Parça parça tuğlalarımız sökülüyor. Nefes alacak pencerelerimiz kırılıyor, çatımız çöküyor... Evimizi başımıza yıkıyorlar...

Abartıyor muyum sizce? Yok öyle değil! Gerçekten değil!

Sayın "büyükler", "örgütlüyüm" diyenler, "örgütün yöneticisiyim" diyenler...

-Haydi ağzınızdaki şu baklayı bir çıkarıverin...

1 Temmuz 2015 sonrası antineoplastik ilaçlar hastaneler tarafından karşılanacak... 16 Milyar TL ilaç pazarının, yaklaşık 4 milyar TL’lik payı daha eczanelerden çıkıyor! 16 Milyar TL’nin içinde ayrıca 1.4 milyar TL’si ise zaten eczanelerimize hiç uğramayan TEB İthal ilaç biriminin cirosu.

Eczanelerimizin başına gelenler sadece bu kadar mı? Öncesinde kaybettiklerimiz? Ya sonrası?...

Bundan 6-7 yıl önceydi, gazetemize ulaşan bir haber için acaba ne kadar doğru diye teyit almaya çalışmıştık. Kartların yeniden dağıtılacağı, eczane sayıları ve konumlarının yeniden dizayn edileceği konusunda, fısıldanan sözlerdi duyduklarımız... Hani biz kesinleştirmeden, emin olmadan bir haberi yayınlamıyoruz ya... İlginç olan; bir takvim vardı dillenen, önümüze konan: Haziran 2015. İşte gelip çatıyor zaman...

Televizyonlarda bangır bangır reklamlar sürerken, biz en küçük punto ile bile ".... ürünü eczanemizde" diye yazamazken, tabelamızda "medikal malzeme" diyemezken, bu gıdadır deyip satamazken ve tüm ticari iskontolarımız kaldırılıp herşey bilinmez ve kontrol edilemez hale getirilmişken...

Ortalıkta zincir eczane modelleri dolaşırken, ithal ilaç pazarını -hem de "örgütüm" diyenlerce- eczanelerden kaçırmışken... Üstelik özellikle hastane yakını eczaneleri tam yumuşak karnından vururcasına çok ciddi bir ilaç pazarını daha eczanelerden çıkararak... En önemlisi, hastalarımızı bizden uzaklaştırıp, kopararak, bu işlerin nereye gideceği düşünülüyor?

Devamında ne var?

Diyaliz reçeteleri, organ nakli? Peki ya kan ürünleri? Daha saymamı ister misiniz? Tüp bebek ilaçları...? Dahası?

SGK ile protokol görüşmeleri tam bir sessizlik içinde sürerken... Daha bilmemiz gereken ya da bizi bekleyen neler var?

Şu söylenen takvim; "Haziran 2015" geldi herhalde.

"Vaktiyle her bildiğini anlatan, insanların yüzüne dobra dobra konuşan bir adam yaşarmış. Zamanla kendine yakıştırılan "sır tutamıyor ve patavatsız" sözlerine tahammül edemez olmuş. Soluğu bir tekkede almış. Şeyh bakmış, adamın niyeti halis, geri çevirmek olmaz, bir avuç bakla tanesi getirtmiş. -Şimdi bu bakla tanelerini al. Birini dilinin altına, diğerlerini cebine koy. Konuşmak istediğin vakit bakla diline takılacak, sen de açıkça konuşma isteğini hatırlayıp o anda söyleyeceğinden vazgeçeceksin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni bir baklayı dilinin altına yerleştirirsin. Adamcık şeyhinin dediği gibi tekkede kalıp kendini kontrol etmeye başlar. Bu arada şeyh efendi de bir yere gidince onu yanından ayırmamaktadır. Yağmurlu bir günde şeyh ile derviş bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresi hızla açılır ve bir çocuk başını uzatarak, "Şeyh efendi, biraz durur musun?" deyip pencereyi kapatır. Şeyh söyleneni yapar. Ancak yağmur sicim gibi yağmaktadır ve sığınacak bir saçak altı da yoktur. Üstelik niçin durdurulduğunu henüz bilmemektedir ve çocukta pencereden kaybolmuştur. Şeyh dervişine,-senin bildiğin bir şey var mıdır, diye soracakken, çocuk tekrar pencerede görünür, -Şeyh efendi, der, birkaç dakika daha bekleseniz...

Şeyh içinden "La havle" çekse de denileni yapmamak uygun olmayacaktır. Çocuk bir görünür bir kaybolur... Gün geçer, gece olur..

Şeyh, yanındaki dervişe bakar ve -ben şeyhlikten, sen dervişlikten olmadan gel sen şu baklayı çıkarıver ağzından, der."

Bu nedenle; siz gelin şu ağzınızdaki baklayı bir çıkarıverin!

o.demir@eczacininsesi.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat