YÖK’ün İşleri ve Majestelerinin Teologlarına Dair... (*)

Nurettin Abacıoğlu

 

Saat 14:02 NTV “Günün İçinden” programı. Ekranda Oğuz Haksever; YÖK beylerinden son dakika haberini geçiyor. Haksever, YÖK Beylerinin kendi aldığı bir kararı, şimdi iptal ettiklerini duyuruyor.

Aynı saatlerde YÖK sayfasında “Yurtdışından Öğrenci Kabulüne İlişkin Esaslar-Son Şekli”ne ilişkin Düzenleme Kurulu’nun aldığı karar ise, ibreti alem bakımından yerinde duruyor. Hatıra olarak ben indirip, belgeyi kayıt altına aldım.

Yapılan düzenleme öz olarak şuydu: Yurtdışında herhangi bir ülkenin lisesinde okuyan, ister yabancı ve isterse Türk uyruklu öğrenci, Türkiye Üniversitelerine kontenjana bağlı olarak sınavsız girebilecekler ve istedikleri programa (Fakülte, yüksek okul) kayıt yaptırabileceklerdi. Kısacası, “katsayı” problematiği, özel önem verilen kimi kesimler için böylece by-pass (kestirme geçiş) edilmeye çalışılıyordu...

Bu aklı evvellik, hukuka takılmadan kendiliğinden son buldu. Yani öz olarak, yargıdan döneceği mukadder bir girişimden ya da, ÜKD hukuki çalışmalara başlamışken ve dava dilekçesinin ilk sayfasının sonuna gelmeden, konu gündemden YÖK’ün kendi rıza ve marifetiyle düşürülmüş oldu.

Girişim şimdilik kalktı da, acaba YÖK marifetleri bununla tükenir mi? Bu yazının yazıldığı şu saatlerde YÖK’te “e, f, g” planları (?) bağlamında, “katsayı” meselesini çözüm toplantısı devam ediyor. Akşama haberimiz olursa, yarın sabaha başka bir dava dilekçesi için klavye başına oturmak gerekebilir.

***
Dünün televizyon ekranlarına da yansıyan başka çarpıcı bir haberi, 11 Mart tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan “Klinik Araştırmalar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” le ilgili idi. Medya jeneriği olarak, “İlahiyatçı atanması” başlığı ile özetlenebilecek bir düzenleme. Yapılan edilen kuşkusuz, sadece bu başlığın dar alanına sıkıştırılacak bir konu değil. Teknik ayrıntısı çok ve sokaktaki vatandaşın gündelik maişet kavgasıyla doğrudan alakası yok. Bu bakımdan anlatması, okunması can sıkıcı olabilmekle beraber, şerh olsun şuraya bir iki not düşeyim.

Önce yönetmeliğin adından başlayalım...

“Klinik araştırmalar hakkında...” deniyor. Yönetmelikteki tanıma göre de, ilgi, uğraş alanı şöyle belirleniyor:

“MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik; insanlar üzerinde yapılacak ilaç klinik araştırmalarını, ilaç dışı klinik araştırmaları, klinik araştırma yerlerini, bu araştırmaları gerçekleştirecek gerçek veya tüzel kişileri, biyoyararlanım ve biyoeşdeğerlik çalışmaları ile biyobenzer ürünler için kıyaslanabilirlik çalışmalarını kapsar.”

Yani ilaç araştırma-geliştirme (Ar-Ge) işiyle, ilaç buluşuyla ilgili bilimsel bir sürecin, yürütülmesiyle ilgili bir hukuki düzenleme.

İlaç Ar-Ge’si, farmakoloji ve diğer ilgili bilim alanlarının doğası gereği, temel iki basamakta gerçekleştiriliyor. Birinci basamak, “klinik öncesi” araştırmalar ve ikinci basamak ise, “klinik” araştırmalar bütününden oluşuyor. Birbiri içine geçmiş bu süreçte, ilaç olarak resmi (sağlık otoritesince) onay almış kimyasal antite, ruhsatlandırılıp, üretiliyor ve hastalıkların tanı ve tedavisiyle hastalıklardan korunmada, doktor reçetesi aracılığı ile kullanılıyor. Şu bildiğimiz ve eczanelerden reçete karşılığı edindiğimiz ilaçların, ilaç olmadan önceki macerası böyle bir hikayeye dayanıyor.

Klinik öncesi araştırmalar, kestirme olsun deney hayvanları üzerinde yapılan çeşitli farmakolojik ve toksikolojik çalışmalar. Klinik çalışmalar ise, dört basamakta gerçekleşiyor. Bunlara bilimsel adlandırmayla “faz çalışmaları” deniyor. Bu çalışmaya katılanlar, insan popülasyonu. Bunlar da, ya sağlıklı gönüllüler veya hasta gönüllüler olabiliyor. Bu gönüllü topluluklarının bilgilendirilmeleri ölçüsünde bilgisi ve rızası (onam) olması gerekli. Dolayısıyla, ilaç olma umudu olan bir kimyasal antitenin, tedavide ruhsatlı ilaç olarak klinik kullanıma geçmeden önce yürütülen tüm bilimsel süreçlerin gerçekleştirilmesi “insan” üzerinde yapılıyor. Akla hemen “kobay”lık gelebilir. Bu çağrışımı gerçek kılmamak için de, yapılacak, edilecek uygulamaların çok sıkı ve insan onuruna ve esenliğine zarar vermeyecek düzeyde sıkılanması gerekiyor.

Sıkılama süreçleri, “etik kurullar” denilen kurulların denetim, gözetim ve onaylarına dayalı sürdürülüyor. Kurallar büyük çoğunluğu sağlıkçı uzmanlardan ve diğer bileşenlerden oluşma durumunda. “İlahiyatçı üye” bu fasıldan kurullar içerisine sokulmuş vaziyette. Bakanlık yetkilileri bu üyeliği, “sanki olmazsa olmaz”, bir Avrupa Topluluğu katılım süreci gibi sunuyor. Sağlık Bakanlığının akademisyen temsilcisi ve yetkilisi, televizyon ekranlarına çıkıp, sanki tümünde öyleymiş gibi bu AB’de de böyle ve “olmazsa olmaz” diyebiliyor. Oysa birliğe üye ülkelerin ulusal sağlık düzenlemeleri içerisinde böyle bir düzenlemeye sahip olmayanları da var. Birliğin dokuz ülkesinde buna gereksinim duyulmuş değil. Olanların önemli bir kısmında da ilahiyatçılar fakülte öğretim üyeleri ve veto hakkına sahip değiller. Ayrıca, “insani etik sorunları” sanki ve sadece ilahiyatçılara ait ve dinin konusu. Kuşkusuz değil; ama şimdi bizde böyle uygun görülüyor. Diğer yandan, yayımlanan yönetmelikte, ilahiyatçıların yanı sıra, öngörüldükleri kurulun içerisinde, “tıbbi etik uzmanı veya deontolog” da bulunuyor. Kısacası Türkiye siyasetçilerinin eyyamcılık tarzı, burada da hemen yansıma yapıyor. Öyle ya, siyaseten yarar görülen ve yapılmak istenen bir düzenleme varsa, top hemen AB’ye ortalanıyor. Adı da uyum çalışmaları.

Sıkmamak adına önemli kimi ayrıntılara hiç değinmiyorum. Ancak son ekler olarak şunları satır düşüyorum:

Örneğin yeni yapılan düzenlemeyle Bakanlığın ve hükümetin her daim kavgalı bir manzara gösterdiği Sağlık Meslek Birlikleri (tabib, eczacı, diş hekimi birlikleri) ile Baroların bu bilimsel ve etik kurullardan hangi saikle şutlandıklarını anlayan, beri gelmek durumunda. Örneğin TTB, kamu hastanelerine ilişkin Bakanlıkla boy ölçüşmeye hazırlanıyor. Tam gün tiyatrosuna hekimler karşı çıkıyor. Performans uygulamasını istemiyorlar. Sağlığın ticarileştirmesine hayır diyorlar. Diğer yandan acep ne diyorlar kulak kabartması yapılsa, sağlık piyasasının özel çıkarları, tabiplerin haklı seslerinin de üstünde seyrediyor. Sonuç mu? Kavgalı olmak için ortada bir yığın yeterli neden var!

Eczacılara gelince, neredeyse her gün nümayiş yapan bir Birlik pozisyonu ortada dolaşıyor. Başbakan bile kendisini tehdit etmekten alamıyor. Eczanelerinizi elinizden alıp zincirleri kurarızı ha nidaları, televizyon ekranlarından yansıyor.

Barolar mı? Hükümete göre yargı kurumları siyasileşmiş vaziyette. Baro’da, temsili kuruluş olarak önde geliyor olsa gerek.

İşin başka önemli bir ayrıntısı daha var. Klinik araştırma yürütebilen “buluşçu ilaç firmaları” bu yönetmeliğe önemle gereksinme duyuyor. Zira ilacın buluşu dahil, araştırma ve geliştirilmesinin sonucu, yeni ürünlere, kârlı emtialara dönüşüyor. Patentle, veri korumayla mülkiyet hakları gelişiyor; serpiliyor, büyüyor. Türkiye ayağı da bu anlamıyla önemli ve büyük bir pazar. Yani işin ticari boyutu hiç de ihmal edilemeyecek bir düzey ve düzen. Bu çalışmalar çeşitli ara sektörler de oluşturmuş durumda. Firmaların doğrudan düzenlemediği çalışmalar, anlaşmalı araştırma kurumları (CRO) olan şirketler aracılığıyla sürdürülüyor. Yani sektörel piyasa paydaşlarına bir yığın olanak sunuyor.

TTB, iptal edilen yönetmelikle ilgili Danıştay başvurusunda, idare hukuku açısından yasa ile düzenlenmiş bir hukuki yapı arayışına girmişti; buna yüksek mahkemeden olumlu yanıt alıyor. Bakanlığın şimdiki düzenlemesi sanki “madem öyle, işte böyle” cevabı gibi, piyasa koşullarıyla uyumlandırılma noktasına getiriliyor.

ÜKD, birkaç gün öncesi, burada anlatılanların kimi öznesini de taşıyan ve süreci, geneliyle tanımlayan bir kamuoyu bilgilendirmesiyle ortaya çıktığında anlaşılan o ki, Bakanlık mesajı çok net duyuyor. Hatta kimi medya kurumlarına, onlar bu bildirinin ortalıkta dolandığını haber olarak veriyor. Eh yankı bulmuş demek.

Şimdi yeni bir süreç başlamıştır...

Hayatın her alanında bu ülkeyi “toplumsal kurtuluşa” yeniden geri kazanma mücadelesi sürdürülmek durumundadır. Bu sorumluluk, saptama yapmaktan, eylemliliğe taşınmak ve ayrıntı diye bakılmaksızın her konu dahil, her müdahale alanında yükseltilmek zorundadır.

Bu konu da işte böylelerinden birisi olarak, şimdi bir kez daha kayıt altına alınmış bulunmaktadır...

***
Bir son dakika cümlesi...

Yazının başında sürekli oturamadığımdan, YÖK toplantısının da son haberine bu yazı böylece yetişmiş oldu. Şimdi YÖK’ün yeni katsayıları tebliğ edildi. 0.12-0.15. Orta eğitim başarı puanları alan dışı olursa, puan farkı şu anlama geliyor. İmam hatip mezunu, ilahiyatçı değil de hukukçu olmaya kalkarsa alan dışı tercih için en az 15, en fazla 25 puan daha fazla almak durumunda. Kısacası, Danıştayın önceki iptal gerekçeleri hala değişmemiş görünüyor. İnsanlarımıza ne büyük zulüm...

nuriabaci@gmail.com

(*) 18 Mart 2010 sol.org.tr'de yayınlamıştır.



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat