo kontrollü bir çalışma başlatma kararı almıştır. Bu talep doğrıltusunda Harvard Tıp Okulundaki araştırmacılar ve Massachusetts General Hospital, hastalarına bir antidepresan ilaç ile birlikte günde 2 kez 800 mg SAM-e kullandırarak bu çalışmayı yürütmüşlerdir.
6 hafta sonunda plaseboya göre hastalar % 105’den daha fazla reaksiyon ve % 121 daha fazla iyileşme göstererek tedaviye cevap vermişlerdir. Bu çalışma 2010 yılında American Journal of Psychiatry’de yayınlanmıştır.
Sentetik antidepresanlarda en çok karşılaşılan sorun %30 gibi belirgin bir orandaki hastalarda başarısız olmalarıdır. Pek çok vakada bu ilaçların intihar riskini de artırdığı gözlenmiştir ki bu hiç de kabul edilebilir bir durum değildir. Ayrıca kilo alımı, kabızlık, ağız kuruluğu, erkek ve kadın hastalarda cinsel işlev bozukluğu gibi diğer pek çok yan etki dolayısı ile hastaların pek çoğu ilaç kullanımını tedavi tamamlanmadan terketmektedir.
Yapılan bilimsel araştırmalara göre SAM-e kullanımının, hem kadınlarda hem de erkeklerde depreyona bağlı oluşabilecek cinsel işlev bozukluklarının da giderilmesinde son derece etkili olduğu gösterilmiştir.
Bütün bunların ışığında antidepresan tedaviye yepyeni ve yenilikçi bir yaklaşım kaçınılmaz olmuştur.
Bu noktada devreye giren devrimsel bir molekül olan SAM-e, antidepresanları destekleyici olarak tedaviye ilave edildiğinde şiddetli depresyon vakalarında tedaviye cevap ve tedavi oranlarında çok ciddi bir artış sağlamıştır. Buna ilaveten antidepresan tedavisinde sonuç alabilmek için 6 ila 8 haftalık düzenli bir kullanım önerilirken SAM-e etkinliğini 2 saate başlatıp 1-2 günlük kullanım sonrasında etkisini gösterebilen çok yüksek bir etki hızına sahiptir. Bu yüksek hızdaki üst düzey etkinlik hastaların normal antidepresan tedavisine de uyumunu artırmakta ve tedavi başarını oranını son derece yukarılara çekmektedir.
Sentetik antidepresanların bilinen pek çok yan etkisine karşılık SAM-e, vücutta üretilen bir molekül olması ve tamamen doğal yapısı ile beyin ve karaciğerde glutatyon seviyesini artırmak gibi çok önemli pek çok fonksiyonu desteklerken bilinen herhangi bir yan etkiye neden olmamıştır. Hiçbir şekilde bağımlılık yapmaması, tedavinin istenilen sürede bırakılabilmesi, yüksek hızda yüksek etkinlik göstermesi, yan etki risklerinin hemen hemen olmaması gibi üstünülükleri ile depresyon tedavisinde ve sağlıklı ruh halinin devam ettirilmesinde gerçek bir devrimdir. Sınav stresi, işyeri stresi, lohusalık depresyonu, maddi sıkıntılara bağlı depresyon, ölüm-yaralanma, hastalık stresi gibi durumlarda da akut etkisi ile çok hızlı reaksiyon alınarak çözüm üretebilmesi diğer antidepresanlardan ayrılan diğer bir yönüdür.
Özellikle son dönemlerde teknolojinin de gelişmesi ile pek çok formu üretilen SAM-e’nin en son dil altı formu İtalya’da geliştirilmiş ve piyasaya sunulmuştur. Dil altı kullanımın en önemli özelliği emilim ve etki hızını artırırken yüksek biyoyararlanım ile kullanılması gereken dozlarda çok ciddi azalmalar sağlamasıdır. Normalde 1600 mg günlük oral kullanımı olan SAM-e’nin dil altı formu 200 mg dozda aynı etkinliği çok daha hızlı gösterebilmektedir.
· SAM-e, yaşayan tüm hücrelerde zaten doğal olarak oluşmakta ve kullanılmaktadır.
· Çok güçlü güvenlik aralığı ve hiçbir şekilde bağımlılık yapmaması ile SAM-e, beyin sağlığının herhangi bir noktasında çok kolay devreye girebilecek, hızlı etkili, özel bir moleküldür. Özellikle depresyon belirtileri gözlenmeye başladığında ya da reçeteli antidepresanlar etkisiz kaldığında.
· Bütün bunların dışında SAM-e, osteoartrit, sinir harabiyeti, alkole bağımlı olmayan karaciğer hastalıklarında, beyin, eklemler, karaciğer ve aksayan hatta geri gitmeye başlayan dejeneratif durumlarda çok yüksek başarı oranına sahip bir tedavi alternatifi olarak karşımıza çıkmaktadır.