Meslekler, toplumsal yaşam içindeki iş bölümünü ve bu çıkar etrafındaki mülkiyet bölüşümünü tanımlarken, emeğin sahipliğinde ki ayrışımlar ya da “karşılığı ödenmemiş fazla değer”e (artık-değere) kimin sahip olduğu meselesi, sınıfsal aidiyete konu oluyor.
Toplumsal yaşamın içinde tercih ve içinde bulunulan konumlara uygun tutumlar almamız olağan. Örneğin sınıfsal tercih ya da bilinç, dilersek ya bir “parti” içinde olmamıza ya da yanında saf tutmamıza yol açıyor. Kimilerimiz ise, bunu dernekler, sendikalar, klüpler gibi başka toplumsal örgütlenmeler içine koyabiliyor. Yani hayatın içinde insan temelli sürgit bir konumlanış, yapılanma söz konusu.
Bu insan temelli konumlanışlar, “çıkar birliğini” sembolize ettiği gibi, kavramlaştırma düzeleminde “ayrıştırıcılık” ya da “parçalanmayı” da temellendiriyor. Öyle ya, farklı sınıfsal çıkarlar; farklı sınıfsal tutum ve bilinçler olarak var olduğunda, sonuçta insanlar arası ilişki, bir ortaklaşma değil, ancak bir “karşıtlaşma” üzerinden okunabiliyor.
Oysa hayat öyle mi, diye bir soru akla gelebilir. Farklılıkların birlikteliği ve bu birlikteliğin dışa vuran acımasızlıkları, hoyratlıkları, ölcürücülük ve yok edicilikleri, yaşamın kendisini, ortak bir sahnede ve birbirinin için de sergilemiyor mu?..
Bu noktadan bakıldığında, hayat hem kendine kurucu olarak görünüyor ve hem de toplumsal yaşam, işte bu karşıtların birliğinin diyalektik bir fırdöndü alanını oluşturuyor.
Tekrar baştaki soruya dönüyorum. “Şimdi değilse, ne zaman?..”
Bakıldığında, bir gerekircilik yüklemi var bu sözde. “Şimdi değilse ne zaman”, hayata dairdir. Hayatın kendiliğindenciliğini barındırır içinde. Ve hayat bu kendiliğindencilik içinde, hem kurucudur, hem de yeniden yapılandırıcıdır.
Çok mu idealist bir sav oldu. Burada biraz durmalıyım ve yeniden sorgulamalıyım! Hayat kendi kuruculuğunun köklerini, insanın kuruculuğundaki örgütlenme biçimlerinde ve mücadele içindeki, müdaheleye açık alanların çoğalmasından alır. Müdahele gerçek olduğunda hayatın topoljisi yeniden kurgulanabilir.
Burada belli bir tarih perspektifi üzerinden anlaşabiliyorsak, farklı ve hatta üzerlerinden karşıtlıklar okunabilecek insan bölüklerini, hayat acaba ortaklaştırabiliyor mu? Hayatın buna çok deneyimlenmiş bir yanıtı vardır. Adını tekrarlayalım; “cephe”.
Örnek olası bir yığın kurgu ve gerçeklik deneyimi var; buna dair. Filistin, kan revan içinde kendi geleceğini arıyor. Temsiliyet olarak “beş benzemez” örgütler, bakıyorsunuz “Filistin” davasında ortak cephede. Hayatın kuruculuğu işte burada. Sonra ne mi olur? Şimdiden bilemem ama, müdahale gerçek olduğunda, yani Filistin’in özgürleşmesi sonrasında, herkes kendi yoluna gidebilir.
Irak’mı?!. Irak’lıyı giderek ortaklaştıran acaba nedir? Emperyalist hegemonya destekçiliğinin alt bilinçteki kırılmasına neden olan “işgal” acıları, üst bilince taşındıkça, yani farkındalık arttıkça, güçlerin birleştirilmesi, yani “cephe”, giderek zorunluluk halini almaktadır. Irak’ın komünistinden, Hizbullahına; Baasçı’sından, farklı kisvedeki Arabına; ortak düş, “Irak Kurtuluşu”nda yeniden şekillenmektedir. Kürt temsiliyeti de, nihayetteki katılım beklentisinden, “umut olarak” azade ve ırak değildir.
Toplumlara deli gömleği, hayatın kendisi tarafından giydirilmez. Topluma değer olana karar veren, insanın örgütleri ve örgütlenme bilincinden yansıyan toplumsal tercihleridir.
Bu coğrafyada giydirilmeye çalışılan son deli gömleği, “anayasacılık” tebdili ile ilgilidir. Ardında yatan öge ise, ikna temellidir. Hadi adını daha da netleştirelim; ikna edilme ideolojisidir.
Bugüne nereden geldik diye bakıldığında “deli gömleği” 24 Ocak Kararları ile dikilip, kotarılmıştır. Kerterizi kime göre? Kuşkusuz toplumsal sınıflar içinden bir bölüğe, “sermaye sınıfı”na göre...
Sermaye, önünü açıcı ve eşitsiz gelişimine sınırsız yeni olanaklar sunan bu süreci, “demokrasinin gelişimi” olarak anlamış, alkışlamış ve önünde, ardında her yönünde durmuştur. Toplumun iknası, ona hukuki meşruiyet kazandırmaktan geçmiştir. Meşruiyet “82 Anayasası” adını almıştır.
Hukuk, güç tarafından belirlenir. Gücün sahibi, hukuğun ve meşruiyetin efendisidir. Karşıtlıkları içinde barındıran toplumsal örgünün çok çeşitli aktörleri de, bu meşruiyet sınırları içinde mas edilmek adına, kimi alanlarda görece bir serbesti sahibi kılınıyor olabilir. Alanın genişlik ve derinliğine ise, isterse güç sahipleri yeniden karar veriyor olabilir. Şimdilik güç sahipleri, “alan” hakkında yeni bir tasarruf kararı almış görünmektedir.
Karşı pencerden bakıldığında da, “yaşanan sıkıntı”nın nedeni, yeni memleket manzarası olarak böyle şekillenmektedir.
Bu gidişattan memnun olmayanlara dair bir vurgulama yaptım. Bunların tümünün geleceğe dair ortak bir çıkar birliği de olmayabilir. Ancak şimdiki sorun “gidişattan memnun olmamak”tır. İşte bu noktadan bir “gerekircilik” gündeme düşmektedir.
Hayat bu bağlamıyla, şimdi gerçek bir “cephe” gerektirmektedir. Bu cephe, toplumun içinden gelen “gidişattan memnun olmayan” ve Türkiye’nin toplumsal iradesini yeniden biçimlendirecek bir bütünleşmeyi, yani ortaklaştırılacak bir mücadele hattını içermelidir.
Mücadele hattı, kendine insan ögesiyle inşaa edilemez. Yani ardında örgüt olmayan bir müdahale alanı gerçek değildir. Öyleyse, hem üst siyaset bilincini yansıtacak partiler ve kollektifi ve hem de sınfsal memnuniyetsizliği geri kazanacak, temeli sağlam bir sol istinad duvarı, şimdi hayatın daha da gerekliliği haline gelmiş görünmektedir.
Aynı soruyla bitiriyorum...
Şimdi değilse, ne zaman?..
Kaynak: www.sol.org.tr