Bir Şubat akşamı Ankara’sı.
Ayaza kesen bir hava,
Her yer kar altında
Ve naylondan çadırların içinde,
Bidonda yakılan odunun geciçi ateşinde,
Tekel işçileri 4 Şubat’a hazır.
“Hava toprak gibi gebe…”
“Hava kurşun gibi ağır…”
Durmak ve yutkunmak…
Ve yarına gebe geceden
Tohumun toprağa durması gibi
Yeni bir şafağa sayfa aralıyarak,
Ve ev sıcak,
Ve iskemlenin arkalığına yaslanarak
Sonra soğuktan donanların
Müthiş bir irade
Çelikleşmiş ışıltılı gözlerle
Direnişe can suyunu verecek “genel grev”in
Şol macerasını klavyede tıkırdatmak
Sonra ve de,
Uyarına denk düşürüp, sıcak, demli çaydan bir yudum alarak,
Yarını düşünmek
Ve yarını yazmak
Ankara karanlık,
Ankara ayaz,
Ankara pusun en koyusunda
Göğün bağrında kar yüklü bulutlar
Esamesi yoksa da yıldızların
Yıldızlar kafamın içinde
Kafaların içinde yıldızlar,
Yıldızlar insanca yaşama iradesinde
Tekelcilerin direnişinde yıldızlar…
Türkiye İşçi Sınıfı, memleketin geleceğine ipotek koyanlara irade beyan ediyor. Bitti denilen “sınıf bilincini” ışık edip, mücadelesinin önüne katıyor. Kararlılığını dağıtmaya çalışan konfederasyonlara direniyor; hak arayışını sulandırılmış uzlaşmaya kurban etmeye geçit vermiyor. Tekel işçisinin direnişi, sendikaları istemiye istemiye bir “genel grev” eşiğine getirdi. Yani olacak şey değil; Türk-İş yönetimi ve yedekli diğer sendikalar onca ters yüz etme çabasına karşın, genel grev kararı almaya mecbur kaldılar.
Genel grev, “tekel işçileri”nin direnişinde irade bulan ve sembolleşen bir kazanım olarak Türkiye İşçi Sınıfınca, 4 Şubat’a tarihleniyor. Bu tarihe yürünen yolda çetin ceviz bir mücadele, göğüs göğüse bir çarpışma gerçekleşiyor.
Coptan, biber gazına, tazyikli sudan, kolluk gücünce yıldırılmaya pabuç bırakılmadığı görülünce, önce unutturulmaya terk ediliyor. Sonra, meydanı zapt edenlerin gözden ırak ve saklılara bir türlü gömülememesi, Ankara halkının dayanışma ve sınıf iradesini keşfetmesine olanak sağlıyor. İşçiye karşı “Taraf” olan basının çabasına karşın, işçi ve emekçiye taraf olan bir ulusal ve uluslararası kamuoyu, “dayanışma” moralinin daha da yükseklere taşınmasına neden oluyor.
Mücadelenin yol olarak yürünen bu kısmında, RTE ve hükümeti, sınıfsal duruş ve egemenliğinden açık vermemeye çabalıyor. Baskı, unutturma ve dirence karşı diğer tehdit mekanizmaları tutmadığında, uzlaşma adına yaklaşım düzlemine gelirmiş gibi yapan “vekiller heyeti”, burjuva demokrasisinin, demokratiklik meşrebine ilişkin ince ve öğretici örnekler sergiliyor. İşçilerin asgari insanca yaşam istekleri bile red edilir konumda. Nedeni de, sermayenin sınıfsal refleksi olsa gerektir. Sermaye demokratlığının, çalışan kesimlerin insan ve vatandaşlık haklarına ilişkin gevelemeleri, emekçinin irade göstermesiyle, kendi varlıklarına bir tehdit olarak algılanmış ve geri mevzilere düşmeme adına da, RTE aracılığıyla karşı çıkılmıştır. Şimdiki beklenti, “genel grev”in becerilememesidir. Oysa, tarihin tekerleği ağır, aksak da olsa ve gıcırdasa da bir biçimde devinmeye başlamıştır.
Türkiye, çok kısa bir zaman dilimi içinde, burjuva demokrasisinin ne denli kağıttan bir kaplan olduğunu; işçiler boğazını temizlese, sermayenin nasıl da sarsıldığını çok iyi öğrenmiştir. Bu öğrencilikten çıkan en önemli ders ise, çalışan emekçi kesimlerin hak arayışını, bu düzenin kaldıramadığının açıkça ortaya çıkmasıdır.
Sağlık sistemi çökmüştür. Eğitim her düzeyi bakımından piyasalaştırılmakta ve gericileştirilmektedir. Hukuk, hükümet ve iktidar partisi çıkarına bir karar aldığında alkışlanmakta, karşıtı kararlar ise, “siyasi” olmakla suçlanmaktadır. Ülkenin her türlü kaynağı, üretim değeri, siyasi ve iktisadi olarak emperyalizmin hegemonlarına teslim edilmiş vaziyettedir. Genç nüfus işsizliği yüzde 24'lere ulaşmış vaziyettedir. Kapitalizmin krizini teğette gören başbakana, uluslararası kapitalist sermaye kuruluşları katılmamakta ve en kırılgan ekonomilerden birisi olarak Türkiye’yi tarif etmektedir.
Örnek bitmez, yer ve söz biter. Bu boyunduruk ve güdülmeden, bir kurtulma yolu vardır ki; işte o da, çalışanların, emekçilerin irade ortaya koyup, kendi göbeklerini kesmeleri ve ülke üzerindeki sermaye sınıf ipoteğine böylece son vermeleriyle gerçekleşecektir.
Şöyle mi özetlesem!..
Onlar ki uymayıp hainin iğvâsına
sancaklarını yerden ele
kaldırırlar
Ve bilcümle
Bütün bir kader böylece
“bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.”
Not: Tırnak içindeki kimi alıntılar, Nazım Hikmet’in “Kuvayi Milliye Destanı”ndandır.
(*) "sol.org.tr" adresinden alınmıştır.