'Sağlığın piyasalaştırılmasında yeni bir kanal'

soL Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğretim üyesi ve Türk Eczacıları Birliği eski Genel Sekreteri Nurettin Abacıoğlu ile Sağlık Bakanlığı'nın yatan hastalara yönelik yeni uygulamasını konuştuk.

soL: Son günlerde devlet ve üniversite hastanelerinde hastaları ve yakınlarını sarsan yeni bir sorun doğmuş görünüyor. Yatan hastalar, hastane eczanelerinden ilaca ve diğer tıbbi malzemeye ulaşamıyor. Onaylı reçeteleri ile hastane dışından satın almaya yönlendiriliyor ve çaresizlik içinde mali ve psikolojik açmazlara sokuluyor. Bu uygulamanın nedenleri konusunda ne söyleyebilirsiniz?
Nurettin Abacıoğlu:
Tedavi Yardımına İlişkin Uygulama Tebliği ve Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği ile devlet hastaneleri ve üniversite hastanelerinde yatarak tedavi gören, Sosyal Güvenlik Kurumu hastalarının ilaç ve tıbbi malzemelerinin karşılanmasına ilişkin düzenleme geçtiğimiz yıl içerisinde yapıldı. Bu uygulama, 2007 yılı içindeki çeşitli dönemsel ertelemelere uğradı ve sonunda 1 Ocak 2008 tarihinden itibaren de yürürlüğe girdi.

Düzenlemenin esası, yatan hastaların ilaç ve tedavide kullanılan diğer tıbbi malzeme ihtiyaçlarının, hastane eczanelerinden karşılanmasını öngörüyor.

Bu öngörü, adeta kamucu bir sağlık hizmetini yansıtan izler taşıyor. Yatan hastaların ilaç dahil, tüm tıbbi malzeme ihtiyaçlarının başka suistismallere meydan vermeden ve hastane içerisindeki kurum eczanesinden kolaylıkla temin edilebileceği görüntüsü, kamu vicdanında insani ve desteklenmesi gereken bir uygulama izlenimi oluşturuyor. Ancak uygulamanın ilk gününden itibaren karşılaşılan ve halen de yaşanan süreçte, hastane eczaneleri bu ihtiyaçlara cevap vermez bir konumda ve hasta ile hasta yakınlarına çaresizlik sunar vaziyettedir.

Sözünü ettiğiniz, hastane eczanelerindeki çaresizlik nedir?
Türkiye'deki yataklı tedavi kurumları olan devlet ve üniversite hastanelerinde ilgili mevzuat uyarınca açılmış olan kurum eczaneleri bulunuyor. Bu eczanelerden, öteden beri beklenen temel görev, sadece yatan hastaya yönelik olarak, kurum hekimi tarafından reçetelendirilmiş ilaç ve tedavide kullanılan tıbbi malzemelerin, kurum içinden kolayca ve hasta veya hasta yakınına herhangi bir harcama yaptırmadan temin edilmesini sağlamaları.

Bugüne değin kısmen işletilmeye çalışılmış bu kurumsal düzenleme, tarihi birçok sorunla, gerçekte sağlık sisteminin özündeki aksaklıklara bağlı olarak adeta çıkmaz bir noktaya geldi. Sorunlar nedir diye sorgulanacak olursa, öncelikle hastane kurum eczanelerinin önemli bir kısmında eczacı yokluğu veya açığı bulunuyor. Hastaneler, kendi kurum eczanelerine ilaç ve tıbbi malzeme alımlarını yıllık satın almalarla ve buna ilişkin ihalelerle götürmeye çalıştılar. İlaç dahil, tedavi araçlarında ihale yapmak demek, bu emtianın, buna ilişkin genel bütçeden hastanelere ayrılan pay içerisindeki oranıyla uyumlu bir satın alma işlemi yapılmasını ve bunun da üreticiye ödenebilmesini gerekli kılar. Türkiye kliniklerinde kullanılan farmasötik ürün sayısına bakıldığında 8 bini aşkın ilacın olduğunu söylemek gerekir. Diğer taraftan tıbbi malzeme adı altında sınıflandıralabilecek emtianın çeşitleri ameliyatlarda kullanılan tıbbi araçlardan, pamuğa kadar binlerce değişik ürünü içerir. Hastane büyüklükleri bakımından, devlet eğitim hastaneleri ve üniversite hastanelerini en büyük ölçek ve bütçelere sahip olarak nitelediğimizde, bu hastanelerin bile, ihaleyle edinemeyeceği sayıda ilaç ve ürünün bulunduğunu söylemek gerekir. Diğer yandan, buna ayrılan bütçe payları da, bugüne değin böylesi satın almalara olanak sağlayacak bir düzeye hiçbir zaman erişememiştir. Kısacası, kurum eczaneleri, eczacı ve diğer eczane personeli açısından yetersizdir. Mekansal ve diğer hizmet olanakları bu denli büyük ürün portföylerini çevirmekten çok uzaktır. Hastanelerin ihale bütçeleri de fevkalade yetersizdir.  

