Kriz ve İlaç Sanayii

Prof. Dr. Nurettin ABACIOĞLU

Kapitalizmin krizinin yeni adı, “ekonomik kriz” oldu. Yerli, yabancı neredeyse bütün kriz yorumları, tartışmaları, tek başına bir “mali” kriz tanımının dışına çıktı. Kriz artık “ekonomik” olarak anılmaya başlandı. Kuşkusuz, gayrimenkul piyasasından başlayan ve bankaları yere seren bu finans krizinin reel sektörlere ulaşmadan, kendiliğinden bir balon gibi söneceğini varsaymak olası değildi ve nitekim tüm göstergeler, bunun böyle olmadığını da gösteriyor. 

Türkiye’ye bakıldığında, işten çıkarmalar, şimdilik bankacılık sektöründe yansı bulurken, farklı üretim ve hizmet sektörlerinde, yılbaşından sonra, bunalım dinamiklerinin daha da derinleşeceği analizleri yaygın olarak yapılmakta. İstahdamda durgunluk ve işsizlik oranlarındaki artış, ekonomik büyüme indekslerini bir yandan aşağıya çekerken, diğer yandan da cari açık veren bütçenin borçla çevrilebilir düzlemde tutulması için, kısıtlı kaynakların daha da daralması, sermaye ve emekçi sınıfları etkiler görünüyor. Fiili olarak daha da yoksullaşma ve sermaye krizinin kefaretini ödeme boyunduruğuna sokulan emekçilerin yanında, sermayenin etkilenme gözyaşları, timsah gözyaşlarıdır. Nitekim önerdikleri çözümler, finansal borçlanmalarının devlet garantisine alınmasının temin ile, kamusal istihdam ve hizmetlerin bütçe disiplini adına, daha da kısıtlanması ve bu bağlamda karlılıklarının daralmasının önüne geçilmesidir.

“Kriz ve.... ”  başlıklı çeşitli tartışma ve toplantılar, şu sıralar en sık gündem edilen buluşmaları oluşturuyor. Bu bağlamda, kriz ve reel sektörlerden birisi olan ilaca baktığımızda, krizin etkileri ve ilerleyen olası rollerinin sektörel olarak üç alana dağıldığını görüyoruz.

Birinci alan üretim sektörü ya da ilaç sanayiidir. İkinci kriz alanı işin dağıtım sektörüyle ve bu bağlamda ecza depoları ve eczanelerle ilgilidir. Üçüncü kriz alanını tüketici ve bir tüketim hizmeti olarak sağlık hizmeti içinde tedavi ve ilaç hizmetlerinin düzenlendiği sosyal güvenlik hizmetleri içermektedir. Sayfa kısıtı nedeniyle, bu yazıda, sadece ilaç sanayini ve krizi tartışmak olası gibi görünmektedir.

İlaç sanayii, sabit ve değişken sermaye olarak, girdi çeşitliliği zengin ve bağlamıyla sürekli finansal kaynak ve kapasite yaratılma zorunluluğu olan bir sektördür. İlaç sanayiindeki üretim bantlarında istihdam edilen emek gücüne bakıldığında, diğer sanayi sektörlerinden önemle ayrılan ve görece nitelikli, kalifiye işçilik gerektiren bir süreç yaşanır. İşçi istihdamı ile, işten çıkarma arasında, bu kalifiye niteliğin bir denge unsuru olup, olmadığına dair yeterli kanıt ve veri bulunmamakla beraber, toplu işten çıkarmalara görece kapalı bir sektör olduğunu söylemek mümkündür. İlaç üretim işlerinin çeşitliliğini belirleyen etmen, ilaç şekilleri olduğundan ve süreç de yüksek teknoloji gerektiren otomasyon-robotik üretime dayalı bulunduğundan, bantların bir kısmında sadece cihaz yönetim ve izlemini yüklenmiş işçiler bulunmaktadır.

İlaç sanayiinde girdi değer olarak üretimi en önemle etkileyen harcama kalemi, ilaç etkin ve yardımcı maddeleri ve bunlar için ödenen ithalat veya satın alma bedelleridir. Türkiye’de sektöre ilişkin firma sayısı yaklaşık 200 dür. Bunların bir kısmı, sadece ithalat ve/veya fason üretimle üretici rolünü üstlenmiş firmalardır. Ancak önemli bir yekün, üretim tesislerine sahip olup, bu çerçevede ilaç etkin ve yardımcı maddelerine mutlak ihtiyaç duyan ve meta olarak ilacın üretiminde, bu sayılan ögeleri kullanma durumunda olan bir konumdadırlar. Türkiye’de 4000 kadar jenerik ilaç etkin maddesini içeren, 8000 kadar farklı farmasötik şekilde ilaç bulunmaktadır. Bu üretim sürecinde, Türkiye’de piyasaya verilen ilaçlar, toplam piyasanın yaklaşık %70’ini karşılamakta, ülkenin diğer gereksinmesi ise, ithalatla ikame edilmektedir. İthal ilaç, girdi olarak dövizdir. Finans sermayenin daraldığı bir piyasada, bu anlamda, bu piyasanın da krizden etkilenmemesi söz konusu değildir. Doğrudan üretilen ilaçlara gelince, ilacın içeriğindeki kimyasal maddelerin tümü, dövizle ithal edilmektedir. Sektörel olarak, dolaşan döviz rezervlerindeki azalma, ilaç üretimindeki iç piyasa düzeyinde daralma ve azalamaya ve bu da gereksinmeye yönelik daha fazla mamül ilaç ithalatını zorunlu hale getirmektedir. Her halükarda, ortada olan durum, özelinde hasta açısından ilacı bulamama ve erişememe bunalımına neden olmaktadır. Diğer yandan, döviz fiyatlarında meydana gelen kur farkları da, sonuçta doğrudan olsun veya ithalatla giren mamül ilaçlar olsun, fiyat artışını zorunlu kılmakta ve bu da hem sektörel ve hem de kamu bütçesi bakımından daralma ve daha fazla harcamayı zorunlu kılmaktadır. Harcamanın bu faslının, en önemli yeniden realize edilme mekanizması, doğrudan ilaç fiyatına yapılacak zamdır. Bu da, sermayenin bu fasıldan olan krizinin, bu bağlamda, halkın cebine ve vergiler üzerinden de kamu maliyesine ödettirileceğinin göstergelerini oluşturmaktadır.

İlaç dağıtım sektörüyle de ilintili olarak, ilaç firmaları bazında satış gelirleri doğrudan ve dolaylı satışlar biçiminde şekillenmektedir. Kamu’nun doğrudan ihalellerle aldığı ilaç ödemeleri ve ecza dopoları ve eczanelere verilen ilacın, satış gelirlerinin firmalarca tahsilatı, son tahlilde ve kendisi dahil, sayılan tüm kurumlara devletin yapacağı ödeme ile söz konusu olmaktadır. Devlet ödemeleri takvime dayalıdır ve çoğunlukla geç ödeme artık yadırganmayan bir piyasa ögesi haline gelmiştir. Sermaye rezervi bakımından firmalar ölçeğinde duruma bakıldığında, öz kaynak yaratmakta zorlanılan her koşul, banka kredilerini zorunlu kılmaktadır. Finans krizi ile, işletme sermayesinin yeniden yaratılması arasında bu bağlamda önemli bir ilişki de bulunmaktadır.

Türkiye ilaç pazarı 12 milyar dolarlık bir ticaret hasılasının gerçekleştiği ve toplam dünya ilaç ticareti içinde (2007 dünya: 712 milyar dolar) faktöriyel olarak %1.3 lük büyüklük payına sahip, dünyanın ilk 25 pazarından birisidir. Bu üretim ve ticaret piyasasının finansal ana momentini de, çok çeşitli fasıllar bakımından dolar oluşturmaktadır. Likidite daralmasının sağlık ve tedavi hizmetlerine yansıması, ilaç üretiminde daralma ve ilaçta yokluk dönemleri ile ilaç fiyatlarında artışın hem hasta ve hem de kamu maliyesine yüklenmesi olacaktır. Bu da artışın, toplamda halkın üzerine yeniden yığılmasından başka birşey değildir. 

Bu sefer ki krizin en önemli göstergesi, Bretton Woods’un, Washington Konsensüsü ile çöküşünden bu yana, doların altın karşılığının buharlaşması nedeniyle, kriz maliyetinin ölçülemez bulunmasındadır. O nedenle, bu finansal krizin ilaç sektörü ve emekçiler için de hangi okyanus derinliklerine ulaşacağını biraz da izleyerek görmek gerekecektir.

nuriabaci@gmail.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat