Gün geçmiyor ki, ilaç işi üzerine yeni bir gelişme olmasın. Bu bakımdan, geçtiğimiz birçok yazıda bu başlığa defalarca değinmeme karşın halen değinmeye de devam ediyorum.
İlaç “onsuz olunmaz” bir ürün. Bu anlamda, yaşamın her döneminde ve gereksindiğinde vazgeçilmezliği hiç tartışma götürmüyor. Ancak ilaç, hakkında ki tartışmalardan ve daha da önemlisi uğrunda ki cenkleşmelerden hiç ayrık kalamıyor.
Dün dahil SoL’un sayfalarında ve diğer medya ortamlarında, ilaca dair bir yüksek mahkeme kararı Türkiye’de ki ilaç işini yeni ve önemli bir boyuta taşımış görünüyor.
Danıştay 8. ve 10. daireleri, ortak bir kararla hükümetin eczacılara ve meslek örgütüne getirmek istediği bir yaptırımı hukuğa aykırı buldu ve yürütmesini duyurdu. Eczacıların hak arayış davasına öncülük etme onuru, İstanbul Eczacı Odasından geldi. TEB, kalkıp, tuz kavurana kadar, bir bölge eczacı odası doğru bir hukuk eylemi ile sonuca ulaştı.
Eczacıların 4 Aralık kepenk indirme eylemi sonrası, Sosyal Güvenlik Kurumu, Türk Eczacıları Birliği aracılığıyla eczanelerle yaptığı ilaç protokolünü tek taraflı olarak iptal ettiğini kamuoyuna açıklamıştı ve bundan böyle de yeni sürecin eczanelerle tek tek anlaşma biçiminde olacağını bir tebliğle ilan etmişti. Geçtiğimiz günlerde de, başbakan, ilaç dağıtım işinin marketler veya diğer adıyla, zincir eczaneler aracılığıyla büyük sermaye tekellerine devredileceği tehdidi ile eczacıların ve örgütlerinin gözünü korkutmaya çalıştı.
Eczacılar bu tehdide pabuç bırakmayacaklarını ve hükümet manevralarına karşı kararlı davranacaklarını karşı yanıt olarak gündem ettiler. Doğrusu, eşyanın doğası bakımından bu çok da haber değeri taşıyan bir durum sayılmazken, ilginç bir karşı çıkış kabinenin sağlık işlerinden sorumlu Bakanından geldi. Bakan, ilacın eczanelerden alınıp, marketlere devrinin söz konusu olmadığını ve hükümet ettikleri sürece de, Bakanlığın böyle bir gündeminin olmayacağını açıkladı.
Domuz gribi aşı kampanyasında Bakana en büyük darbeyi vuran Başbakan RTE, kabine refiğinden, futbol deyimi ile kendi kalesine bilerek ve isteyerek bir gol atıldığını gördü. Yani skor tabelasında ki manzara, Sağlık Bakanı 1; Başbakan RTE 1 şeklindeydi.
Uyum, ahenk sembolü hükümet içinde, böylesi bir kazan kaldırmanın elbette nedenleri vardır. Tarikat meşrepleri bakımından bir kapışma bulunduğuna dair çeşitli mahfillerdeki söylencelerin böylesi açık edilmesi, önümüzdeki günlerin başka görüntülere gebe olduğunu düşündürmektedir.
SGK, TEB ’le protokol yapmama nedenini, Anayasanın 56. maddesinin ihlal edildiği gerekçesine bağlamıştı. TEB eylemliliğini ve eczacıların hak arama çıkışını, toplumun sağlık hakkının ihlali olarak gören SGK’nın girişiminin yürütmesi, şimdi Danıştay’ca durdurulmuştur. RTE’nin gelmiş geçmiş tutumundan kapı açılacak olursa, şimdi bu kararın “siyasi” olduğuna dair bir hükümet beyanatının gündeme gelmesi, hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.
TEB ; tabib örgütü TTB, mimar-mühendis örgütü TMMOB gibi anaysanın 135. maddesine göre ve özel yasasına dayalı kurulmuş “kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu” dur. Kısacası, bir kamu kurumu olan SGK, başka bir kamu kurumunu anayasa ihlalciliği suçlaması ile devre dışı bırakmaya çalışmıştır. Ne var ki, karşılığını da hukuk yoluyla almıştır.
İstanbul Eczacı Odası, Danıştay’da açtğı davanın müracaat dilekçesinde mealen şunları ifade etmiştir: SGK, protokol fesih girişimiyle TEB ’i devreden çıkartmaktadır. Böylece anayasal bir kuruluş olarak, 6643 sayılı kanun’nda yer alan görevlerinin ve bu görevler içinde önemli olarak meslek üyesi ile toplum yararının birbiriyle telif edilmesi ediminin engellenmesi gündeme gelmektedir. Ayrıca, SGK bildiriminin ilaç dağıtımında toplum yararına ve çıkarına yapılması gereken kamusal düzenlemeyi de bozucu bir öge olarak kabul edilmesi ve anayasanın 56. maddesinde yer alan “sağlıklı yaşam hakkı”nın kamu idaresi marifetiyle gasp edilmiş sayılması gerektiği de belirtilmiştir. Danıştay, dilekçede yer alan görüşü hukuki ve geçerli bularak SGK aleyhinde bir karar almıştır. Böylece SGK’nın ardında duran Çalışma Bakanı ve dolayısıyla hükümet, yapıp ettiğiyle beraber el elde, baş başta kalmıştır.
Bu arada son üç gündür, kamu reçeteleri ile eczanelere ulaşan vatandaşlar SGK’nın ekran kapatıp provizyon vermemesi nedeniyle ilaca da ulaşamamaktadır. Sorunun teknik arızadan olduğu mavalını kim dinler, kim inanır bilinmez. Ancak bu danıştay kararı, sermayenin ağız sulanmasını şimdilik biraz ötelemiş görünmektedir.
İlaç işinde dur durak bitmemektedir. AB’nin sağlık işlerinden sorumlu bir Brüksel komiseri, tekellerin aklına zarar bir ithamla, dünya kamuoyunun önüne gelmiştir. Dünya Sağlık Örgütünü, ilaç şirketlerinin paravanlığı ile suçlayan komiser, “Domuz Gribi” meselesinin haddinden fazla abartılarak uluslararası ilaç tekellerine önemli kazançlar sağladığını ifade etmektedir. AB komiserinin incileri, bu sayfalarda önceki yazdıklarımızın da bir münafıklık icadı olmadığına önemli kanıt oluşturmaktadır.
İki final notla “memleket ilaç haberleri”ne son vermek istiyorum.
İlk haber notu, 13 Ocak tarihli gazetelerde yaygın bir biçimde yer aldı. Son fiyat ayarlamalarından sonra giderek artan sayıda ilacın piyasada bulunmaz hale geldiği müjdesi veriliyor. Depoya sipariş için telefon açan eczaneler, “yok ilaçlar” listesi ile karşılaşıyor. İlaç fiyat indirimiyle fabrika çıkış fiyatı üzerinden kârlılık oranları düşen ilaçların yeniden fiyat almasının eli kulağındadır. Yani ehlen ve sehlen mutlaka bir anlaşma zemini bulunacaktır.
İkinci not, geçen yılın ilaç bağlamından bir kesit değerlendirme ile ilgilidir.
“Capital”, aylık iş ve ekonomi dergisi olarak çıkıyor. Künyesine bakılırsa 17 yıldır yayın hayatında. Bu çok renkli derginin, son 12 yıldır tekrarladığı bir araştırması var. Türkiye’de o yıl bakımından ilk 500 özel şirketin sıralama ve kimi mali özelliklerini yansıtan kapsamlı bir araştırma sunuyor ve değerlendirme yapıyor. Ağustos 2009/8. sayısında da, o yılın çeşitli sektörlere dağılmış ilk 500 şirketi dört ayrı yazıda, analiz ediliyor. Sonuçlar tablolar halinde sunuluyor…Kısacası günümüz bakımından da son ve geçerli istatistik veri.
Analizlere ilişkin bir kaç belkemiği saptama şöyle not edilebilir:
1- İlk 500 listesine giren firmalar dahil, sektörlerde ciro artışları söz konusuyken, kârlılıkta gerileme var;
2- Firmaların 500 ler klübüne üye olabilmeleri için, giriş çıtası minimum 117,3 milyon dolar olarak belirtiliyor;
3- Büyüme performansı olarak seçili eşik büyüklük “1 milyar TL ve üstü ciro” olarak alındığında, buna sahip şirket sayısı 2009 da 75 olarak saptanıyor.
4- En büyük 150 şirket içinden, 112 sinde büyüme performansı analizleri, eşik değerlerin ortalama 26 yılda geçildiğini ve bunun Avrupa ortalaması olan 12,5 yıldan hayli aşağılarda olduğu vurgulanıyor.
5- Analiz, 500 şirketin 37 sanayii sektörüne dağıldığını gösteriyor.
6- Analiz sonuçları, ciroda enerji sektörünün (23 şirketle toplam cironun % 21 ini oluşturuyor), listeye giren şirket sayısı bakımından da gıda-içecek sektörünün (66 şirket ve toplam cironun % 7.2 si) başı çektiğini gösteriyor.
7- 500 şirkete ilişkin toplam ciro 420 milyar olarak hesaplanıyor.
8- En yüksek ciroya sahip şirket (Tüpraş) 30.4 milyarlik bir pazar hareketine sahipken, en düşük cirolu şirkete ilişkin (Boydak Dış Ticaret) değer 151.3 milyon TL dir.
Meraklıları başka ayrıntıya dergi sayfalarından bakabilir.
Benim üstünde durduğum seçili sektöre, yani ilaç üretim ve dağıtım sektörüne gelince;
Aşağıdaki tablo, dergideki verilerden soyutlanarak yeniden düzenlenmiştir.
Tablonun ilginçliği şudur.
1- İlaç dağıtım kanallarını temsil eden firmalar, ciro, vergi öncesi kâr, ihracat, toplam aktif ve öz sermaye bakımından, ilk 500 içine giren ilaç üretim firmalarından açık ara önde bulunmaktadır.
2- Listeye giren ilaç üretim firma sayısı 10 dur. Bu firmaların toplam ciroları, Türkiye’nin en büyük ilaç dağıtım kanalı olan “Hedef Alliance” grubunun toplam cirosuna ancak eşittir.
3- Hedef grubu bunu sıralamadaki yeri bakımından 15. ile de somutlamış bulunmaktadır.
4- Listede ilaç dağıtım kanallarını temsil eden 5 firma bulunmaktadır. Bu firmalardan ilk dördü, sıralamada ki yerleri bakımından üretici ilaç firmaların ilk üçü hariç, diğer yedi firmanın önünde yer almaktadır.
Değerlendirme ile ilgili başka noktalara değinmeden şöyle bir nokta koyuyorum.
İlaç dağıtımındaki sermaye birikimine bakıldığında, eczanelerin toptancı zincirlerine eklemlenmesinin dağıtım açısından ne denli önemli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Yani kopan gürültü bir avuç suda yaratılan fırtına falan değildir.
Önce eczacıların örgütsüzleştirilmesi, sonrasında mesleki hak ve çıkarlarını hiçleştirecek bir piyasa içinde edilgenleştirilmeleri ve aç ve açıkta kalmaktansa, zincirlerin taşeronu olacak bir sürece devşirilmelerinin senaryosu, sektörün sayısal verilerinden kolaylıkla okunmaktadır.
Kuşkusuz okumasını bilene…
(*) yazı sol.org.tr adresinden alınmıştır.