Şimdiye değin hizmetin devamlılığını sağlamak için neler yapılıyordu?
Neler yapıldığını ifade etmeden önce ortaya çıkan tablo ne idi? Bundan kısaca bahsetmekte yarar var. Öncelikle hastane önlerinde ve hatta hastane içlerinde çeşitli aracılar, simsarlar türemişti. Bunlar çaresizlik içerisinde olan hasta yakınlarını eczane veya tıbbi malzeme dükkanlarına yönlendiriyor ve hizmetin bir şekilde satın alınmasına aracılık ediyorlardı. Reçetelenmiş ilaçların fiyatları tek düze olduğu için, belki ilaçların reçete bedelleri konusunda hasta yakınlarının aldanması pek mümkün değildi. Ancak, tıbbi malzemenin cinsi, kalitesi ve fiyatları kontrole tabi olmayan bir piyasadan temin edildiği için, her zaman suiistismale açıktı. Bir de hasta yakınının, o sırada ilaç veya ameliyat ve diğer tıbbi malzeme temini sırasında karşılaştığı büyük bir maddi sıkıntı, para temin edememe, denkleştirememe gibi psikolojik yıkımları bu işlerin cabasıydı. Beklemeye geçmiş ve benzeri çaresizliği yaşayan hastanın moral yıkımı da işin bir diğer yanıydı.

İlaç teminine ilişkin geçmiş senelerde Türk Eczacıları Birliği tarafından bir uygulama başlatılmıştı. Bu uygulama hastane içlerine konuşlandırılmış eczacı odası büroları aracılığıyla, ilacın hastaya ve hasta yakınına temin edilmesi hizmetini içermekteydi. Buna göre reçetesini hastane bürosuna getiren hasta yakınına, hizmet sırasında bulunan eczaneden ilacı getirtiliyor ve reçetenin eczane aracılığıyla devlete fatura edilmesi hizmeti sağlanıyordu. Yeni uygulama bu düzenlemeyi kaldırmıştır. Şimdi hasta yakını hastanede bulamadığı ilaç için, kendi başına bir arayış ve koşuşturma işine girişecek. Tıbbi malzeme temini ise, öncesinde de, şimdi de bir kapkaç düzeninin devamlılığını içermeye devam edecek gibi görünmektedir.

Son düzenleme bu aksaklıkları giderme açısından yeni ne getiriyor? Bunun perde arkasına ilişkin nasıl bir yorum yapılabilir?Başta da ifade etmeye çalıştım. Uygulama, sanki bütün bu sağlıksız tedavi hizmetleri düzeninin ortadan kaldırılmasına yönelik bir yenilik gibi sunuluyor. Esasında, ortada yeni bir uygulama veya tedaviye ulaşma çabasında olan hasta tarafına sunulan, düzeltilmiş bir hizmet anlayışı yok.

Neden sorusuna şöyle yanıt vermem gerekir:

1-      Birinci basamaktan başlayan bir hasta sevk zinciri ortada bulunmamaktadır.

2-      Hastanelerde büyük çapta hasta yığılmaları halen sürmektedir.

3-      Hekim, eczacı dahil hizmeti sunan sağlık personelinde önemli açıklar bulunurken, bir taraftan performans uygulaması ile hekimler ve sağlık personeli taşeronlaştırılmakta, diğer yandan da hastanelerin, bir işletme olarak kârlılığını artırma politikaları ivmelendirilmektedir.

4-      Hastane içi tüm hizmetlerde, neredeyse kalite çemberleri aracılığıyla, hizmetin özelleştirilmesi ve piyasalaştırılması daha da güdülenmektedir.

5-      Kapitalist sistemin sağlık hizmet uygulamaları, bu aşamada, özel hastaneciliği özendiren bir piyasa sistemine dönüştürülmüş görünmektedir. Hastanın, kendi doktorunu seçim hakkı görüntüsü altında, kamu yataklı tedavi kurumlarından, özel hastanelere yönlendirilme yaptırılmakta ve kamu fonlarında birikmiş kaynaklar, özel sermaye yoğunlaştırılmasına aktarılmaktadır.

6-      Sağlıkta reform olarak uyarlanan ve uyarlanacak uygulamalar, gerçekte "müşteri memnuniyeti"ni sağlama görüntüsü altında (ki, "burada vurgu, müşteri sayılan hastaya odaklanma yaparak") kamucu sağlık hizmeti uygulamalarının yetersiz, uygunsuz ve hatta kötü algılamasını pekiştirerek sağlık hizmetinin daha da metalaşmasını ve böylece tamamen özel birikim süreçlerine kanal açılmasını temin etme düzenlemesi gibi görünmektedir.

7-      Devletin sağlığa ayrılan payları içinde, hastane ilaç ve tıbbi malzeme ihalelerine ayrılan kaynakların yetersiz olduğu apaçık ortada iken ve ayrıca, kamu hastanelerinin ilaç ve tıbbi malzeme üreticileri ve depolarına borçları dağ gibi birikmiş vaziyetteyken; bunlara ilişkin bir önlem de ortada yokken; ilaç ve tıbbi malzemelerin hastane eczanesinden karşılanacağına ilişkin yapılan ilan, kamunun elinde kalan hastanelerin iflas ettiği algısını kamuoyunda pekiştirme ve buna dayalı bir ideolojik ikna ve dönüşüm sağlama çabası gibi görünmektedir.

8-      Adeta, isyanları oynayacak hasta ve yakınlarına, "Bakın sağlık hizmeti, devlet eliyle yürütülemiyor" denilip, ilaç dahil, tıbbi malzeme temininin sağlık işletmesi içindeki özelleştirilmiş birimler ve sermaye grupları eliyle piyasalaştırılmasına yeni bir kanal açılmaya çalışılmaktadır. 

9-      Kısacası sonuç, kapitalist devletin, sosyal devlet görüntülü arayüzüne artık ihtiyacın da kalmadığı bir sürece dönüşmüştür. Akla gelebilecek her türlü hizmeti, bir tür işletme haline dönüştürülen hastane içinde özel sermaye birikime teslim etmenin yeni retoriği de, sağlıkta reform olarak dillendirilmektedir. Eski köye yeni adet diye sunulan bu uygulama da, bu dönüşüm sürecinin bir ara basamağından başka bir şey değildir.

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat